3 Ağustos '02
Sayı: 30 (70)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı mücadele güncel ve yakıcı görevdir!..
  Emperyalist savaşı durdurmak için seferber olalım!
  Amerikan askerlerinde savaş sendromu
  Sermaye ordusu Irak cephesine ısınıyor
  Emperyalist savaşlar ve tekeller
  "Irak'a müdahale yıkım olur"
  Emek Platformu kime hizmet ediyor?
  TEKEL'de peşkeş ve vurgun
  Gerçek iş güvencesi işçilerin kendi eylemiyle sağlanabilir
  Süreci kamu emekçilerinin taban inisiyatifi kazanabilir!
  Paşabahçe direnişinin önemi ve işçi sınıfının sorumluluğu
  Direnişteki Paşabahçe işçisiyle konuştuk...
  Paşabahçe direnişine destekler...
   Açlık ordusu büyüyor!..
   '96 ÖO Zindan Direnişi şehitleri anmaları
   6. Ekip ÖO savaşçısı Semra Başyiğit şehit düştü!
   Irak'a emperyalist saldırı ve TC
   Dersim, barajlar ve kalkınma/1
   Fabrika=F tipi hücre...
   TSK'ya Irak vitrini...
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Ankara’da savaş trafiği hızlandı...

Emperyalist savaşa karşı mücadele güncel ve yakıcı görevdir!..

Burjuva parlamenter cephede dikkatlerin erken seçim faaliyetlerine yoğunlaştığı bir süreçte, devlet cephesinden farklı bir konuya yoğunlaşma artık kaçınılmaz hale gelmiş görünüyor. 30 Temmuz günü ABD büyükelçisinin Dışişleri’ne ardarda yaptığı iki ziyaret, Genelkurmay’ından hükümetine devletin kilit noktalarında telaşlı bir görüşme trafiğine yol açtı. Ziyaret ve yolaçtığı görüşme trafiği iç ve dış basında Irak’a müdahale konusundaki pazarlıkların ve tabii müdahalenin kendisinin nihayet somutlanmaya başladığı yorumlarına yol açtı. Görüşmelerle ilgili resmi bir açıklama yapılmamasına rağmen, ABD Büyükelçisi’nin kısa süre önce Wolfowitz’in temasları sırasında pazarlık konusu yapılan maddeler hakkında ABD onayını ilettiği, konuya ilişkin haberve yorumlarda oldukça kesin ifadelerle yer aldı.

Türkiye’deki bu son gelişmeler Amerikan basınında yer alan başka gelişmelerle birlikte ele alındığında, yakın zamana kadar “en erken kış aylarında” olarak telaffuz edilen saldırı tarihinin daha yakın bir zaman olarak düşünüldüğü yorumlarını bir yere oturtmak mümkün olacaktır. Örneğin New York Post gazetesi, 28 Temmuz 2002 tarihli sayısında, bu yıl bir saldırı olacağını gösteren son gelişmeleri şöyle sıralamaktadır:

“- Pentagon yetkililerinin verdiği bilgiye göre ABD'nin Katar, Kuveyt ve Türkiye'deki üslerinde son haftalarda teçhizat ve mühimmat stoku yapılıyor.

- Kilit konumdaki Iraklı generaller için bir plan oluşturuldu. ABD askeri-psikolojik savaş birimleri; Iraklı generallere, kimyasal ya da biyolojik silahları kullanma emirlerini uyguladıkları takdirde ölünceye kadar peşlerinin bırakılmayacağına dair sert uyarılar göndermek için faks ve elektronik posta kullanacak.

- ABD'nin kilit müttefiki Avusturalya hükümeti, Irak'taki Avusturalya vatandaşlarının mümkün olduğunca çabuk ülkeyi terketmelerini tavsiye etti.”

Amerika’nın Irak’a yönelik saldırı için kongre seçimlerini önceleyen bir tarihi tercih etmesinin bir mantığı var. Çeşitli yolsuzluk skandallarıyla yıpranmış durumdaki Bush yönetimi, 11 Eylül anmaları ve Irak saldırısını seçim yatırımı olarak kullanmayı tercih de edebilir. Ya da, Türkiye’de de şimdiden gündeme getirildiği gibi, savaş bahanesiyle seçimlerin ertelenmesinden yarar umabilir. Ancak bizim için önemli olan, saldırının sonbaharda mı yoksa kışın mı gerçekleşeceği değil, işbirlikçi sermaye iktidarının Türkiye’yi ABD istem ve dayatmaları çerçevesinde bu savaşa sokma kararıdır. Bu son gelişmeler de, saldırının zamanından ziyade, Türkiye’yi yönetenlerin emperyalist saldırı savaşına katılma kararını netleştirmesi yönüyle önem taşıyor.

Bilindiği gibi, Wolfowitz’in temasları sırasında Türkiye ağırlıklı olarak üç konu üzerinde “pazarlığa” oturmuştu. Maddi destek, teknik (savaş aracı) destek ve “nitelikli sanayi bölgeleri” olarak telaffuz edilen ticari destek. Şimdi, Amerika tarafından büyükelçisi aracılığıyla bu taleplerin yerine getirileceği sözü verildiğine göre, Amerikancı iktidar için bu saldırıya dahil olmak dışında bir seçenek kalmamış bulunuyor.

Kaldı ki, bugüne kadar hükümet ve ordudan yapılan “karşıyız” açıklamaları sadece pazarlık konusu yapılan çekincelere dayanıyordu. Aslında Türk devletinin bu savaşın dışında kalma yönünde bir eğilimi sözkonusu değil. Zira bölge hakimiyeti konusunda, uşaklık payesiyle dahi olsa söz sahibi olma eğilimi ağır basıyor. Bu da, Türk burjuvazisinin yayılmacı emelleri üzerinde şekilleniyor.

Türk devletinin “pazarlık yapıyor” görüntüsü yaratmaya dönük tüm açıklamalarına rağmen, aslında katılma kararını çoktan verdiğini ortaya koyan kimi etkinlikleri de yakın süreçte kamuoyuna yansımış bulunuyor. Son MGK toplantısının temel gündeminin savaş konusu olması; saldırıyla gelecek mülteci akınına karşı önlemler ve hazırlıklar; ABD’li kurmay heyetle “kalkan projesi” görüşmeleri; Yüksek Askeri Şura toplantısının terfiler dışındaki ana gündeminin bu konuya ayrılması, ve daha önemlisi ordunun suskunluğu, katılma yönünde sıkı bir hazırlığın sürdüğünü gösteriyor.

Şimdi, Ortadoğu ve zengin petrol kaynaklarına yönelik bir yağma savaşının daha gündeme oturduğu bir sırada, Türk devleti ve burjuvazisi, ABD emperyalizminin yanında yer alarak, bu yağmadan küçük de olsa pay alabilmeyi umuyor. Daha şimdiden Saddam sonrası Irak üzerinden sağlayacağı maddi kazançların hesabını yapıyor. Sadece taşeronluk düzeyinde de olsa, yıkılan bir ülkenin yeni baştan inşasından para kazanabilecekleri hayaliyle el ovuşturuyorlar. Üstelik bu leş kargası zihniyeti, düzen cephesinde sadece savaş yanlılarında değil, karşıtlarında da hakim durumda. Onlar da karşıtlıklarını ticaretin durması ve parasal kayıplar üzerinden açıklıyorlar. Irak ile ticareti olan bir grup iş adamının, olası kayıplar üzerinden bir “savaşa hayır” reklam kampanyasına hazırlandığı haberleri yayınlanıyor. Yine, Güneydoğulu işadamlarının Amerikan büyükelçsi ile aynı gündemli bir görüşme yaptığı ve Pearson’dan, muhtemel kayıpları bildikleri yanıtını aldıkları yazılıyor.

Sınırın her iki yakasında akacak oluk oluk kan, kırılacak genç nüfus, her savaşta olduğu gibi en savunmasız ve korunmasız durumdaki çocukların katledilmesi, burjuvaların gözünde kayıptan sayılmıyor. Kendilerini, kendi ailelerini, çocuklarını ve en yakınlarını bu savaşın dışında tutmanın bir yolunu bulacaklarını düşünüyorlar çünkü. Kırılacak olan işçi ve emekçi kitleler, savaşa sürülecek ve ölmeye-öldürmeye zorlanacak olan onların askerdeki gençleri olduğuna göre, belki de burjuvanın iğrenç zihninde savaş doğal bir nüfus planlaması olarak gerekli ve olumlu bir yere bile oturuyordur.

Sırf emperyalist efendisi öyle istedi diye bir komşu ülkeye durduk yerde saldırmak, Türk egemenlerin tarihi komplocu bakışıyla çelişiyor görünse de, onlar için kaçınılmaz hale gelmiş bulunan savaşın belirli bir aşamasından itibaren, tutumlarını açıklamak için ellerinde bu tarihi teorileri dışında hiç bir veri bulunmayacak. Irak (ve büyük ihtimalle İran) “bölücü ve dinci teröre destek veren” ülkeler suçlamasıyla dış düşman ilan edilecekler. Böylece en azından şoven ve laik-şoven kesimlerin desteğini almaya çalışacaklar.

Bugün, savaşın kaçınılmaz tarihinin yaklaştığını gösteren bunca veriye, ABD üslerindeki olağanüstü hareketliliğe, ABD büyükelçisinin ve bir kurmay heyetin görüşmelerine vb.’ne rağmen, Türk devleti cephesinden hala “saldırıya karşıyız” açıklamaları yapılmasını ise, kimi Arap ülkelerinde açıktan dillendirilen “Amerikan karşıtı mücadelenin alevlenmesi korkusu” ile doğrudan ilişkilendirmek gerekiyor. Her ne kadar şu anda bir suskunluk hakim olsa da, Türk egemenleri, işçi ve emekçi kitlelerin emperyalizm ve savaş karşıtı olduğunu çok iyi biliyorlar. Savaş koşullarında seçimlere girişmenin hiç uygun görülmeyeceğini bile bile seçim kararı alınması ve propagandaya hız verilmesi de, savaşı kitlelerin gündeminden uzak tutma istek ve arzusunun bir gereği olmalı.

ABD emperyalizmiyle kurulan kölelik bağlarının gücü, egemen sınıfın yayılmacı emelleri vb.’nin yanısıra, Türk devletinin, istese bile bu savaşa katılmaktan kaçınamayacağının daha güncel bir nedeni var. Bu, her vesileyle ordunun hassasiyeti diye dile getirilen Kürt sorununun ABD’nin elinde bir koz olması ve bugünlerde bir kez daha bir tehdit unsuru olarak öne sürülmesidir. Türk devleti, her gündeme geldiğinde sanki kendi elinde bir pazarlık malzemesiymiş gibi yansıtmaya çalışsa da, Irak’taki Kürt varlığının, asıl Amerika’nın elinde Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir kart olduğu, son pazarlıklar sırasında bir kez daha görüldü. Ya benim belirlediğim koşullarda bu savaşa katılırsın diyor “stratejik ortak”, ya da Kürtlerle anlaşırım.

Gerçi Kürtlerle anlaşması için Türkiye’nin savaştan uzak durması da gerekmiyor. Eğer içerden bir destek bulacaksa, bunun öncelikle Amerikancı Kürt gruplar olacağı biliniyor. Nitekim son temaslarla Türkiye’nin katılımı garantilenmiş olmasına rağmen, Amerika Kürt grupların desteğini alma girişimlerini/pazarlıklarını sürdürüyor. Önümüzdeki hafta Washington’da yapılacak toplantıya Irak’lı iki Kürt grubu davet edildi, ancak Türkiye’nin öne sürüp durduğu Türkmenler çağrılmış değil. Türkiye’nin ABD yolculuğu öngününde bu gruplarla temas çabasının ne kadar işe yarayacağı ise tartışmalı. Türk devletinin değil Irak’ta Türkiye’de bile Amerikan planları haricinde elini oynatamaz duruma geldiği düşünülecek olursa, Kürt gruplarla görüşmelere yönelik bir planın, bir hesaptan ziyade görüntü kurtarmaya yönelik bir çaba olmaktan ileri gidemeyeceği açık.

Son gelişmeler, Türkiye’de savaş ve siyaset tablosunun yakın süreçte daha da netleşeceğini gösteriyor. Şimdiden görülen, düzen ve devlet cephesinden Irak saldırısına yönelik kapsamlı bir hazırlığın sürdüğüdür. Savaştan asıl ve en büyük zarara uğrayacak olan işçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden de aynı kapsamda ve yoğunlukta bir karşı hazırlık zorunluluğu ise yeterince açıktır.