Herşey ABDnin istem, çıkar ve dayatmaları doğrultusunda!.. Sermaye ordusu Irak cephesine ısınıyor Yanlış değerlendirmeler, dayanaksız hayaller Ordu Türkiyedeki düzen siyasetinde çok özel bir ağırlığa sahiptir. Özellikle temel siyasal konularda son sözü her zaman için ordu söylemektedir. Düzenin temel siyasal iktidar kurumu olan MGK ordunun denetimindedir ve bu kurulun aldığı kararlar hükümet için talimat niteliğindedir. Kaldı ki, ordu siyasete müdahale etme ihtiyacı hissettiğinde çoğu zaman MGKya bile gerek duymamaktadır. Genelkurmay imzalı bir açıklama ya da herhangi bir komutanın basına verdiği bir demeç, hükümet ve siyasal partiler başta olmak üzere tüm düzen kurumlarını ordunun politikaları doğrultusunda hizaya sokmak için yeterli olmaktadır. Türkiyede düzen siyaseti böyle işlemektedir. Düzen siyasetinde böylesine belirleyici olan ordu, son zamanlarda gündemde olan iki temel konuda alışılmışın dışında, nispeten pasif bir görüntü sergiledi. Bunlardan ilki Ecevit hükümetine dönük İMF-TÜSİAD darbesiydi. Sermayenin ve emperyalistlerin ihtiyaçlarına yanıt veremez duruma düşen hükümetin en büyük partisi DSP bu darbe sonucu ikiye bölündü. Erken seçim tartışmaları alevlendi. Nihayet meclis olağanüstü toplantıya çağrıldı ve 3 Kasımda erken seçim kararı alındı. Her bakımdan düzen siyasetinin çöküşü anlamına gelen tüm bu gelişmeler yaşanırken ordu açıktan hiçbir yönlendirici müdahalede bulunmadı. Ordunun alışılmışın dışında tutum takındığı diğer konu ise Iraka dönük ABD saldırısı sorunuydu. Saldırının zamanlaması ve Türkiyenin bu savaşta ne türden bir rol alacağı tartışmaları hakkında ordudan hiçbir ciddi siyasal açıklama gelmedi. Komutanlar tümüyle siyasal iktidarla uyumlu bir görüntü sergilediler. Generallerin bu tutumunu ordunun artık siyasete karışmak istememesi şeklinde anlayanlar oldu. Bazı köşe yazarları ciddi ciddi artık ordunun siyasete karışmak istemediğini, kendini "Avrupa Birliğinin demokrasi normlarına" uydurmaya çalıştığını yazmaya başladılar. Bu cepheye bir ölçüde Kürt teslimiyetçileri de dahil oldular. Bazıları ise ordunun bu yeni tutumunu kendi ham hayallerine dayanak yapma yoluna gittiler. Bunlardan Perinçekçi İP, Ecevit hükümetiyle ordunun ulusal bağımsızlık mevzisine" girdiğini; hükümet darbesine ve Iraka dönük ABD politikalarına karşı birlikte direnişe geçtiklerini yazıp çizmeye başladı. Bu çevrenin yayın organı Aydınlık dergisine göre, hükümet ve ordu Irak konusundaki dayatmaları ABD Kuzey Irakta bir Kürt devleti kurmaya çalıştığı için reddetmişlerdi. Hatta Başbakanlık bir genelge yayınlayarak Türk ordusuna Kuzey Irakda beklenmedik gelişmelere hazır olması emrini vermişti. Katı gerçekler Fakat bütün bunların dayanaksız değerlendirmeler olduğunu biliyoruz. Sermaye düzeninin bekçisi Türk Silahlı Kuvvetleri ne demokratlaşmaktadır, ne de Perinçekçilerin iddia ettiği gibi ABD emperyalizminin çıkar ve politikalarıyla çelişen bir tutum içerisindedir. Tersine, bu iki konudaki sessizliğinin gerçek nedeni, bu politikaların bizzat emperyalizm patentli olmasından kaynaklanmaktadır. Hem hükümete dönük darbede, hem de Iraka saldırı konusunda iplerin ABD emperyalizminin elinde olduğunu gayet iyi bilen ordu, ABDnin sözkonusu olduğu her durumda olduğu gibi sessiz ve tepkisiz kalmakta, gidişattan herhangi bir rahatsızlık duymamakta ve dolayısıyla müdahale etmeye de yeltenmemektedir. Ordunun emperyalizmle ilişkilerini enine boyuna değerlendirme konusu yapmanın yeri burası değil. Zaten bu yeterli açıklıkta biliniyor. En büyük silahından su matarasına ve iç çamaşırına kadar ABD menşeli malzemeler kullanan, komutanlarının seçilmesinde ve yetiştirilmesinde Pentogonun birinci dereceden söz sahibi olduğu, şimdiye kadar Koreden Afganistana kadar bir çok cephede emperyalizmin çıkarları için savaşan, uşaklıkta gösterdiği yetenekten dolayı ABDli generallerin her vesileyle övdükleri bir ordu var karşımızda. Türk ordusu sermaye iktidarının olduğu kadar Türkiyenin emperyalizme kölece bağımlılığın da temel dayanaklarından biridir. Bu konuda birinci derecede siyasal sorumluluk sahibidir. O nedenle bu ordunun emperyalizmin Ortadoğuya ve Türkiyeye ilişkin politikalarıyla çelişeceğini düşünmek için ya fazlasıyla saf ya da Perinçekçiler türünden düzenbaz ve burjuva uşağı olmak gerekmektedir. Savaş kışkırtıcılığında ilk adımlar Zaten bu arada ordu da Iraka emperyalist saldırı konusunda kendi gerçek konum ve tutumuna ışık tutacak adımlar atmaya başlamış durumdadır. Hemen belirtelim ki, emperyalist savaşta Türkiyenin üstleneceği rol konusunda hükümet ve ordu, tam da Perinçekçilerin yazdığı gibi bir görüş birliği içindedirler. Bir farkla ki üzerinde hemfikir oldukları şey emperyalizmin dayatmalarına karşı çıkmak değil, tersine, kölece bir ruh ve çaresizlik içinde bu dayatmalara boyun eğmektir. Aslında geçen hafta yayınladığımız yazısında, Aydın Doğan medyası kalemşörlerinden Fikret Bila, hükümet ve ordunun Irak konusundaki gerçek niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Fikret Bilanın aktardığı senaryoya (buna artık plan demek gerekiyor) göre, Türkiyenin tavrı ne olursa olsun ABD Iraka saldıracaktı. Türkiyenin bu savaşı önlemesi mümkün değildi. O halde Türkiye Kuzey Iraktaki çıkarlarını korumak için bu bölgeye asker sokmalıydı. Fikret Bilanın bu senaryoyu kafasından uydurmadığını o zaman da belirtmiş ve çok geçmeden bu savaş kışkırtıcısı koroya başkalarının da katılacağını söylemiştik. 26 Temmuz akşamı CNNde konuşan bir emekli general, Fikret Bilanın ortaya attığı senaryoyu olduğu gibi tekrarlamakla kalmadı, daha da açık konuştu. Genelkurmay hesabına stratejik araştırmalar yapan bir kuruluşta çalışan bu general eskisine göre, Türkiye kendi başına Kuzey Iraka asker sokmak yerine bu savaşta şartlı olarak ABDnin yanında yer almalıydı. Türk ordusunun sıcak savaşın içine doğrudan doğruya girmesi gerektiğini söyleyen general eskisi, elbette ki bunun ekonomik ve sosyal bir faturasının olacağını, fakat tüm bunların göze alınması gerektiğini, aksi takdirde Türkiyenin bu bölgedeki çıkarlarını kendi başına koruyamayacağını açık açık ifade ediyordu. Emekli general, bu düşüncesini düzmece bir kamuoyu anketinin sonuçlarıyla desteklemeyi de ihmal etmedi. Bu düzmece ankete göre "Türkiye halkının" sadece yüzde 6sı kesinlikle savaşa karşıydı. Yüzde 56 gibi ezici bir çoğunluk ise Türkiyenin ABDye "şartlı destek" vermesini savunuyordu. Geçerken belirtelim ki, bu konuda düzmece bir anketin hazırlanması bile, Genelkurmayın toplumu Iraktaki savaşa katılmak fikrine kazanmak için belli bir hazırlık içinde olduğunu göstermektedir. Maskeler inmeye başladı Tüm bunlardan sonra sermaye düzeninin temsilcileri ağızlarındaki baklayı nihayet geçen hafta çıkardılar. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanının katıldığı zirvede Türkiyenin bu savaşa engel olamayacağı vurgulandı. Hem Türkiyenin bölgedeki çıkarlarının güvence altına alınması için, hem de savaş sonrasında masada söz sahibi olabilmek için Türkiyenin ABDye "koşullu destek verebileceği" görüşü benimsendi ve en resmi ağızlarca ifade edildi. Peşisıra yapılan MGK toplantısında da ABDnin Irak operasyonuna sınırlı tutulmak kaydıyla onay verildiği kararı çıktı Hükümetin ve ordunun Ecevitin ABD ziyaretinden bu yana diline dolanan "koşullar"ın neler olduğu artık herkesçe biliniyor. Fakat bu "ABDye destek vermek için bir takım koşullar öne sürme" işinin büyük ölçüde ciddiyetten uzak, daha çok da işçi ve emekçileri kandırmaya dönük bir manevra olduğunu belirtelim. Her yönüyle emperyalizme teslim olmuş, onunla her alanda kölece ilişkiler içerisine girmiş sermaye rejiminin (duyduğu rahatsızlık ne olursa olsun) ABD emperyalizmine bir takım koşullar dayatacak halde olmadığı açıktır. Sermaye rejiminin ABD emperyalizminden isteyeceği tek şey olabilir. O da daha fazla paradır, fiyatını yükseltmektir. Boğazına kadar krize ve borca batmış bu devletin yapabileceği tek şey, uşaklığının bedelini yüksek tutma çabası olabilir ancak. Gerisi Türkiyenin işçi ve emekçilerini bir sıcak savaşa ikna etme manevralarından öteye gidemez. Zaten yapılan bir çok hazırlık, Türkiyenin savaştaki rolünün hiç de üslerini ve hava sahasını emperyalizme açmakla, ya da Güney Kürdistana sıcak savaşa katılmamak kaydıyla asker sokmakla sınırlı kalmayacağını gösteriyor. 29 Temmuzda Türkiyeye ABD savunma ve dışişleri bakanlığından kalabalık bir heyet geldi. Basında yer aldığına göre bu heyet Türkiyeyi Iraktan gelebilecek bir havadan füze tehdidine karşı korumayı amaçlayan çalışmalar yapıyor. Bu karmaşık sistemde erken uyarı uçakları, uydular, Patriot türü hava savunma füzeleri vb. bulunuyor. Daha şimdiden basın Iraktan atılacak Scud füzelerinin bu sistem sayesinde nasıl havada vurulacağını ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu arada 30 Temmuzda ABD büyükelçisinin Dışişleri bakanlığını ziyaretinin ardından Cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı arasında hızlı bir görüşme trafiği yaşandı. Bu görüşme trafiğinin ardından ABD büyükelçisi dışişleri bakanlığını bir kez daha ziyaret etti ve anlaşılan o ki, bu görüşmelerin sonuçları hakkında Türk makamlarınca bilgilendirildi. Basında tüm bu görüşme ve pazarlık trafiğini konu alan haberlerden geçilmiyor. Fakat gözle görülen bir şey var ki o da haber ve yorumların ekseninin artık Iraka müdahale yapılsın mı yapılmasın mı olmaktan çoktan çıktığı ve savaşta Türkiyenin nasıl bir rol üstleneceği çizgisine oturduğudur. Düzen ordusu emperyalizmin hizmetindedir Türkiye Cumhuriyeti ordusu Iraka dönük saldırganlık konusunda emperyalist politikalarla tam bir uyum içerisinde davranmakta, bu çerçevede haksız ve gerici bir emperyalist savaşa hazırlanmaktadır. Bu hazırlıklar ABD ordusunun beyni Pentagonla birlikte yürütülmektedir. Daha şimdiden Türkiyeye Amerikalı uzmanlardan oluşan heyetler gelip gitmekte, Güneydoğu sınırları Amerikalı görevlilerce incelenmekte ve bir savaş durumuna göre ayrıntılı planlamalar yapılmaktadır. Türkiyenin ABD emperyalizmiyle ilişkileri ilk önce askeri alanda gelişip serpilmiş, giderek iktisadi ve siyasal alanda da tam bir kölelik noktasına ulaşmıştı. Şimdi aynı duruma bu kez tersinden tanık oluyoruz. İktisadi ve siyasal alandaki kölece ilişkiler askeri alanda işin ucunun tam bir paralı askerliğe dayanmasına yolaçmış bulunuyor. Kaderini tümüyle emperyalistlere, onlardan gelecek üç beş kuruşa bağlamış bir sınıf olan işbirlikçi sermayenin hizmetindeki bir ordudan da başka bir şey beklenemez. Türkiyeye egemen işbirlikçi burjuvazi emperyalizme göbekten bağlıdır ve onunla her alanda tam bir kader birliği içindedir. Bu nedenledir ki sermaye ordusu, aynı zamanda emperyalizmin hizmetindedir. NATOya 50 yıllık sadakat bunun içindir. ABD istedi diye Türkiyedeki halk muhalefetini kanlı askeri darbelerle ezmek bunun içindir. Türkiyenin dört bir yanının emperyalist üs ve tesislerle donatılmasına rıza göstermek bunun içindir. Bosnadan Afganistana Pentagon hizmetinde hareket etmek, önce savaşmak ve ardından işgal gücü rolü üstlenmek bunun içindir. Dünya jandarması ABD ve emperyalizmin Ortadoğu halklarının bağrına saplanmış hançeri siyonist İsraille saldıgan askeri mihver kurmak bunun içindir vb. Yıllardır askere giden işçi-emekçi çocuklarına ezberletilen her şey vatan için sözünün yüksek rütbeli general takımı için gerçekte hiç bir anlamı yoktur. Onların gerçek ilişki ve davranışlar üzerinden yansıyan tarihsel şiarı her şey emperyalizm içindir. Ordunun sergilediği güncel tutum ve yürüttüğü savaş hazırlıkları, bugün bu durumu bir kez daha ispatlamaktadır. İşçi ve emekçiler, giderek belirginleşen savaş tehlikesine karşı her bakımdan uyanık ve hazırlıklı olmak durumundadır. Amerikan askeri olmayacağız! şiarı Afganistana dönük saldırıdan bu yana işçi-emekçi eylemlerinin temel şiarlarından biri haline gelmiştir. Bu şiarı bugün daha da yükseltmeli ve giderek savaşa karşı direniş ve eylem sloganı haline getirilmelidir.
Doktorlar cepheye gitmemeli!.. Doktorlar cepheye başlıklı bir gazete haberinde şunlar söyleniyor: Savaş malesef kapımıza dayandı. Türk Silahlı Kuvvetlerinde tıp doktoru ihtiyacı en üst seviyeye ulaştı. TSKda doktor krizi yaşanırken, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığından bakaya olarak aranan doktorların askerliğe sevk edilmelerinin sağlanması için yardım istedi. Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, özel ibareli yazısında Mayıs 2002 celbinde sevke tabu tutulan 2 bin 838 doktorun birliklerine teslim olmadığını belirtti. Savunma Bakanlığından bu yazıyı alan İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen de, 81 vilayete bir genelge gönderip, bakaya olarak aranan 2 bin 838 tıp doktorunun tek tek tespit edilerek askerliğe sevk edilmelerini emretti. Valiler ve kaymakamlar, kaçak doktorlar için özel bir çalışma başlattı. (Star, 27 Temmuz 2002) Ordu savaşa hazırlanıyor. ABD emperyalizmi Iraka saldıracak, Saddam rejimini devirme bahanesiyle petrol yataklarına elkoyacak. Anlı şanlı Türk ordusu da bu savaşta ABD istem ve çıkarları doğrultusunda yer alacak. Fakat yukardaki haberde de görüldüğü gibi bir sorun var. Orduda yeteri kadar doktor yok. 3 bine yakın doktor asker kaçağıymış çünkü. Toplamında ise asker kaçaklarının sayısının 200 bin kişinin üzerinde olduğu hesaplanıyor. Barış zamanlarında bu kadar insan askerden kaçıyorsa savaş durumunda nasıl olacak kimbilir? Bu düzen için askerlik yapmanın kutsal bir iş olduğuna, bu ordunun vatanı ve milleti korumakla uğraştığına bir çok insan inanmıyor demek ki artık. O yüzden de 1.5 yıl boyunca subaylara kölelik etmektense asker kaçağı olarak yaşamayı tercih ediyorlar. Ordunun ve generallerin işi çok zor. Gerçek yüzleri görüldükçe Amerikanın çıkarları için ölecek, öldürecek adam bulmaları giderek daha da güçleşecek ve yarattıkları savaş bataklığında bir gün kendileri boğulacaklar. |
|||||