7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünü?
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyor?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü

Açlığının 300’lü günlerinin sonunda, Kütahya Devlet Hastanesi’ne, oradan da Ankara Numune Hastanesi’ne kaldırılan ve 395. gününde zorla müdahale edilen Fatma Tokay Köse, 5 gün boyunca Mengelelerin sürdürdüğü zorla müdahale işkencesi altında, 31 Ağustos’ta şehit düştü. Direnme Savaşı 681. Gününe girmişti Fatma şehit düştüğünde. Direnme Savaşının şehitleri, Fatma’yla birlikte 96’ya ulaştı. (...)

Fatma Tokay Köse, 6. Ölüm orucu ekibinde yer alan direnişçilerdendi. 28 Temmuz 2001’de başladı ölüm orucuna. 19-22 Aralık’ta Çanakkale hapishanesinde katliamı yaşadı. Ünlü hayata dönüş saldırısının sonunda ağır işkencelerden geçirildikten sonra Kütahya hapishanesine sevkedildi. Orada da baskılar, tecrit ve tehditler sürdü.

İşkenceciler, aylardır boyun eğdiremedikleri bu iradeyi, zaman zaman bilincini kaybettiği, baygınlıklar geçirdiği son beş gün içinde her türlü insanlık dışı ve aşağılık yöntemlerini kullanarak kırmaya çalıştılar. Ama başaramadılar.

Fatma Tokay Köse’nin yaşamının son beş günü, hayat kurtarma işkencesi altında geçti.

Bunlar Nazi Toplama Kamplarında Değil, T.C Adalet Bakanlığı’na bağlı hapishanelerde T.C Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde yaşanıyor.

Kardeşi, Fatma Tokay Köse’yi son gördüğü anı anlatıyor:

“28.08.2002 günü 15 dakika süre ile görüşmeme izin verildi, ancak gördüğüm manzara karşısında dehşete düşmekten kendimi alıkoyamadım. Çünkü... Kapıda iki asker, odada bir asker vardı. Kardeşim çırılçıplak soyulmuş, üzerindeki çarşaf ve yatağı kusmuk ve kandan su gibi ıslaktı... Sol eline bir kan torbası bağlı idi. Sağ eline bazı cihazlar bağlanmıştı. Ayrıca sağ eli yeşil bir bez ile ranzaya bağlanmıştı. Ellerinde damar açmak için olsa gerek delik deşik edilmişti. Sağ kalçasında zaten var olan yara iyice açılmıştı. Üç gün önce yaptığım pansumandan sonra hiç pansuman edilmemişti. Kardeşimin ayakları bir süreden beri çok şişmişti. Ayrıca ayaklarını tam olarak uzatamıyordu. Bu duruma rağmen özellikle ayaklarının şiş kısımlarına gelecek şekilde bir zincir vurulmuş ve zincir ranzayabağlanmıştı. Zincir ayaklarındaki şişliklere denk geldiğinden zincirler etine gömülmüştü.”

Bu sahneler, Bir Nazi Toplama Kampından Değil, Türkiye Cumhuriyet’inin Nazi Kamplarına Çevrilmiş Hapishane ve Hastanelerinden...

“Kardeşim çıplak ve çarşafları ıslak olmasına, pencerenin önünde yatırılmış olmasına rağmen cam ve kapı karşılıklı olarak açık olduğundan içeride sürekli olarak hava sirkülasyonu vardı. Bu nedenle kardeşim üşüyordu. Kardeşim sürekli olarak üşüdüğünü, giyinmek istediğini, özellikle kan verdikten sonra kendisini kötü hissetmeye başladığını, müdahale istemediğini, mahkum koğuşunda kalan arkadaşlarının yanına götürülmeyi istediğini, söylüyordu. 15 dakika sonunda askerler görüşümün bittiğini söyleyerek beni dışarı çıkardılar...”

Bakın; burada kurtarma niyeti var mı?

Buradaki kurtarma, aynı 19-22 Aralık’ın hayat kurtarma tarzıdır. Burası Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bu doktorlar, bu askerler, bu hapishane görevlileri BU DEVLETİN MEMURLARIDIR. Bu devletin memurlarının yaptığı her şey, hükümetten bakanlıklara, MGK’dan Genelkurmaya, devletin tüm katlarının bilgisi ve onayı dahilindedir.

(...)

Fatma Tokay Köse yoldaşımız, 14 Eylül 1967’de Elazığ-Alacakaya ilçesi, Çataklı Köyü’nde doğdu. Kürt (Zaza) milliyetindendir. İlk ve ortaokulu Alacakaya’da, liseyi Ankara Kurtuluş Lisesinde okudu.

1987 yılında Hacettepe üniversitesi tarih bölümüne girdi. Aynı yıl devrimci hareketle tanıştı. 1987-1990 arasında Beytepe Kampüsü Dev-Genç komitesinde çalıştı. 1989’dan 1990 sonuna kadar, gençliğin akademik-demokratik mücadelesi çerçevesindeki eylemleri nedeniyle üç kez tutuklandı.

1990-91 yıllarında Ankara TAYAD’da, Ankara Özgür-Der’de haklar ve özgürlükler mücadelesini sürdürdü. Bu döneminden sonra, devrimci mücadelesini yoksul gecekondu emekçilerinin içinde sürdürmeye başladı. Mamak ve Altındağ semtlerinde sorumluluk üstlendi. Bu dönemde de bir çok kez gözaltına alındı.

Legal demokratik alanda mücadelesini sürdürme koşullarının büyük ölçüde ortadan kalktığı koşullarda, çalışmalarını illegal alanda sürdürdü. Kırşehir, Nevşehir ve Kırıkkale illerindeki mücadele ve örgütlenmenin sorumluluğunu üstlendi.

1993’te Devrimci Sol’un yeminli üyesi oldu. Aynı süreçte yoldaşlarımızdan Ali Osman Köse ile evlendi. 19 Mayıs 1994’te gözaltına alındı, ve 4 Haziran 94’de tutuklanarak Ulucanlar hapishanesine konuldu. Ulucanlardan Sakarya’ya, 17 Ağustos depreminden sonra da Çanakkale hapishanesine sevkedildi.

1996 ölüm orucu döneminde o da ölüm orucu gönüllülerinden biriydi. 2000’de F tipi saldırısı gündeme geldiğinde yine gönüllüydü. Çünkü; tüm değerlerimizin yağmalandığı, alt-üst edilmek istendiği, adalete, ahlaka, onura dair kırıntının dahi bırakılmak istenmediği koşullarda her şeyimizle direnmekten, savaşmaktan başka yol görmüyorum, diyordu.

(...)

Umudu büyüterek, zaferi yakınlaştırarak ölümsüzleşti. Şehit ve savaşan, direnen tüm yoldaşlarımıza sözümüzdür. Bu düşünceler yaşayacak, Fatmalar yaşayacak!

Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi
1 Eylül 2002



ÖDP’li Sinan Kayış Okmeydanı’nda katledildi...

Katil, polis ve faşist mafya ile bağlantılı

Seçim hazırlıklarının ve “AB’ye giriyoruz, demokratikleşiyoruz” şamatasının birbirine karıştığı günlerde İstanbul Okmeydanı’nda ilerici bir genç kahvehanede bildiri dağıtmak istediği için katledildi.

Sinan Kayış Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) üyesiydi. 31 Ağustos akşamı parti lokalinden bildiri dağıtmak için çıkmışlardı. Girdikleri Yücetepe kahvehanesinin sahibi Ziya Keskin’le tartıştılar. Silahını çeken kahvehane sahibi faşist Ziya Keskin ÖDP’li gençlere ateş etti. Sinan Kayış’ı katletti, gençlerden birini de yaraladı.

Sinan Kayış bir gün sonra Okmeydanı’nda yaklaşık 3 bin kişilik bir kitle tarafından memleketi Sivas’a gönderildi ve orada toprağa verildi.

Polis müdürü Hasan Özdemir bu cinayeti “adli bir vaka” olarak değerlendirdi. Oysa gerçek bundan çok farklı. Bildiri dağıtmak isteyen gençlerin kimliği ve saldırıya uğrama biçimleri bile bu olayın ilericilere dönük siyasal bir yönü olduğunu gösteriyor.

Fakat Hasan Özdemir’in derdi bu değil zaten. O devrimcilerin, ilericilerin bir parça yoğun olduğu bölgelerde oluşturulan polisle işbirliği halindeki çete örgütlenmelerinin deşifre olmasından rahatsızlık duyuyor ve söyledikleri de asıl olarak bu örgütlenmeyi gizlemeye, gözden uzak tutmaya yönelik.

İstanbul’un varoşlarındaki birçok emekçi semtinde, fakat özellikle devrimcilerin, ilericilerin yoğun olduğu bölgelerde polis hayli yaygın bir çete-muhbir ağına sahip. Okmeydanı da bu semtlerden biri. Katil Ziya Keskin’in işlettiği Yücetepe kahvehanesi semt sakinleri tarafından her tür pis işin döndüğü bir yer olarak biliniyor. Bu kahvehanede polisin muhbirliğini, tetikçiliğini yapan çeteler üslenmiş vaziyette. Temel görevleri ise bölgedeki ilericileri, devrimcileri ihbar etmek, faaliyetlerini engellemek. İşte cinayet böyle bir çeteye mensup biri tarafından işleniyor. Öyle ki bölgede hemen herkesin tanıdığı bu katil cinayeti işledikten sonra elini kolunu sallayarak ortadan kayboluyor ve ancak üç gün sonra o da kendi isteğiyle teslim oluyor. Üç gün boyunca polis tarafından “yakalanamıyor”.

Bu olayın ortaya serdiği bir başka gerçek ise, elbette ki sivil faşist güçlerin her an hazırlıklı olarak devletin eli altında bekletildiğidir. Sayısız suçtan sabıkalı olan Ziya Keskin gibi ipten kazıktan kurtulmuş, her türlü kirli işin içine girip çıkmış birçok adam bellerinde silahlarıyla ortalıkta dolaşıyorlar. Polis tarafından özenle korunuyorlar ve gerek gördükleri anda da ilericilere, devrimcilere saldırıyorlar.

Bir tarafta “demokratikleşiyoruz” çığlıkları, diğer tarafta polis destekli çeteler tarafından katledilen ilerici bir genç. Düzen güçleri ne yapsalar kanlı yüzlerini gizleyemiyorlar. Sistem o kadar çürüyüp kokuşmuş ki, ancak ilericilerin, devrimcilerin, işçi ve emekçilerin kanıyla beslenerek ayakta durabiliyor. Zindanlarda ve sokaklarda dökülen her damla kanımız, ödediğimiz her bedel onları biraz daha ele veriyor.