Göğsüne vatana ihanet yaftası olarak asılması gereken bu mektubu ertesi
gün parlamento grubuna bir destek ve dolayısıyla övünç vesilesi olarak
sunabilen bir başbakan var bugün Türkiyenin başında. Daha bir de
bunun kıymetini bilelim demesi var ki, bu sözlerden yansıyan
uşağın efendisine köpekçe bir sadakatinden ve yaltaklanmasından başka
ne olabilir ki? Aynı Ecevit bir süre önce, kendisini gece yarısı arayıp
sorgulayan, üç sorusuna üç net yanıt isteyen İMF başkanının bu davranışıyla
da övünebilmişti, aynı grup toplantısında. Türk burjuvazisi adına ülkeyi yönetenler, ABD emperyalizminin önünde
alçalmayı işte buralara kadar vardırabilmişlerdir. 15 günde 15 yasaya MGK desteği Sorun iradesiz ve itaatkar bir kukladan başka bir şey olmayan Ecevitten
öteyedir doğal olarak. Mevcut politika işbirlikçi Türk burjuvazisinin
çıkarları ve tercihleri doğrultusunda izlenen bir devlet politikasıdır
ve bizzat MGKda kararlaştırılmıştır. ABDnin sömürge valisi
Dervişin de katıldığı son MGK toplantısında, bu konu, kriz karşısında
emperyalizmin dayatmaları görüşüldü. İMFnin 15 günde 15 yasa
programı ittifakla ve bir devlet politikası olarak onaylandı.
Bundan dolayıdır ki, MGK toplantısından beri bu yasalar birbiri ardına
meclisten jet hızıyla çıkmakta ve cumhurbaşkanı tarafından aynı hızla
onaylanmaktadır. Türkiyenin emperyalizme herşeyiyle peşkeş çekilmesi, giderek sömürgeleştirilmesi
anlamına gelen bu yasaların çıkarılmasında yaşanan ufak tefek pürüzler
bir kaşık suda koparılan fırtınadan başka bir şey değildir. Emperyalist
efendilerinin dediklerini harfiyen yerine getiren uşaklar takımı, tali
bazı noktalar üzerinden gösterdikleri bu türden sahte hassasiyetlerle
göz boyamaya çalışmaktadırlar. Gerçekte ise ne yaptıklarını çok iyi bilmektedirler.
Son günlerin sahte kahramanı faşist Enis Öksüzün her sabah
Atatürkün Gençliğe Hitabesini okuyorum demesi boşuna
değildir. Bu suçluluğun dışavurumudur. Yapılmakta olanın gaflet
ve dalâletten öteye, bizzat hıyanet olduğunu kendileri
de çok iyi farkındadırlar. Ama iflas koşullarında buna mecburdurlar; bataktaki kapitalist ekonomiye
soluk aldırmak için üç-beş milyar dolar borca ihtiyaçları var. Borcu verenler
ise karşılığında Türkiyenin satışı ve emekçilerin daha beter düzeylerde
sosyal yıkımı demek olan 15 günde 15 yasanın çıkarılmasını
istiyorlar. ABD memuru Derviş, bizzat efendileri tarafından bu istemin
harfiyen yerine getirilmesini denetlemeye ve gerçekleştirmeye memur
edilmiş durumda. Emperyalistlerin istem ve tehditlerini onlar adına
gündelik olarak tekrarlayıp duruyor. Son Telekom yasasında olduğu gibi,
küçük pürüzlerle karşılaştığında ve bunu kendi başına aşamadığında doğrudan
ABDye, İMFye ya da Dünya Bankasına başvuruyor. Onların
doğrudan tehditlerini ve istemlerini devreye sokarak, yine Telekom yasasında
olduğu gibi, sonuç alıyor. Türkiye şu sıralar tüm halkın gözleri önünde işte aynen böyle yönetiliyor.
Beyaz ve maviyle Yeşilin it dalaşı Yönetici güruhun içerisinde Ecevit ve Bahçeli gibi ABDli efendilere
sadık uşaklar, Yılmaz gibi hırsızlar, Tantan gibi işkenceci ve katliamcılar
var. Onların ötesinde bu pislik düzeninin bekçiliğini yapan generaller
var. Türkiyeyi emperyalizme sorunsuz ve pürüzsüzce peşkeş çeken
bu güçler, yine de kendi aralarında bir dizi sorun üzerinden karmaşık
ve çok yönlü bir it dalaşı yaşayıp durmaktadırlar. Krizler, komplolar,
skandallar, ayak oyunları bu aynı günlerde birbirini izlemektedir. Birilerinin
beyaz enerji ya da mavi akım dosyalarının karşısına,
ötekiler Gestapo suçlamasıyla ya da beyaz ve maviyi
kullanarak Yeşili unutturamazlar imasıyla çıkabilmektedir.
Her iki taraf da kendi cephesinden kendine göre haklıdır. Zira her iki
taraf da kendine göre kirin, pisliğin, hırsızlığın ya da kanlı katliamların
dolaysız sorumluluğunu taşımaktadır. Eroin ticaretini elinde tutan kanlı
ve kirli örgüt JİTEMle özdeşleşmiş jandarmanın karşısına birilerinin
Yeşil imasıyla çıkması boşuna değildir. Yeşil
demek yalnızca kirli savaş demek değildir, yanısıra bunun finansmanının
da başta eroin ticareti olmak üzere her türlü kirli yolla sağlanması demektir.
Derwish go home! Başkent Ankarada şu günlerde sadece ülke değil, ülkenin gerçek
sahipleri olarak işçiler de ayak üstü satılıyor. Yalnızca Telekomun
satışı değil, 500 bine yakın kamu işçisinin satışı
da hararetli görüşmelere konu ediliyor. Ülkeye ihanet edenlerle sınıfa
ihanet edenler bu ikinci satışın nasıl kılıfına uydurulabileceği
üzerine hesaplar ve planlar yapıyorlar. Bu arada kıdem tazminatı saldırısı
gündeme getirilerek, ilk aşamada bunun basıncı altında satış sözleşmeleri
meşrulaştırılmak isteniyor. Böylece bu saldırının kendisinin gündemleşeceği
ikinci aşamaya da zemin döşenmiş oluyor. Türk-İşin başındaki hainler kıdem tazminatını korumak adı altında
satış sözleşmelerine imza atmaya hazırlanıyorlar. Basında Amerikalı Dervişin
Türk-İş yöneticilerini baskıcı rejimle tehdit ettiği, ya dayatmalarımıza
boyun eğersiniz ya da baskıcı rejim gelir dediği yazılıp çiziliyor. Kimse
bunu yalanlamadığına göre, demek ki durum gerçekten bu. Böylece, ülkenin
satışı için Türkiyeyi yönetenleri günübirlik tehdit eden Amerikalı
Dervişin, işçilerin satışı için de Türk-İş yöneticilerini tehdit
ettiği açığa çıkıyor. Ülkenin emperyalizme peşkeş çekilmesi ile emekçilerin
sosyal yıkımı aynı gerçeğin iki yüzü olduğuna göre, bu şaşırtıcı da değildir. Amerikalı Dervişin şahsında bu ikili özelliği işçi hareketi daha
Mart ayı içinde açıkça teşhis etmiş ve bunu eylemlerde Derwish go
home!, Amerikalı Derviş evine dön! sloganlarıyla dile
getirmişti. Bu sloganlar 14 Nisan eyleminin ardından 1 Mayısta da
ülke çapında yaygın biçimde kullanılmıştır. Derviş ABDnin ve İMFnin
sıradan bir memurudur. Fakat sözü edilen iki temel misyonu içiçe gerçekleştirmek
üzere Türkiyeye onlar tarafında atanmıştır ve fiili başbakan konumuyla
hükümet işlerini yönetmektedir. İşçi ve emekçi hareketinin teşhisi ve tepkisi bu açıdan son derece isabetli
ve anlamlıdır. Ülkenin satışı, emekçilerin sosyal yıkımı ve hücre saldırısı Faşist baskı ve terör, izlenen iktisadi ve sosyal politikanın siyasal
boyutudur. Ülkeyi ABDnin çiftliğine dönüştürenler, emekçileri sosyal
yıkıma uğratanlar, bunun engelsizce gerçekleşebilmesi için her türlü devrimci
direniş odağını ezmek zorundadırlar. Hücre saldırısı da bunun bir temel
boyutu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu basit ama temel önemde gerçeği çok
uzun zamandır yineleyip duruyoruz. Ekim ayında başlayan zindan direnişinden
beri ise devrimci propagandanın temel bir unsuru olarak aynı gerçek neredeyse
hergün yinelenmektedir. Bu sayededir ki, son 1 Mayıs eylemlerinin de tanıklık
ettiği gibi, bu gerçek artık sınıfın ve emekçilerin geniş ilerici katmanlarına
da malolmuş bulunmaktadır. Generallerin çizme yalayıcısı durumundaki Perinçekçi İPi bir yana
bırakırsanız, görünürde bu gerçeği solun tüm kesimleri de paylaşmaktadır.
Reformist solun, ilerici olmak iddiası taşıyan sendika yönetimlerinin
konuya ilişkin yazıp söylediklerine bakıldığında, hemen tümü de emekçilere
yönelik sosyal yıkım saldırısı ile hücre saldırısı arasında organik bir
bağlantı kurmakta, bunu toplumsal muhalefeti dizginleme ve teslim alma
projesinin temel bir boyutu saymaktadırlar. Fakat pratikte tümüyle farklı bir durumla karşı karşıyayız. Devrimci
tutsaklar, hücre saldırısının genel mahiyetine ilişkin açık bir değerlendirme
çerçevesinde, bunun sağladığı bilinç ve sorumlulukla, altı ayı aşkın bir
süredir inanılmaz bir kararlılık ve fedakarlıkla direniyorlar. Katliamda
ve direnişte kaybedilenlerin sayısı 50yi aşmış durumdadır. Buna
rağmen reformist çevreler kuru açıklamaların ötesinde hiçbir şey yapmamaktadırlar.
Burada, bu tutumda, samimiyetsizlik ve sorumsuzluktan öteye bir şey olmalı.
Hücre saldırısının ne anlama geldiği konusunda az-çok açık bir değerlendirmeye
sahip olanların, bu saldırının püskürtülmesinde fiilen taraf olmamaları
ve hemen hiçbir şey yapmamaları, reformist soldaki çürümeye bir gösterge
sayılmalıdır. Devrimci tutsakların altı ayı aşan bir direniş içerisinde bedenen tükendikleri
ve peşpeşe yaşamlarını yitirdikleri bir aşamada, durumlarının başka türlü
olduğunu fiilen kanıtlamak, reformist solun ve ilerici olmak iddiasında
kitle örgütü yöneticilerinin kendi elindedir ve kendi sorunlarıdır. Ülkenin
ve emekçilerin devrimci geleceğini yakından ilgilendiren bir direnişin
başarısı için üstlerine düşeni hiç değilse şu saatten sonra fiilen ve
etkin biçimde yerine getirmezlerse eğer, böylece düzendeki çürümenin soldaki
uzantıları olduklarını kanıtlamış olacaklar ve bu davranışlarından ötürü
gelecekte hep lanetle anılacaklardır. |
|||||