3 Ağustos '02
Sayı: 30 (70)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı mücadele güncel ve yakıcı görevdir!..
  Emperyalist savaşı durdurmak için seferber olalım!
  Amerikan askerlerinde savaş sendromu
  Sermaye ordusu Irak cephesine ısınıyor
  Emperyalist savaşlar ve tekeller
  "Irak'a müdahale yıkım olur"
  Emek Platformu kime hizmet ediyor?
  TEKEL'de peşkeş ve vurgun
  Gerçek iş güvencesi işçilerin kendi eylemiyle sağlanabilir
  Süreci kamu emekçilerinin taban inisiyatifi kazanabilir!
  Paşabahçe direnişinin önemi ve işçi sınıfının sorumluluğu
  Direnişteki Paşabahçe işçisiyle konuştuk...
  Paşabahçe direnişine destekler...
   Açlık ordusu büyüyor!..
   '96 ÖO Zindan Direnişi şehitleri anmaları
   6. Ekip ÖO savaşçısı Semra Başyiğit şehit düştü!
   Irak'a emperyalist saldırı ve TC
   Dersim, barajlar ve kalkınma/1
   Fabrika=F tipi hücre...
   TSK'ya Irak vitrini...
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emek Platformu kime hizmet ediyor?

Sermaye düzeni tarafından saldırıların alabildiğine pervasızlaştığı bir dönemde oluşumunu ilan eden Emek Platformu, en azından ilk dönemde işçi-emekçilerde belli bir beklenti yarattı. Yirmiye yakın sendika, kitle örgütü ve meslek odası tarafından ilan edilen oluşum, İMF patentli saldırılara karşı iddialı bir açıklama ile sahneye çıktı. Ancak Emek Platformu sermayenin saldırılarına karşı mücadele etmek gibi bir niyeti olmadığını kısa sürede dosta-düşmana gösterdi.

Şubat krizinden sonra EP bu sefer iddiali bir “Emek Programı”yla sahneye çıktı. Çıkışı ne kadar “muhteşem” olduysa, ortaya attığı iddiayı sahipsiz bırakması da o kadar hızlı oldu. Yapılan bütün çıkışların ortak özelliği, işçi-emekçilerde alttan alta bir öfke birikimine denk gelmeleridir. Emek Platformu bileşenleri, özellikle de sendikalar, emekçilerde ne zaman bir hoşnutsuzluk belirtisi görseler hemen ortalığa çıkıp nutuk atmaya başlıyorlar. Bir çeşit nabız yoklama, olası kitlesel bir tepkiyi kontrol altına alma amacıyla yapılan bu çıkışların “hassas” zamanlaması bir tesadüf olmasa gerek.

Sendika bürokratları tarafından yönlendirilen EP, kuruluşundan beri emekçiler adına bir iş yapmadığı gibi, bütün çıkışları da sermayenin çıkarlarıyla örtüşmüştür. Herşeye rağmen emekçiler adına bir şeyler yapma konusunda samimi olanlar açısından, artık amaçlarına bu kurum aracılığıyla ulaşmalarının mümkün olmadığı aşikardır. Bu platformu terk etmeyenlerin samimiyeti şüpheli olmakla kalmayacak, emekçilere ihanet eden bu şebekenin suç ortağı durumuna düşeceklerdir.

Emek Platformu’nun belli aralıklarla gündeme getirip sonra unuttuğu bir meşgalesi de “iş güvencesi” yasa tasarısıdır. Sahte vaatler dışında hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan bu tasarı üzerinde iki de bir fırtına koparılmaktadır. Asalak kapitalistler adına “savaş” açan TİSK başkanı Refik Baydur, güya bu yasaya karşı ateş püskürmektedir. Oysa son yaptığı açıklamada sermaye ile işçi konfederasyonları arasında 1992’den beri süren sosyal diyalog ve uzlaşma zemininden bahseden Refik Baydur’dan başkası değildir. Emekçiler adına hareket ettiklerini iddia eden üç işçi konfederasyonun başkanları ile yeni kahraman Sami Evren yeniden bu tasarıyla ortalıkta dolaşmaya başlamışlardır. Bu zamanlamada oldukça dikkat çekicidir. İMF-TÜSİAD patentli saldırılara ve işçi sınıfının 150 yıllık kazanımlarını hedef alan yeni iş yasa tasarısına karşı sınıf tabanında biiken tepkilerin yükselmeye başlayacağı bir zamanda birden iş güvencesi akıllarına geldi. Artık bu yasanın meclisten geçmesi için her türlü “cefayı” da göze alarak “kahramanca” çarpışıyorlar.

Şimdi sermaye çevreleri iş güvencesinden söz eden sendika bürokratlarını imzalanan protokolü yok saymakla eleştiriyorlar. Oysa sendika ağaları tarafından gündeme getirilen yasa meclisten geçse de işçi sınıfının iş güvencesine kavuşacağı koca bir yalandır. Yeni iş yasa tasarısının hazırlanmasına fiilen katılan üç işçi konfederasyonu sermaye tarafından gündeme getirilen kapsamlı saldırının mimarları olduklarına göre, işçi sınıfının kazanımlarını korumak ya da geliştirmek gibi bir dertleri olamaz. Bu durumda “iş güvencesi” yasa tasarısının gündeme getirilmesini, sözde “Bilim Kurulu” tarafından hazırlanan yeni tasarının işçi sınıfı saflarında yarattığı tepkiyi yumuşatma, pasifize etme çabasının bir ürünü olarak değerlendirmek gerekir.

Yıllardır bu hükümeti eleştiren, İMF’ye uşaklık yapmakla, emekçileri yok saymakla suçlayan bu ihanet çetesi, şimdi emek düşmanlarından yardım istemek için kapı aşındırmaya başladı. DSP gibi gerici faşizan, işçi-emekçilerin ve emekten yana olanların baş düşmanı bir partiyi emekçilerin gözünde meşrulaştırmaya çalışıyor. Emekçiler adına yapıldığı iddia edilen bu girişimler (MHP-ANAP dışındaki sermaye partilerinden yardım istemek) işçi sınıfı ve emekçilere yeni bir ihanettir.

Sermaye uşağı Amerikancı parti DSP’nin bakanlarıyla basın toplantısı düzenleyen bürokratlar, Ecevit’ten de destek sözü aldıklarını ilan ediyorlar. Meral, Çelebi, Uslu ve Evren DSP’li bakanlardan Tayfun İçli, Nami Çağan ve Zeki Sezer’le kameraların karşısında arzı-endam eyleyerek, bir enkaza dönüşen bu gerici partiye kan taşımaya hizmet ediyorlar. İşçi-emekçi düşmanlığı icraatlarıyla yüzlerce kez tescil edilen DSP’nin bakanları “iş güvencesi” yasa tasarısını destekleyeceklerini ilan ettiler. Aynı açıklamada Devlet Bakanı Tayfun İçli, Türkiye’nin iç ve dış sorunları konusunda kritik bir dönemden geçtiğini (İMF’ye verilen sözler ve Amerikan emperyalizmi tarafından Irak halkına karşı girişilecek savaşta alınacak rol), bunun için 57. hükümetin görevde kalması gerektiğini sözlerine eklemey ihmal etmedi. Hangi parti iktidara gelirse gelsin kendi gündemlerinde olan önemli yasaları çıkarmakla yükümlü olacağını da vurgulayan bakan, İMF ve Pentagon’a verilen güvenceleri de açığa vurmuş oldu.

KESK Genel Başkanı Sami Evren’i de peşlerine takan sendika ağaları, ne işçi sınıfının sorunlarıyla ilgileniyorlar ne de kapıya dayanan emperyalist savaşa ve Türkiye’nin bu savaşta üstlenmeye hazırlandığı role karşı mücadele etme gibi bir dertleri var. Onlar sermayeye yaptıkları hizmetin karşılığını istiyorlar. Sık sık burjuva partileri sandıkta cezalandırmak ya da ödüllendirmekten bahsetmeye başladılar. Ayrıca sendikacıların milletvekili olmalarının önünde yer alan yasal engelin kaldırılmasını istiyorlar. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi belirsizlikten kaygı duyan ağalar, seçim sisteminde yapılacak yasal düzenlemelerin bu belirsizliğin aşılmasına katkıda bulunacağına dair sermayeye akıl veriyorlar. Bu arada yasa karşısındaki tutumlarına bakarak, emekten yana olan ve emeğe karşı olanlar diye burjuva partilerini ikiye ayıran bürokratlar, şimdiden işçi ve emek&ccdil;ileri aldatmaya başladılar bile. Bütün sermaye partilerinin işçi ve emekçi düşmanı olduklarını elbette onlar da çok iyi biliyorlar. Zaten bunu bildikleri içindir ki, yalanları şimdiden ortalığa saçıyorlar. İşçi ve emekçi düşmanı partilerin zedelenen saygınlığını onarmaya soyunmuş görünüyorlar.

Sınıfın tarihsel kazanımlarını sıfırlayan saldırılara karşı işçi-emekçileri örgütlü mücadeleye sevk etmeye değil, onları oyalamaya çalışan bir Emek Platformu’nun kimlere hizmet ettiği açıktır. Paşabahçe işçilerinin kararlı direnişini desteklemek için yerinden kıpırdamayan ağalar, Bayram Meral haini eliyle direnişi bitirmenin yollarını arıyorlar. Güncel bir tehdit haline gelen emperyalist savaşın tüm Ortadoğu halklarına getireceği ağır yıkım ortadayken, burjuva partilerin kapılarını aşındıranlar, onlardan aldıkları sahte vaatlerle emekçileri kandırmaya çalışanlar emekçilerin gerçek temsilcileri olamazlar. Olsa olsa sermayenin işçi sınıfı ve emekçiler içindeki ajanları olabilirler.

Bu koşullarda işçi ve emekçiler böyle bir platformun emekten yana tutum almasını umamazlar. Sınıf mücadeleleri tarihinde işçi sınıfının sermaye kurumlarının kapılarını aşındırarak hak kazandığı görülmemiştir. Bu yolla bir şeylerin kazanılacağını savunanlar, emekçilerin kölelik zincirlerine yeni halkalar eklemekten başka bir işe yaramazlar.

Sömürü düzeninde yaşamı biraz olsun çekilebilir hale getirmek anlamına da gelen ekonomik-demokratik hakların, ancak uğruna mücadele edilerek kazanıldığı bilinmektedir. Bu kazanımları korumak da en az kazanmak kadar tavizsiz bir mücadeleyi zorunlu kılar. Aksi durumda kazanımları korumak mümkün olmaz. Zira sermaye düzeni her zaman pusuya yatıp avını bekleyen bir kurt gibidir. Bir hak savunmasız kaldığı anda onu parçalayıp yutması işten bile değildir. Sınıf savaşını kesintisiz kılan başlıca nedenlerden biri de budur.

Tarihsel kazanımları koruyup geliştirecek, İMF-TÜSİAD programlarını parçalayacak, emperyalist savaşa, yani halkların yıkım ve katliamına dur diyebilecek biricik öncü güç işçi sınıfıdır. Hayati önem taşıyan bu misyonu yerine getirebilmesi, örgütlü mücadeleden ve diğer emekçi kesimlerin desteğini almasından geçmektedir. İşçi sınıfı kendi öz gücüne güvenerek hareket ettiğinde, kendi öz örgütlülüğünü kurmayı başardığında, bu sorunların üstesinden gelebilecektir. Emekçileri temsil ettiğini iddia eden ama pratikte sermayeye hizmet etmeyi bir misyon olarak üstlenenlerin kirli yüzünü ortaya sermek de bu sayede mümkün olacaktır. O zaman düzene hizmet etmeyi bir kimlik haline getiren bu hainler ortalığa çıkıp emekçiler adına konuşamayacakları gibi kaçacak delik araacaklardır. Zira işçi sınıfı örgütlü gücüyle harekete geçtiği zaman, sadece sermayenin değil onların da yakasına yapışacaktır.