Aşırı kâr hırsının yolaçtığı çevre tahribatı insanlığın geleceğini tehdit ediyor... Kapitalizmin çevre sağlığına etkileri
Çevre tanımı, canlıların yaşamı üzerinde etkili olan faktörlerin bütünlüğünü
anlatır. Ancak yaşamsal önemde bu konu toplumun gündemine, bir duyarlılık
ve geleceğe karşı sorumluluk olarak değil de, kendini tüm olumsuzluklarıyla
dayatınca girebiliyor. Sermaye sınıfının saldırıları içinde, üzerinde yaşayan tüm canlılarla
birlikte dünyanın yokolarak ödeyebileceği bir bedel olduğu için, kritik
önemde olan bir sorundur çevre katliamı. Çevre kirliliğinin artışıyla ilgili istatistikler kapitalizmin gelişimine
paralel olarak artmaktadır. Londrada daha 13. yüzyılda kömür kullanımının
yasaklanması gündeme gelmiştir. Kapitalizmin gelişmesiyle artan enerji
ihtiyacı ve bunların atıkları düşünüldüğünde, kirliliğin nasıl boyutlandığı
konusunda bir fikir elde edebiliriz. Şu an toplum gündeme girmeye başarabilmiş görünen sorunlar
arasında, küresel ısınmaya neden olan sera etkisi, ozon tabakasının
incelmesi vb. sayabiliriz. Bu sorunların tanımlarını özetle şöyle açıklayabiliriz.
Doğada az miktarda da olsa, CO2 (karbondioksit), ozon, metan, su buharı,
nitrozoksit vb. gazlar vardır. Bunlara sera gazları denir. Sera
denilmesinin nedeniyse, bu gazların, iklim olaylarını etkileyen atmosfer
tabakası troposferin üzerinde tıpkı bir sera gibi işlev görmelerindedir.
Şöyle ki; doğal şartlarda güneşten gelen ışınları, UV (ultraviole) radyasyonu
ve kızıl ötesi radyosyonu, sera gazlarından geçerek yeryüzüne ulaşır.
Kızılötesi ışıma ve ısıya dönerek de geri yansır. Bunlardan bir kısmı
uzaya giderken, bir kısmı da sera gazlarınca absorbe edilir. Bu şekilde
yeryüzünün ısınması olayına sera etkisi denir. Bu gazların
oranlarındaki artış, daha fazla ısının absorbe edilmesi ve yeryüzünün
daha çok ısınması, yani küresel ısınmanın artması demektir. Bir diğer önemli sorun ise, ozon tabakasının incelmesi sorunudur. Ozon
tabakası, güneşten gelen ışınlardan mor ötesi ışınları soğurarak, bunların
yeryüzüne ulaşımını engeller. Mor ötesi ışınlar, insan ve diğer canlılar
için oldukça zararlı, hatta öldürücüdür. Zararlı ışınları süzme gibi
önemli bir işlevi olan ozon tabakasının incelmesi, insanların ve diğer
canlıların kanserojen etkilere maruz kalması demektir. Bu, insanlarda
cilt kanseri, göz kataraktı, göz kanseri vb. hastalıklarda artış demektir. Ozon tabakasının kimi bölgelerde (Güney Kutbu gibi) incelmesi, hatta
bazı bölgelerde tamamen tükenmiş olmasının nedeni, başta CFC (kloroflorakarbon),
karbondioksit, azotdioksit, ve metan gibi gazların artışlarıdır. Bu sorunlara gerçek bir çözüm için, öncelikle sorunun kaynağını, sorumlularını
doğru tespit etmek gerekir. Sorunun kaynağı, rakamsal verilerin de ışığında,
ayan-beyan ortadadır. Emperyalist kapitalist düzendir. Bu konuda şu
somut örnekleri verebiliriz: Dünyadaki enerjinin %70i emperyalist ülkelerce tüketilmektedir;
Ve dünyanın toplam enerji tüketimi sonucunda her yıl atmosfere 5 milyar
ton metreküp karbon verilmekte, bu da sera etkisini artırmaktadır. Zaten
sera gazları kapitalizmin gelişimine paralel olarak özellikle son 150
yıldır artmıştır. Sadece ABD bu gazların yüzde 64ünden sorumludur.
Ozon tabakasının incelmesinde neden olan gazlardan azotoksitler, ses
duvarını aşan uçakların çıkardığı egzozlarda bulunmaktadır. Ve bu gaz
tek başına, ozon tabakasının bozulmasından yüzde 25 oranında sorumludur.
Örneğin, günde 7 saat 20 kmlik bir yükseklikte uçuş yapan bu süper
jet uçaklarından 500ü sözkonusu alanda ozon tabakasının yüzde
50 oranında azalmasına neden olabilir. Ki, ozon tabakasında her yüzde
1lik azalma, insanlarda yüzde 2 oranında cilt kanserinde artış
demektir. CFCler; ev ve endüstriyel soğutma sistemlerinde, temizlik, dezenfekte,
köpük maddeleri aracılığıyla, özellikle de elektronik endüstrisinde
kullanımla ortama verilir. 1930 yılından önce doğada bulunmayan CFC
gazları yüzde 84 oranında endüstriyel ülkelerden kaynaklı olarak atmosferde
bulunmaktadır. ABD bu konuda yine birinci dereceden sorumludur. CFC
gazlarının yerine kullanılabilecek gazlar vardır, fakat daha pahalı
olduğu için tercih edilmemektedir. Kâr hırsı herşeyin önüne geçmektedir.
Sera gazlarından biri olan CO2 (karbondioksit) gazı, fosil yakıt tüketimi,
endüstrileşme ve ormansızlaşma ile atmosfere çokça verilmektedir. Küresel
ısınmaya yüzde 60 oranında katkısı olan bu gazı, yine en fazla yayan
ülke ABDdir. Ormanların yokedilmesiyle de yaşanılan sorunlar derinleşmektedir.
Dünyadaki tropikal ormanların 1,9 milyon hektarlık alanının, her yıl
1,5 milyon hektarlık bölümü asit yağmurları nedeniyle yokolmaktadır.
Asit yağmurları; özellikle termik santraller ile kömür ve petrol yakımı
sonucu fabrikalardan çıkan kükürtdioksit gibi gazların havadaki su ile
reaksiyonu sonucu sülfürikasite dönüşmesi ve bunun yağmurlarla yeryüzüne
ulaşması ile oluşur. Örneğin, 100 wattlık bir lambayı bir yıl
boyunca hergün 12 saat yakmak için yaklaşık 179 kglık kömür enerjisi
kullanılır ve bu kömür de 425 kilo asi yağmuru olarak geri döner. Ağaçların,
özellikle de çamların ilk tohumlarının olgunlaşabilmeleri için 50 yıla
ihtiyaç vardır. Eğer iklim bu 50 yılda çok fazla değişirse, ağaçlar
buna uyum sağlayamayacak ve öleceklerdir. Ayrıca ormanların çürümesi
yine ortama karbondioksit yayılmasına neden olacaktır, ki bu sera etkisini
daha da artıracaktır. Kükürtdioksitin zararları sadece asit yağmuru ile sınırlı değildir.
Termik santrallerce ortama bolca verilen bu gaz, doğal bitki örtüsüne
verdiği zarar kadar ekim alanlarını da etkilemektedir. İnsan sağlığına
bu dolaylı etkileri yanında, özellikle solunum sistemi ve kalp üzerinde
bloke edici etkisi bulunmaktadır. Örneğin, 1952 yılında, Londrada
55-70 yaş arası 4 bin kişinin kükürtdioksit gazı yüzünden öldüğü tespit
edilmiştir. Bu gazın etkilerinin azalması, ki buna yarılanma süresi
deniliyor, 20 saattir. Ve bu sürede bu gaz 60 km uzağa rüzgarla taşınabilir.
Yani, bir kükürtdioksit kaynağının (termik santral, fabrika vb.) 60
kmlik bir alanın bitki örtüsü ve yaşayan canlılarını tehdit etme
riski bulunmaktadır. Oysa bu gazı daha bacalarda kontrol altına alabilecek
teknik donanım mevcuttur. Asıl sorun, bunun masraf g&oul;rülüp, ciddiye
alınmamasıdır. Aslında ciddiye alınmayan insan ve doğa yaşamı, dünyanın
geleceğidir! Enerji sektöründen kaynaklı karbondioksit artışını durdurabilecek,
hatta 2005 yılına dek en az %20 oranında azaltabilecek teknik kapasite
mevcuttur emperyalist-kapitalist ülkelerde. Ancak yine kâr hırsı uğruna
kullanılmamaktadır. Küresel ısınmaya katkı anlamında karbondioksitten 25 kat daha tehlikeli
bir gaz olan metan gazı, bugün 1750 yılındaki miktarının iki katı oranında
artmıştır. Nitrozoksit gazı ise, 18.yüzyıl ortalarından bu yana, özellikle
son 50 yıldır artış göstermiştir. Bu gazların küresel ısınma üzerindeki etkileri kendini sürekli göstermesine
rağmen, hala ciddi bir adım yoktur. Örneğin, 1991de Bangladeşte
onbinlerce kişinin ölümüne neden olan sel felaketinin nedeni, küresel
ısınma sonucu deniz yüzeylerinin ısınması ve bunun da şiddetli kasırgalara
neden olmasıdır. Kuzeydoğu tropikal pasifik bölgelerinde 1991 yılında
çok şiddetli tayfunların yaşanması da bundan dolayıdır. Isınma sonucu suların genleşmesi ve buzulların erimesiyle, 1910 yılından
beri deniz seviyesinden 20 cmlik bir yükselme olmuştur. Ve bunun
önümüzdeki yıllarda artacağı kesindir. Bu ise, kıyı şeritlerinde yaşayan
insanları doğrudan tehdit ettiği gibi, tarım alanlarının sular altında
kalması ve işlevsizleşmesi gibi riskler taşımaktadır. Küresel ısınmaya karşı bugünden önlemler alınsa bile, olumsuz sonuçlarını
önümüzdeki 30-40 yıl daha yaşamak durumunda kalacağız. Örneğin, şu anki
küresel ısınma 1950li yıllardaki sera gazları nedeniyledir. Çünkü,
büyük ısı kapasitelerinden dolayı okyanuslar ısınmayı 30-40 yıl geciktirirler.
Durum buyken, küresel ısınmanın önüne geçebilecek hiçbir adım atılmamıştır.
Çözüm önerilerinin, kapitalist sistemi hedef almadıktan sonra, gerçekleşme
şansı son derece zayıftır. 1974lerden beri dönem dönem birçok
ülke biraraya gelip sözde çözüm arıyorlar ve sonuç değişmiyor. Örneğin
ABD sera etkisine neden olan gazların salınımının kısıtlanmasını hedefleyen
ve 1998 yılında imzaya açılan Kyoto Protokolünü imzalamamakta
direniyor. Bu kadar açıktan pervasızlaşması, küstahlıktan öte, sistemin
temel karakteristiği olan aşırı kârdan hiçbir şekilde taviz verilmek
istenmemesindendir. Protokolü imzalamak zorunda kalanlar, gelişmeye
başlayan çevre hareketi nedeniyle esas sorumluluğu gizleme çabasında
olan ülkelerdir. Dolayısıyla, yaşanan çevre katliamı kapitalizmin dolaysız sonuçlarından
biri olduğu için, kapitalizmi hedeflemeyen çözüm önerileriyle ortaya
çıkan çevre hareketinin amacına ulaşması mümkün değildir. İnsanlık ancak, çevre sağlığını gözeten bir üretim, kentleşme, enerji
ve ulaşım politikası izleyecek ve bunu toplum sağlığının vazgeçilmez
koşulu sayacak bir programla, kapitalizmden miras çevre tahribatından
kurtulmaya doğru adım atabilecektir. Bu program ise, işçi sınıfının
devrimci programıdır. |
|||||