12 Mayıs'01
Sayı: 08


  Kızıl Bayrak'tan
  Ülkenin satışı, emekçilerin yıkımı ve hücre saldırısı
  Direniş büyüdükçe katlıamcı devlet acizleşiyor, medya pislik kusuyor!
  Yaşamak ve yaşatmak için ölüyorlar!
  Direnişin gücü karşısında dize gelecekler!
  TELEKOM'da emperyalist talan!
  TELEKOM'da özelleştirme saldırısına tepkiler
  Sınıf hareketi
  "İş güvencesi" oyununun altından kıdem tazminatı saldırısı çıktı!
  Geleceği kucaklamak için
  "İşçinin en büyük silahı üretimden gelen gücüdür, bunu iyi kullanması gerekiyor"
  1 Mayıs'ın ışığında sınıf hareketi
  Katil devletten hesabı emekçiler soracak!
  Gençlik
  Kapitalizmde çocuk olmak
  Çocuk emeği, kapitalizm ve sosyalizm...
  Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz!
  Kapitalizm ve çevre sağlığı
  Dünyadan kısa kısa...
  Basından...
  Mücadele Postası



Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

EMO, MMO ve Haber-Sen’in Telekom’un
özelleştirilmesine ilişkin ortak açıklamasından...

“Devleti küçültmek adına yağmayı büyütmek süreci...”


(...)

İletişim altyapısının önemi

Özelleştirme kavramının ilk kez akademik tartışmalardan sıyrılıp pratik bir süreç olarak karşımıza çıkması Reagan-Thatcher ikilisinin ABD ve İngiltere’deki iktidar dönemlerinin eseridir. Önceleri KİT’ler üzerine kâr/zarar tartışmasıyla şekillenen, kamu açıkları ve bu açıklar olmayınca refahın artacağı teziyle beslenen ve özünde başta sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, haberleşme ve enerji gibi kamu eliyle sürdürülen hizmetlerin yeni ticari alanlar olarak yeniden örgütlenmesini hedefleyen anlayış, özelleştirme kavramında vücut buldu. Amaç tıkanan sistemin önünü açmak ve dev ulusaşırı tekellere nefes aldırmaktı. Devleti küçültmek adına yağmayı büyütmek süreci bu şekilde başladı.

Mikro-elektronikteki olağanüstü gelişmeler, yazılımın başlı başına bir ürün olarak ortaya çıkması, bilgisayar teknolojisindeki baş döndürücü hız ve bilgisayar teknolojisinin haberleşme ve Radyo/TV yayıncılığıyla bütünleşmesi, dünyada bir teknolojik devrim olarak anılmaya başlandı. Kimileri bunu tıpkı sanayi devrimi gibi bir devrimle açıkladılar ve adına Bilgi Devrimi denildi. İlk olarak 1977 yılında Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (Organization for Economic Co-operation and Development-OECD)’nın Enformasyon, Bilgisayar ve Haberleşme Politikaları (Information, Computer and Communications Policy-ICCP) Komisyonunda Ulusal Enformasyon Altyapısı fikri ortaya atıldı.
(...)

Türk Telekom’un satışı basit bir özelleştirme operasyonu değildir

Türk Telekom’un satılmasına yönelik çabalar global enformasyon altyapısının oluşmasına yöneliktir ve ABD hegemonyasının daha kolay kurulmasını sağlayacaktır. Bu hedef, ABD’nin kendi iktidar programında vardır. Altyapıya kim sahip olursa, buradan tüm ticareti kontrol edecektir. Bunu takip eden yasalar, fikir ve sanat eserleri hakları, telif hakları gelecektir. Çıkacak yasaların kötü olduğu söylenemez, ancak altyapı ele geçirildikten sonra arkası gelecektir.

Türk Telekom sadece telefon hizmeti veren bir kuruluş değildir. Artık televizyon yayını, telefon, radyo, internet hizmetlerinin evliliği sözkonusudur ve birinci hedef e-ticarettir. Tıkanmış elektronik sanayilerinin önünü açmak isteyen uluslararası tekeller, önlerinde buna engel olacak hiçbir devlet, yasa, mevzuat ve toplumsal muhalefet istememektedirler.

Doğal tekellere saldırı, fiktif rekabet söylemi ve özelleştirmeler

Gaz, elektrik, su, demiryolu, haberleşme altyapısı gibi ağ biçiminde dağıtılan mal ve hizmetler doğal tekel konumundadır. Doğal tekellerin temel özelliği ilk yatırım maliyetlerinin yüksek oluşudur. Bu özellikleri nedeniyle doğal tekeller, gerek mal ve hizmetin kalitesini artırarak gerekse rekabet ortamı yaratarak, mal ve hizmet fiyatlarını ucuzlatma şansının olmadığı alanlardır. Yani doğal tekellerde bir bölgede birden fazla hizmet ağı kurmak ekonomik değildir. Dolayısıyla özelleştirmecilerin temel tezi olan rekabet ortamı yaratarak mal ve hizmet fiyatlarını ucuzlatmak fikri geçersizdir. Yani bu sektörlerde gerçek rekabet şansı yoktur. Doğal tekellerde rekabet fikri, fiktiftir. (Enerji alanında yıllardır söylenen “…rekabet yaratıyoruz, özel sektör dinamizminden yararlanıyoruz…” teranesinin aslının yüksek fiyatlı, alım garantili ve negatif riskl YİD ve Yİ sözleşmeleriyle kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi olduğunu kamuoyu ancak Beyaz Enerji Operasyonu ile anladı.) Buralarda yapılacak özelleştirmeler kamu tekelinin yerini özel tekellerin almasını getirecektir.

IMF ve Dünya Bankası ne istiyor?

Dünya Bankası Başkanı James D. Wolfensohn’un “Biz görevlendirdik” dediği “Sömürge Valisi”, iç ve dış borç sarmalında kıvranan ve nakit sıkıntısı çeken ekonomiye kaynak bulma adına son kalan kaleleri de teslim etmeyi öneriyor. Yani elektrik enerjisi sektörünü, haberleşme sektörünü ve THY’yi satmayı öneriyor. “Para geliyor” teranesinin altında, çıkarılan Elektrik Piyasası Yasası, Doğal Gaz Piyasası Yasası, TT’nin satışına yönelik yeni yasal düzenlemeler eliyle bu doğal tekelleri ucuza kapatma ve ulusaşırı şirketlerin kar alanına dönüştürme çabaları yatmaktadır. Hükümet tefeci eline düşmüş tüccar benzeri teslim olmuş durumdadır.

Enerji sektöründe son onbeş yıldır yaşananlar şimdi TT’de tekrarlanıyor: Önce kötü yönet, kurumun yapısını boz; ardından "kamu bu işi beceremiyor" de

‘En Milliyetçi Hükümet’in iktidara gelmesiyle TT tarihinin en kötü yönetimine kavuştu. Sayısı binleri bulan tayinler, görevden almalar ve sürgünlerle Türkiye tarihinde eşine rastlanmayan bir siyasal kadrolaşma yaşanmakta. Teknik bilgi, teknoloji ve tecrübe gerektiren ve sürekli yeni teknolojik yatırımlar gerektiren bir sektör, kafatasçı bir zihniyetin hegemonya alanına dönüştürüldü. Bir yandan “kadro fazlalığı var” yalanı yayılırken diğer yandan Ülkücü Teknik Elemanlar adlı bir derneğin yönlendirdiği ve hiçbir teknik formasyonu olmayan kişiler önce geçici kadroya alındı, oradan da sahte sınavlarla teknisyen olarak istihdam edilmeye başlandı. Kurum yüksek personel hareketliliği yanında iş bilmez siyasal kadrolara teslim edildi.
(...)

Siyasetçiler, TT’yi satmak için her yolu denediler!

Ülkeye dolar getirmeye geldiğini söyleyen Kemal Derviş, TT’yi 3-4 milyar dolara satarak getirmeye değil götürmeye geldiğini göstermektedir. TT’nin sadece GSM’sinin lisans hakkının 3 milyar dolar ettiği bilinmektedir. Ayrıca her iki taslakta da yüzde 49’dan fazlası yabancılara devredilemez denirken, kalan hisselerin kime, ne oranda, hangi koşullarda satılacağı, değerinin ne olacağı tamamen muğlaktır.

Kurum, satılmaya karar verildiği andan itibaren yıllarca kötü yönetilerek işletmesi problemli bir hale getirilmiştir. Satış fikri, bugün bu durum üzerine oturtulmaya çalışılmaktadır. Görünen o ki, mevcut yönetim bu kurumu yormuş, Kemal Derviş de yıkmaya gelmiştir. Üstelik 1999 yılında 1.3 milyar dolar kar eden TT’nin 2000 yılı kar-zarar oranı açıklanmamakta, buna karşılık 3 yıllık kâr miktarına satılmaya çalışılmaktadır.
(...)

4 Mayıs 2001
Ali YİĞİT (EMO YK Başkanı)
Mehmet SOĞANCI (MMO YK Başkanı)
Abdullah KAHRAMAN (Haber-Sen Örgütlenme Sekreteri)




KDV ve tüm dolaylı vergiler kaldırılsın!

Artan oranlı gelir ve servet vergisi!


İşbaşındaki hükümet, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek için her yola başvuruyor. Şimdiye kadar gerçekleştirilen saldırılara bu kez de KDV oranlarının arttırılması eklendi.

Yeni düzenlemeye göre gıda ürünlerinden alınan KDV oranı sabit tutuldu. Buna karşın KDV’si %17 olan mal ve hizmetlerde bu oran %18’e çıkartıldı. Daha önce %25 KDV alınan mal ve hizmetlerde ise oran gene bir puan yükseltilerek %26’ya yükseltildi.

Temel mal ve hizmetlerde KDV’nin yükseltilmesi iğneden ipliğe her şeye bir kez daha zam yapılacağı anlamına gelmektedir. Bu noktada “gıdada KDV oranlarını artırmadık” sözü bir yalan ve aldatmacadan başka anlam taşımamaktadır. Gıda maddeleri üretiminde kullanılan bir çok şey zamlandığında bu başta ekmek olmak üzere tüm gıda maddelerine yansıyacaktır.

Hükümet KDV oranlarını birer puan arttırmakla yaklaşık 500 trilyon lira ek gelir beklendiğini açıkladı. Bu da işçi ve emekçilerin cebinden 500 trilyon daha çalınacağı anlamına gelir. Bu artış yapılmadan önce ise işçi ve emekçiler yılda 11 katrilyon gibi çok büyük bir parayı KDV olarak devlet hazinesine, oradan da sömürücü ve vurguncu burjuvazinin kasasına aktarıyorlardı.

Sermaye dolaylı vergileri, bu verginin herkesten alındığı aldatmacası ardına gizlenebilmek için tercih eder. Bu verginin herkesten eşit şekilde alındığı iddiası dediğimiz gibi sadece bir aldatmacadan ibarettir. Toplanan dolaylı vergilerin en az %90’nı işçi ve emekçiler, yani toplumun çalışan kesimleri öder. Çünkü bu vergiler hep de temel tüketim maddelerinden alınır ve dolayısıyla nüfusun ezici bölümü olarak çalışanların cebinden çıkar.

İşçi ve emekçiler daha fazla yoksullaşmalarını sağlayan dolaylı vergilerin ve bu arada KDV’nin tamamen kaldırılmasını, bunun yerine artan oranlı gelir ve servet vergisi sisteminin uygulanmasını istemeli, bunun için mücadele etmelidirler. “Artan oranlı gelir ve servet vergisi” sistemi, bu düzen altında, vergi yükünü yüksek gelirlere ve büyük servetlere sahip olanlara bindirmenin biricik yoludur.