12 Mayıs'01
Sayı: 08


  Kızıl Bayrak'tan
  Ülkenin satışı, emekçilerin yıkımı ve hücre saldırısı
  Direniş büyüdükçe katlıamcı devlet acizleşiyor, medya pislik kusuyor!
  Yaşamak ve yaşatmak için ölüyorlar!
  Direnişin gücü karşısında dize gelecekler!
  TELEKOM'da emperyalist talan!
  TELEKOM'da özelleştirme saldırısına tepkiler
  Sınıf hareketi
  "İş güvencesi" oyununun altından kıdem tazminatı saldırısı çıktı!
  Geleceği kucaklamak için
  "İşçinin en büyük silahı üretimden gelen gücüdür, bunu iyi kullanması gerekiyor"
  1 Mayıs'ın ışığında sınıf hareketi
  Katil devletten hesabı emekçiler soracak!
  Gençlik
  Kapitalizmde çocuk olmak
  Çocuk emeği, kapitalizm ve sosyalizm...
  Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz!
  Kapitalizm ve çevre sağlığı
  Dünyadan kısa kısa...
  Basından...
  Mücadele Postası



Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalizmin TELEKOM’un özelleştirilmesindeki ısrarı...

TELEKOM şahsında
satın almak istedikleri Türkiye’dir!..


Sermaye iktidarı TELEKOM özelleştirmesinde son noktayı koymak için kolları sıvadı. Fiili başbakan Kemal Derviş’in ABD’den dönüşünün hemen ardından konuyla ilgili çabalar yoğunlaştı. İş ABD Başkanı Bush’un Ecevit’e mektup yazması ve üstü kapalı tehditlerde bulunmasına kadar vardı. Bush mektubunda Ecevit’e TELEKOM’u bizim dayattığımız koşullarda özelleştirmezseniz eğer, yeni borç konusunda avucunuzu yalarsınız demeye getirdi.

Halen bir takım pürüzlerden bahsedilse de, bunların kısa sürede aşılacağı ve meclisten geçirileceğine kesin gözüyle bakılabilir. Zira Kemal Derviş, TELEKOM ve Bankacılık yasalarının 15 Mayıs’taki İMF İcra Kurulu Toplantısı’ndan önce çıkartılması gerektiğini açık bir dille ifade etti. Bu bir İMF talimatı olduğuna göre, hükümetin tersi bir davranış içerisine girmesi için hiçbir neden yok. Kaldı ki şimdi buna ABD Başkanının talimatı da eklenmiş durumda. Türkiye’yi yöneten ABD işbirlikçileri uşaklıklarının gereğini bir kez daha harfiyen yerine getirerek TELEKOM yasasını bu talimatlar doğrultusunda çıkarmak yoluna giderlerse eğer, bununla gerçek vatan hainleri olduklarını bir kez daha kanıtlamış olacaklar.

TELEKOM satışına bahaneler

Kemal Derviş, diğer saldırı politikaları gibi TELEKOM özelleştirmesini de “Türkiye ekonomisine kaynak yaratmak” gerekçesiyle açıklıyor. Yani TELEKOM emperyalist iletişim tekellerine satılacak. Buradan gelen parayla da kriz atlatılacak, yani “vatan kurtulacak”. Bir diğer gerekçe ise, bu büyüklükte bir özelleştirme yaparsa Türkiye’nin emperyalist sermayenin güvenini kazanacağı ve onların da gelip Türkiye’ye yatırımlar yapacakları.

Benzer gerekçeler enerji ve THY gibi diğer büyük özelleştirmeler için de geçerli.

Altyapı özelleştirmelerinin gerçek nedenleri

Altyapı denildiğinde, bir ülkedeki enerji, ulaşım ve haberleşme kuruluşları akla gelir. Çünkü bunlar bir ülke ekonomisinin belkemiğidir.

Özelleştirme uygulamaları genel planda sermayeye yeni yağma ve kâr alanları açmaya hizmet eder. Fakat konu altyapı sektörleri olduğunda, emperyalist sermayenin tek amacı bu alanların yağmaya açılması değildir.

Emperyalist sermaye küresel bir altyapı oluşturmaya çalışmaktadır. Çünkü sermaye ve bilginin dünya üzerinde sınırsız ve engelsiz dolaşması, emperyalist kapitalizmin tıkanıklık ve krizlerine karşı bir çare olarak görülmektedir. Bunun için de emperyalistler dünyanın her yerindeki iletişim ve ulaşım sistemlerini kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemek istemektedirler. Bağımlı ülkelerdeki iletişim altyapılarının belli emperyalist tekeller elinde toplanması fikri de küresel bir iletişim altyapısı kurma planının parçasıdır. Bağımlı ülke yasa ve kurallarının buna göre düzenlenmesi ise işin bir başka boyutunu oluşturmaktadır ve “uluslararası tahkim” türünden adımlar buna hizmet etmektedir.

Tıkanıklık ve krizlere çare arayan emperyalist sermayenin umut bağladığı şeylerden biri de çokça sözü edilen “yeni ekonomi”dir. “E-Ticaret”de denen bu sistem, kısaca iletişim sistemleri üzerinden yatırım ve ticaret yapmak olarak tanımlanabilir. “Yeni ekonomi”nin kârlılığının artması ise, tüm dünyadaki iletişim altyapısının emperyalist tekellerin eline geçmesi ile mümkündür.

Kısaca toparlamak gerekirse, altyapı sektörlerindeki özelleştirme saldırısının temel amacı tüm dünyayı emperyalizmin doğrudan denetimi altına sokacak, onun yatırım alanı ve pazarı haline getirecek bir sistem kurmaktır. İMF ve Dünya Bankası’nın hemen her vesileyle Türkiye hükümetine bu özelleştirmelerin bir an önce gerçekleştirilmesini dayatmasının gerisinde emperyalizmin bu planları yatmaktadır.

Sermaye vurgunsuz iş yapmaz

Başta da dediğimiz gibi emperyalizmin daha temel amaçlarının bulunması, bu alanda yağma ve talan olmayacağı anlamına gelmiyor. Aksine TELEKOM özelleştirmesi vurgunların, tekellere yok fiyatına peşkeş çekmenin en rezil örneklerine sahne olmaktadır.

Türkiye ekonomisinin ölçüleri üzerinden düşünüldüğünde, TELEKOM dev bir işletmedir. Uzmanların saptamalarına göre, toplam değeri 60 milyar dolar civarındadır. Kurumu babasının çiftiği haline getiren Ulaştırma Bakanı bile TELEKOM’un değerinin 30 milyar dolardan aşağı olmadığını söylemektedir. ‘99 yılında 1.3 milyar dolar kâr elde etmesi de, TELEKOM’un ne kadar değerli ve aksi yöndeki tüm çabalara rağmen kârlı bir kuruluş olduğunu göstermeye yetmektedir.
Fakat böylesine değerli bir işletme bugün taş çatlasa 5 milyar dolara emperyalist tekellere satılmak istenmektedir. Peşkeş, yağma ve talan bu değilse başka nedir ki?

Faşist bakanın arpalıklarını koruma çabası

Son günlerde medyaya yansıyan tartışmalarda MHP’li Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz sürekli önplanda. “Uluslararası bir tekele izin vermemeliyiz” diyor Eniz Öksüz. Söylediği başka şeyler de var. Sanki emperyalist tekellerin isteklerine karşı çıkıyormuş gibi, herkes işi gücü bırakmış Enis Öksüz’ü ikna etmeye çalışıyormuşgibi bir bir hava yayılıyor.

Oysa bu faşist bakanın ne emperyalizmin isteklerine karşı gelmek, ne de TELEKOM’un yağmalanmasına itiraz etmek gibi bir derdi var. Bakanlığa geldiğinden beri yaptıkları bunu fazlasıyla göstermektedir. En basit örnek, şimdiye kadar hükümetin ve meclisin onayından geçen hiçbir saldırı yasasına karşı onun en ufak bir itirazı olmamıştır.

Şimdiki itirazının tek nedeni, TELEKOM’da sahip olduğu ve birçok faşist yandaşını yerleştirdiği arpalıklarını koruma çabasıdır. Onun döneminde kurumda binlerce insan kıyıma uğratılmış, binlerce kişi sürgüne gönderilmiş, bunların yerine ülkücü beslemeler getirilmiş, kapsamlı bir faşist kadrolaşma yaşanmıştır. Bir süredir TELEKOM’da işe girişlerin Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği tarafından düzenlendiğini bilmeyen yoktur ve bu konuda mahkemelerde birçok dava sürmektedir.

Ordunun anti-emperyalistliği ve TELEKOM özelleştirmesi

Bu kez özelleştirme tartışmalarına sektörün öneminden dolayı Genelkurmay da dahil oldu. Genelkurmay’dan bir heyet konuyla ilgili bakan ve bürokratlarla bir dizi görüşme yaptı. Sonunda Genelkurmay’ın “ulusal güvenlik”le ilgili istekleri de hazırlanan yasa tasarısında bir biçimde yer aldı.

Fakat bütün bu görüşmelerin gösterdiği daha önemli bir nokta var. Özellikle Perinçekçi İP tarafından ordunun anti-emperyalist olduğu, stratejik özelleştirmelere karşı çıkacağı yönünde bir propaganda yürütülüyordu. Genelkurmay’ın görüşmelere en üst düzeyden katılması ve sadece bir iki ayrıntı nokta dışında hazırlanan özelleştirme yasa tasarısına açıktan onay vermesi, ordu üzerinden yaratılmak istenen bu yanılsamayı olduğu gibi yıktı.

Bir kez daha somut olarak görüldü ki, bu ordu kapitalist düzenin koruyucusu bir ordudur. Bu ordunun ne sermaye düzeniyle, ne de onun arkasındaki emperyalist sistemle en ufak bir sorunu yoktur ve olamaz. Bırakalım özelleştirmeye ve diğer saldırılara karşı çıkmayı, bu ordu gündeme getirilecek saldırı politikalarının en etkili yürütücüsüdür. Enerji işletmelerinin kapılarında bunu gördük. Özelleştirmeye karşı direnen santral işçileri jandarma dipçiğiyle dağıtıldılar. TELEKOM’da da göreceğiz. Satışa karşı çıkan işçi ve emekçilerin karşısına burada da omuzu kalabalık subaylar çıkacaklar.

TELEKOM özelleştirmesinin sonuçları neler olacak?

TELEKOM özelleştirmesinin sonuçlarını tahmin etmek hiç de zor değil. Zira şimdiye kadar yaşanan bütün özelleştirmeler benzer sonuçlar doğurdu. Emperyalist tekeller ve yerli sermaye grupları büyük yağmalara imza atarken, işçi ve emekçilerin payına işsizlik, pahalılık ve bazı hizmetlerden yararlanamamak düştü. Bu kez de öyle olacak.

* Özelleştirmeyle birlikte iletişim hizmetleri pahalanacaktır. Bunlardan en önemlisi elbette telefondur. Telefon konuşma ücretleri artık hiçbir sosyal kaygı ve kamu yararı güdülmeden TELEKOM ortağı tekellerin kâr hırsları doğrultusunda ayarlanacaktır. Şu andaki cep telefonu şirketlerinin telefon konuşma ücretlerinden nasıl vurgunlar vurdukları gözönüne alınırsa, bu söylediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır.

İletişim sadece telefon konuşması demek değildir. Televizyon ve radyo yayınları, internet hizmetleri de bu kapsamdadır ve işçi ve emekçiler ancak emperyalistlerin çıkarları gerektirdiği ölçüde bunları kullanabilecektir. Kısacası hizmetlerin ücretlendirilmesi tümüyle kâr amacına bağlı olacaktır.

* Ülkenin birçok bölgesine iletişim hizmetleri gitmeyecektir. Kapitalizmin tek ilkesi kârdır. Sermaye sahibi kâr elde etmediği yere yatırım yapmaz. Bu yüzden, ülkenin ekonomik bakımdan gelişmemiş yerlerine ne bir telefon santralı kurma derdine düşer, ne de bu gibi yerlere internet altyapısı götürür. Dolayısıyla birçok yer, yukarıda saydığımız iletişim hizmetlerinden faydalanmakta sıkıntı çekecek ya da hiç faydalanamayacaktır.

* TELEKOM’da çalışan kamu emekçilerine şimdiden ya işçi statüsüne ya da başka kurumlara geçmeleri dayatılmaktadır. İşçi statüsüne geçiş, işgüvencesinin yitirilmesi demektir. Başka kuruma geçen personel ise yıllardır deneyim kazanarak uzmanlaştığı alanların dışında çalışmak zorunda kalacaktır. Bu uygulamalarla TELEKOM’da personel sayısının azaltılması, geride kalanların ise ellerindeki hakların budanması amaçlanmaktadır.

Çalışan sayısının azaltılması uygulaması bununla sınırlı da kalmayacaktır. Özelleştirmenin gerçekleşmesinden sonra onbinlerce kişinin daha kapının önüne konulacağı kesindir.

* Bunlardan hepsinden önemlisi ise, ülkenin iletişim altyapısının neredeyse tümüyle emperyalist tekellerin doğrudan denetimi altına girmesidir. Savaş durumunda ordunun TELEKOM’a el koyma yetkisinin olduğu ve uyduların özelleştirme kapsamından çıkarıldığı söylenerek, bu gerçek gizlenmeye çalışılıyor. Bunlar görüntüyü kurtarma manevrasıdır. Emperyalizmin hizmetindeki ordunun böyle bir yetkisinin olması ise hiçbir şey ifade etmez. Kaldı ki uydular ve ordunun haberleşme faaliyetleri zaten ABD’nin tam denetimi altındadır.

Birleşik mücadeleyi yükseltme zamanıdır

Özelleştirme TELEKOM’la aynı zamanda THY ve TEKEL’de de giderek gündemleşmektedir. Bunlara şeker fabrikaları da eklenebilir. Bu sektörlerin hemen hepsinde özelleştirmeye olanak veren yasalar ya çıktı ya da çıkmak üzeredir.

O halde bu temel işletmelerden başlayarak sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadelesini örgütlemenin koşulları da giderek olgunlaşıyor demektir. Enerji ve TEKEL işçileri özelleştirmeye karşı nasıl mücadele edilmesi konusunda deneyimsiz de değildirler. Bütün mesele, hem kendi deneyimlerimizden, hem de dünyada özelleştirmeye karşı yürütülen mücadelelerden gereğince öğrenebilmek ve bunu hayata geçirmekte düğümlenmektedir.

Bunun için çok şey feda etmemiz de gerekmiyor. Zira herşeyimiz zaten parça parça elimizden alınıyor. Emperyalizm ve işbirlikçi sermaye bizlere ve çocuklarımıza köleleştirilmiş bir ülke ve sefalet içinde bir yaşamı layık görüyor. Sesimizi çıkarmadığımız, verilenle yetindiğimiz sürece, düşkünleşmenin ve sefilleşmenin sonu yok. Korkunun ecele faydası yok da diyebiliriz.

Oysa gücümüzü birleştirebilir, sınıfın ve emekçi yığınların birleşik mücadelesini yaratmayı başarabilirsek, emperyalizme ve işbirlikçilerine geri adım attırabiliriz. 1 Mayıs’ta da gördük. Dünyanın her yerinde işçi ve emekçiler bizimle benzer taleplerle meydanlara çıktılar. “Kapitalizm ölümdür, kapitalizmi öldür!” diye haykıran büyük ve militan gösteriler gerçekleştirdiler. Burjuvazinin korkulu rüyalar görmesini sağladılar. Bunu ve daha fazlasını bizler de başarabiliriz.

Sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadelesini örme konusunda tüm devrimcilere, öncü, ilerici işçilere büyük görevler düşmektedir. Fakat kuşku yok ki, en büyük sorumluluk TELEKOM, TEKEL, THY ve enerji sektöründeki sınıf bölüklerinin omuzlarındadır. Onlar saldırıyı cepheden ve hakettiği düzeyde karşılamak için harekete geçerler ve belli bir direnç ortaya koyabilirlerse eğer, gerisi bir çığ gibi gelecektir.




TELEKOM özelleştirmesi ve sınıf hareketi


Son dönemde özelleştirme saldırısına karşı mücadele bir hayli hız kesmiş durumda. Bir ara hareketlenen ve örnek eylemlilikler geliştiren TEKEL işçileri dahi son birkaç aydır sessizlik içerisindeler. Belli bölgesel toplantılar ve eylem girişimleri dışında, aynı şey TELEKOM ve THY işçileri için de söylenebilir. Petro-kimya ve enerjide de herhangi bir sözü edilebilir hareketlenme yoktur.

Kısacası, başta kriz olmak üzere ülkenin yoğun gündemi ve şu an yürütülen kamu TİS’leri, özelleştirmeleri sınıf hareketinin gündeminde aşağılara itmiş bulunuyor. 1 Mayıs gösterilerinde özelleştirmeyle ilgili pek az pankart ve dövizin bulunması, bu konudaki şiarların çok az atılması da bunun göstergesi.

Bunun biri olumlu, biri olumsuz olmak üzere iki temel nedeni var. Olumlu nedeni şu. Bugün işçi ve emekçilere karşı yürütülen her türlü saldırının arkasında sermayenin ve emperyalist tekellerin doğrudan çıkarlarının bulunduğu, sınıf hareketinin önemli bir kesiminde kabul görmüş durumdadır. İşçi ve emekçiler yaşadıkları yoksullaşma ve yıkımın emperyalizmin hükümete dikte ettirdiği saldırı politikalarından kaynaklandığını görebiliyorlar. Dolayısıyla öfke ve tepkiler alanlarda doğrudan sermayeye, İMF ve Dünya Bankası gibi emperyalizmin temsilcisi kurumlara ya da saldırı politikalarının uygulayıcısı hükümete yöneltiliyor. Kendi başına ele alındığında, bunun özelleştirmeyi aşan, anti-emperyalist boyut kazanmaya son derece açık bir yönü var.

Fakat işin diğer boyutunda, belli başlı saldırı başlıklarının sınıfın gündeminde yeterince yer tutmaması vardır. Halbuki özelleştirme, sosyal hakların gaspı, ücretlerin budanması, esnek üretim dayatması, örgütsüzleştirme gibi saldırılar mutlaka ve mutlaka sermayeye ve emperyalizme karşı mücadelenin temel konuları olabilmek durumundadır. Çünkü bunlar sınıfın, emekçilerin ve toplumun geniş kesimlerinin bu mücadeleye kazanılması için kritik önemdedir.

Bugün için alanlara çıkan, sermayeye ve emperyalist kurumlara tepkisini ifade eden işçi ve emekçiler olması gerekenin ancak bir kesimidir. Büyük yığınları bu mücadeleye çekecek olan ise, sözü edilen saldırı başlıkları üzerinden örülecek ve ülkenin her yanına, her fabrika ve işletmeye yayılacak örgütlü birleşik mücadele fikridir.

Kaldı ki ekonomik ve sosyal saldırılardan bağımsızlaşan bir İMF-Dünya Bankası karşıtlığı sermaye tarafından kolaylıkla manüple edilebilecek, yönlendirilebilecek hale gelir. Emek Platformu’nun programı örneği de bunu göstermektedir. Bu program işçi ve emekçileri saldırılar karşısında bilinçlendirmekten, onlara sorunun gerçek kaynağını ve çözümlerini göstermekten ziyade, kriz içinde debelenen burjuvaziye dönük önerilerden oluşmakta, krize liberal bir çözüm reçetesi olduğu ölçüde de sınıfın elinde bir mücadele silahına dönüşmemektedir. Dönüşmesinin olanakları da yoktur.

“İMF defol!” şiarı elbette anlamlıdır. Ama “Özelleştirmeler durdurulsun!”, “Gaspedilen sosyal haklar geri verilsin!”, “Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!”, vb. gibi, sınıfın çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili temel taleplerle birlikte dile getirildiğinde bir protesto şiarı olmaktan çıkar ve bir eylem kılavuzu haline gelir.




Eyalet valisi zorlanınca Bush devreye girdi...

TELEKOM’da emperyalizme
yağma sofrası hazır!..


Telekom yasasındaki pürüzü ABD giderdi. Türkiye eyaleti valisinin zorlandığını gören başkan Bush Ecevit’e yazdığı acil mektupla sorunu çözdü. Ecevit kalan son enerji kırıntılarını da bir kez daha efendilerinin isteğini yerine getirme kararlılığına harcadı. Günlerdir çözülemeyen pürüzler, bu mektubun ardından birden çözüldü ve yasa çıktı. Amerikan uşaklarının gözü aydın, Perinçekcilere de geçmiş olsun. İkinci kurtuluş savaşı kahramanları savaşmadan gazi oldular.

Telekom yasasının çıkarılış tarzı da gösterdi ki, artık ABD hegemonyasını gizleme ihtiyacı bile duyulmuyor. Efendi kim, uşak kim ayan beyan ortada. Korkmuyor, çekinmiyorlar. Memleketi göz göre göre satışa çıkarıyorlar. Ne satışı! Satışta bile bir çıkar gözetilir. Karşılıklı çıkarlar çatışır. Bu ise düpedüz peşkeş. Ecevit ve şürekasının tellallığını yaptığı bir açık eksiltme sözkonusu. İhaleye sadece ABD’nin katılabildiği (düzenleyen de aslında odur) bir yağma sofrası kurulmuş bulunuyor.
Ülkenin bugünkü egemenleri, kapitalistler, ülke zenginliklerinin yağmaya açılmasından gocunmadıkları gibi, ellerini ovuşturarak, ağızlarından salyalar akıtarak yaklaşıyorlar yağma sofrasına. Kendilerine de bir parça düşer umuduyla... Ulusal devletten ne haber diyen olursa, o hala “Ortadoğu’nun en güçlü”sü böbürlenmesini sürdürüyor. Vatana ihanet suçunu en aşağılık biçimler altında gizlemeye çalışan medya, Bush’un mektubu haberleriyle peşpeşe, Türk ordusunun Gürcistan macerasını böbürlenerek aktarıyor. Yani, bu satışa ordunun da bir itirazı olmadığı kanıtlanıyor. Geriye devletin hukukçu başı kalıyor. Daha dün, Anayasa Mahkemesi’nin başındayken aynı yasayı (üstelik çok daha mülayim halini) güvenlik gerekçesiyle bozan Sezer de, ülke güvenliğinin ABD güvenli&curen;i anlamına geldiğini öğrenmiş görünüyor. Eyalet valisinin Sezer’i ikna ziyareti de başarıyla sonuçlandıktan sonra yasa kabul ediliyor.

Bu arada muhalefet partileri ne yapıyor derseniz, yağmadan pay kapma sırasının kendilerine gelmesini umarak beklemek, bu arada ABD’ye sadakatlerini kanıtlama kulisleri yapmak dışında yaptıkları bir şey yok. Tek siyaset, tek parti ortamı sürüyor.

Düzen cephesi yekvücut olarak ABD düzenine adapte olmuş durumdadır. Yakın zamanda TÜSİAD patronlarının en büyüğünün ağzından teslim edilen, ABD’nin dünya egemenliğine boyun eğmek zorunda oldukları gerçeği, bu ülkenin kapitalistleri ve uşakları cephesinden tümüyle içselleştirilmiş durumda. Ama onlar, sadece kendileri için kabul etmiş değiller kölece bağımlılığı. Babalarının çiftliği gibi gördükleri ülkeyi, işçisi-emekçisiyle, toptan köleliğe mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunu sağlayabilmek için her türlü baskı ve terör uygulamasından kaçınmıyorlar.

Ülkeyi satışa çıkaranlar, bu ülkenin işçilerinin ve emekçilerinin geleceği için mücadele eden devrimcileri vatan haini ilan ederek, azgın katliamlarla, hücre zulmüyle birer beşer yoketmeye çalışıyorlar.

Şimdiden 60’ı aşkın can bedeli ödeyen devrimciler, zindanlarda sürdürmekte oldukları direnişle, ülkenin satışına asla boyun eğmeyeceklerini, özgürlük mücadelesinden hiçbir zorun onları döndüremeyeceğini kanıtlamış bulunuyorlar. İşçi sınıfı ise, 1 Mayıs gösterilerinde bir kez daha tutumunu ortaya koymuştur.

Bu ülkenin geleceği, emperyalist boyunduruk ve kapitalist sömürüden kurtuluşunun yolu devrimde, sosyalizmdedir. Kurtuluş, devrimci partisinin önderliğinde savaşan işçi sınıfı tarafından kazanılacaktır.




İşçi ve emekçi
hareketinden kısa kısa...


Cam sanayinde grev kararı
Kristal-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Bağçeci’nin yaptığı yazılı açıklamaya göre; 5 Aralık 2000 tarihinde başlayan 18. dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde bugüne kadar anlaşma sağlanamaması sonucu, Trakya Cam Sanayi AŞ, Paşabahçe Cam Sanayi AŞ, Anadolu Cam Sanayi AŞ, Çayırova Cam Sanayi AŞ ve Cam Elyaf Sanayi AŞ’de grev kararı alındı. Aynı açıklamada, sözleşmenin masada bitirilmesi için görüşmelere devam edileceği de belirtildi.

İzmir Sümerbank işçilerinden hükümeti protesto eylemi
9 Mayıs günü saat 12:30’da İzmir Basma Sanayi önünde toplanan işçiler, konfeksiyon bölümünden başlattıkları yürüyüşü İzmir Basma Sanayii Müessese Müdürlüğü önüne kadar sürdürdü. Burada konuşma yapan TEKSİF Genel Başkanı Zeki Polat; “Bu ülkede işçi, memur, esnaf yani her kesim yürüyor. Ankara kendi sesini bile duymuyor. Niye duymuyor? Çünkü onların özelleştirme diye bir peşkeşleştirme talebi, amacı var. Bu ülkede sistem sorunu var. Sistemi yönetenlerin istifasıdır çare!” dedi.

Eylemde sık sık “Ankara Ankara duy sesimizi, bu gelen işçinin ayak sesleri!”, “Vur vur inlesin, Yalova dinlesin!”, “Yalova şaşırma, sabrımızı taşırma!”, “İşçi memur el ele, genel greve!”, “Sümerbank evimiz, yıktırmayız!”, “Derviş evine, Amerika’ya!” sloganları atıldı. Ayrıca, “Sömürüye son!”, “Rant peşindeki İTO Sümerbank işçisini kandıramaz!”, “Zor kazandık, kolay vermeyiz!” dövizleri taşındı.

EMO, Haber-İş ve Haber-Sen’den Telekom eylemi
İstanbul’da Gayrettepe Telekom Başmüdürlüğü önünde Telekom’un özelleştirilmesi ve MHP kadrolaşmasına karşı EMO, Haber-İş ve Haber-Sen tarafından ortak bir eylem yapıldı. Eylemde “Özelleştirme ve sürgünlere hayır!”, “Telekom vatandır, vatan satılamaz!”, “Telekom’u çokuluslu şirketlere teslim etmeyeceğiz!”, “Telekom’u İMF ve sermayeye teslim etmeyeceğiz!” yazılı pankartlar açıldı.

Haber-Sen Genel Başkanı Kemal Keleş, “Telekom’un özelleştirmesine karşı çıkmak vatan hainliğiyse, vatan hainliğine devam edeceğiz” dedi. EMO İstanbul Şube Başkanı Gazi İpek de özelleştirmeye karşı ortak mücadele çağrısı yaptı. Haber-İş 1 No’lu Şube Başkanı Levent Dokuyucu ise mücadelenin salt İstanbul’la sınırlı kalmaması gerektiğini belirtti.
Eyleme TEKSİF Bakırköy şubesi ve Sümerbank işçileri, Enerji-Yapı Yol Sen, SES Şişli, BES 2 No’lu Şube, Harb-İş, Yol-İş 1 No’lu Şube destek verdiler.

Ankara Tabip Odası ve SES’ten faşist kadrolaşmaya protesto
Ankara Tabip Odası (ATO) ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) tarafından, Numune Hastanesi önünde Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un MHP kadrolaşması ve keyfi uygulamalarına karşı basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada; MHP’li Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un Danıştay kararını yok sayarak, şef ve şef yardımcılığı sınavı yönetmeliğinde değişiklikler yapması ve Danıştay’a dava açan doktorların sürgün edilmesi protesto edildi. Tabipler ve sağlık çalışanları, yapılan bu usulsüz uygulamalara izin vermeyeceklerini vurguladılar.

Eğitim emekçilerinden baskıları protesto eylemi
Devletin emekçileri teslim almaya ve sendikaları sindirmeye yönelik baskıları devam ediyor. 2 Mayıs’ta Eğitim-Sen Genel Merkezi basılarak F tipleriyle ilgili bazı belgelere ve birkaç sosyalist yayına el konuldu. İstanbul’da bir grup emekçi 10 Mayıs’ta yaptıkları bir basın açıklamasıyla bu kaba ve keyfi saldırıyı protesto ettiler.

Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda toplanan yaklaşık 20 eğitim emekçisi alkışlarla protestoya başladı. Eğitim-Sen 7 No’lu Şube Başkanı Şaziye Köse basın metnini okuduktan sonra “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Direne direne kazanacağız!” sloganları atıldı. Basın açıklamasında; “Eğitim emekçilerinin haklı mücadelesine ve demokratik kazanımlara saldırı olarak yorumladığımız baskıların amacına ulaşmayacağını bir kez daha tekrarlıyor, grevli, toplu sözlemeli sendikal hakkımızdan vazgeçmeyeceğimizi ilan ediyoruz. Tüm eğitim emekçilerini sendikamıza sahip çıkmaya çağırıyoruz.” denildi.