EMO, MMO ve Haber-Senin Telekomun Devleti küçültmek adına yağmayı
büyütmek süreci...
İletişim altyapısının önemi Özelleştirme kavramının ilk kez akademik tartışmalardan sıyrılıp pratik
bir süreç olarak karşımıza çıkması Reagan-Thatcher ikilisinin ABD ve İngilteredeki
iktidar dönemlerinin eseridir. Önceleri KİTler üzerine kâr/zarar
tartışmasıyla şekillenen, kamu açıkları ve bu açıklar olmayınca refahın
artacağı teziyle beslenen ve özünde başta sağlık, eğitim, sosyal güvenlik,
haberleşme ve enerji gibi kamu eliyle sürdürülen hizmetlerin yeni ticari
alanlar olarak yeniden örgütlenmesini hedefleyen anlayış, özelleştirme
kavramında vücut buldu. Amaç tıkanan sistemin önünü açmak ve dev ulusaşırı
tekellere nefes aldırmaktı. Devleti küçültmek adına yağmayı büyütmek süreci
bu şekilde başladı. Mikro-elektronikteki olağanüstü gelişmeler, yazılımın başlı başına bir
ürün olarak ortaya çıkması, bilgisayar teknolojisindeki baş döndürücü
hız ve bilgisayar teknolojisinin haberleşme ve Radyo/TV yayıncılığıyla
bütünleşmesi, dünyada bir teknolojik devrim olarak anılmaya başlandı.
Kimileri bunu tıpkı sanayi devrimi gibi bir devrimle açıkladılar ve adına
Bilgi Devrimi denildi. İlk olarak 1977 yılında Ekonomik İşbirliği ve Gelişme
Teşkilatı (Organization for Economic Co-operation and Development-OECD)nın
Enformasyon, Bilgisayar ve Haberleşme Politikaları (Information, Computer
and Communications Policy-ICCP) Komisyonunda Ulusal Enformasyon Altyapısı
fikri ortaya atıldı. Türk Telekomun satışı basit bir özelleştirme operasyonu değildir Türk Telekomun satılmasına yönelik çabalar global enformasyon altyapısının
oluşmasına yöneliktir ve ABD hegemonyasının daha kolay kurulmasını sağlayacaktır.
Bu hedef, ABDnin kendi iktidar programında vardır. Altyapıya kim
sahip olursa, buradan tüm ticareti kontrol edecektir. Bunu takip eden
yasalar, fikir ve sanat eserleri hakları, telif hakları gelecektir. Çıkacak
yasaların kötü olduğu söylenemez, ancak altyapı ele geçirildikten sonra
arkası gelecektir. Türk Telekom sadece telefon hizmeti veren bir kuruluş değildir. Artık
televizyon yayını, telefon, radyo, internet hizmetlerinin evliliği sözkonusudur
ve birinci hedef e-ticarettir. Tıkanmış elektronik sanayilerinin önünü
açmak isteyen uluslararası tekeller, önlerinde buna engel olacak hiçbir
devlet, yasa, mevzuat ve toplumsal muhalefet istememektedirler. Doğal tekellere saldırı, fiktif rekabet söylemi ve özelleştirmeler Gaz, elektrik, su, demiryolu, haberleşme altyapısı gibi ağ biçiminde
dağıtılan mal ve hizmetler doğal tekel konumundadır. Doğal tekellerin
temel özelliği ilk yatırım maliyetlerinin yüksek oluşudur. Bu özellikleri
nedeniyle doğal tekeller, gerek mal ve hizmetin kalitesini artırarak
gerekse rekabet ortamı yaratarak, mal ve hizmet fiyatlarını ucuzlatma
şansının olmadığı alanlardır. Yani doğal tekellerde bir bölgede birden
fazla hizmet ağı kurmak ekonomik değildir. Dolayısıyla özelleştirmecilerin
temel tezi olan rekabet ortamı yaratarak mal ve hizmet fiyatlarını ucuzlatmak
fikri geçersizdir. Yani bu sektörlerde gerçek rekabet şansı yoktur. Doğal
tekellerde rekabet fikri, fiktiftir. (Enerji alanında yıllardır söylenen
rekabet yaratıyoruz, özel sektör dinamizminden yararlanıyoruz
teranesinin aslının yüksek fiyatlı, alım garantili ve negatif riskl YİD
ve Yİ sözleşmeleriyle kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi olduğunu kamuoyu
ancak Beyaz Enerji Operasyonu ile anladı.) Buralarda yapılacak özelleştirmeler
kamu tekelinin yerini özel tekellerin almasını getirecektir. IMF ve Dünya Bankası ne istiyor? Dünya Bankası Başkanı James D. Wolfensohnun Biz görevlendirdik
dediği Sömürge Valisi, iç ve dış borç sarmalında kıvranan
ve nakit sıkıntısı çeken ekonomiye kaynak bulma adına son kalan kaleleri
de teslim etmeyi öneriyor. Yani elektrik enerjisi sektörünü, haberleşme
sektörünü ve THYyi satmayı öneriyor. Para geliyor teranesinin
altında, çıkarılan Elektrik Piyasası Yasası, Doğal Gaz Piyasası Yasası,
TTnin satışına yönelik yeni yasal düzenlemeler eliyle bu doğal tekelleri
ucuza kapatma ve ulusaşırı şirketlerin kar alanına dönüştürme çabaları
yatmaktadır. Hükümet tefeci eline düşmüş tüccar benzeri teslim olmuş durumdadır. Enerji sektöründe son onbeş yıldır yaşananlar şimdi TTde tekrarlanıyor:
Önce kötü yönet, kurumun yapısını boz; ardından "kamu bu işi beceremiyor"
de En Milliyetçi Hükümetin iktidara gelmesiyle TT tarihinin
en kötü yönetimine kavuştu. Sayısı binleri bulan tayinler, görevden almalar
ve sürgünlerle Türkiye tarihinde eşine rastlanmayan bir siyasal kadrolaşma
yaşanmakta. Teknik bilgi, teknoloji ve tecrübe gerektiren ve sürekli yeni
teknolojik yatırımlar gerektiren bir sektör, kafatasçı bir zihniyetin
hegemonya alanına dönüştürüldü. Bir yandan kadro fazlalığı var
yalanı yayılırken diğer yandan Ülkücü Teknik Elemanlar adlı bir derneğin
yönlendirdiği ve hiçbir teknik formasyonu olmayan kişiler önce geçici
kadroya alındı, oradan da sahte sınavlarla teknisyen olarak istihdam edilmeye
başlandı. Kurum yüksek personel hareketliliği yanında iş bilmez siyasal
kadrolara teslim edildi. Siyasetçiler, TTyi satmak için her yolu denediler! Ülkeye dolar getirmeye geldiğini söyleyen Kemal Derviş, TTyi 3-4
milyar dolara satarak getirmeye değil götürmeye geldiğini göstermektedir.
TTnin sadece GSMsinin lisans hakkının 3 milyar dolar ettiği
bilinmektedir. Ayrıca her iki taslakta da yüzde 49dan fazlası
yabancılara devredilemez denirken, kalan hisselerin kime, ne oranda, hangi
koşullarda satılacağı, değerinin ne olacağı tamamen muğlaktır. Kurum, satılmaya karar verildiği andan itibaren yıllarca kötü yönetilerek
işletmesi problemli bir hale getirilmiştir. Satış fikri, bugün bu durum
üzerine oturtulmaya çalışılmaktadır. Görünen o ki, mevcut yönetim bu kurumu
yormuş, Kemal Derviş de yıkmaya gelmiştir. Üstelik 1999 yılında 1.3 milyar
dolar kar eden TTnin 2000 yılı kar-zarar oranı açıklanmamakta, buna
karşılık 3 yıllık kâr miktarına satılmaya çalışılmaktadır. 4 Mayıs 2001
Artan oranlı gelir ve servet vergisi!
Yeni düzenlemeye göre gıda ürünlerinden alınan KDV oranı sabit tutuldu.
Buna karşın KDVsi %17 olan mal ve hizmetlerde bu oran %18e
çıkartıldı. Daha önce %25 KDV alınan mal ve hizmetlerde ise oran gene
bir puan yükseltilerek %26ya yükseltildi. Temel mal ve hizmetlerde KDVnin yükseltilmesi iğneden ipliğe her
şeye bir kez daha zam yapılacağı anlamına gelmektedir. Bu noktada gıdada
KDV oranlarını artırmadık sözü bir yalan ve aldatmacadan başka anlam
taşımamaktadır. Gıda maddeleri üretiminde kullanılan bir çok şey zamlandığında
bu başta ekmek olmak üzere tüm gıda maddelerine yansıyacaktır. Hükümet KDV oranlarını birer puan arttırmakla yaklaşık 500 trilyon lira
ek gelir beklendiğini açıkladı. Bu da işçi ve emekçilerin cebinden 500
trilyon daha çalınacağı anlamına gelir. Bu artış yapılmadan önce ise işçi
ve emekçiler yılda 11 katrilyon gibi çok büyük bir parayı KDV olarak devlet
hazinesine, oradan da sömürücü ve vurguncu burjuvazinin kasasına aktarıyorlardı. Sermaye dolaylı vergileri, bu verginin herkesten alındığı aldatmacası
ardına gizlenebilmek için tercih eder. Bu verginin herkesten eşit şekilde
alındığı iddiası dediğimiz gibi sadece bir aldatmacadan ibarettir. Toplanan
dolaylı vergilerin en az %90nı işçi ve emekçiler, yani toplumun
çalışan kesimleri öder. Çünkü bu vergiler hep de temel tüketim maddelerinden
alınır ve dolayısıyla nüfusun ezici bölümü olarak çalışanların cebinden
çıkar. İşçi ve emekçiler daha fazla yoksullaşmalarını sağlayan dolaylı vergilerin
ve bu arada KDVnin tamamen kaldırılmasını, bunun yerine artan oranlı
gelir ve servet vergisi sisteminin uygulanmasını istemeli, bunun için
mücadele etmelidirler. Artan oranlı gelir ve servet vergisi
sistemi, bu düzen altında, vergi yükünü yüksek gelirlere ve büyük servetlere
sahip olanlara bindirmenin biricik yoludur. |
|||||