Emperyalizmin TELEKOMun özelleştirilmesindeki
ısrarı... TELEKOM şahsında
Halen bir takım pürüzlerden bahsedilse de, bunların kısa sürede aşılacağı
ve meclisten geçirileceğine kesin gözüyle bakılabilir. Zira Kemal Derviş,
TELEKOM ve Bankacılık yasalarının 15 Mayıstaki İMF İcra Kurulu Toplantısından
önce çıkartılması gerektiğini açık bir dille ifade etti. Bu bir İMF talimatı
olduğuna göre, hükümetin tersi bir davranış içerisine girmesi için hiçbir
neden yok. Kaldı ki şimdi buna ABD Başkanının talimatı da eklenmiş durumda.
Türkiyeyi yöneten ABD işbirlikçileri uşaklıklarının gereğini bir
kez daha harfiyen yerine getirerek TELEKOM yasasını bu talimatlar doğrultusunda
çıkarmak yoluna giderlerse eğer, bununla gerçek vatan hainleri olduklarını
bir kez daha kanıtlamış olacaklar. TELEKOM satışına bahaneler Kemal Derviş, diğer saldırı politikaları gibi TELEKOM özelleştirmesini
de Türkiye ekonomisine kaynak yaratmak gerekçesiyle açıklıyor.
Yani TELEKOM emperyalist iletişim tekellerine satılacak. Buradan gelen
parayla da kriz atlatılacak, yani vatan kurtulacak. Bir diğer
gerekçe ise, bu büyüklükte bir özelleştirme yaparsa Türkiyenin emperyalist
sermayenin güvenini kazanacağı ve onların da gelip Türkiyeye yatırımlar
yapacakları. Benzer gerekçeler enerji ve THY gibi diğer büyük özelleştirmeler için
de geçerli. Altyapı özelleştirmelerinin gerçek nedenleri Altyapı denildiğinde, bir ülkedeki enerji, ulaşım ve haberleşme kuruluşları
akla gelir. Çünkü bunlar bir ülke ekonomisinin belkemiğidir. Özelleştirme uygulamaları genel planda sermayeye yeni yağma ve kâr alanları
açmaya hizmet eder. Fakat konu altyapı sektörleri olduğunda, emperyalist
sermayenin tek amacı bu alanların yağmaya açılması değildir. Emperyalist sermaye küresel bir altyapı oluşturmaya çalışmaktadır. Çünkü
sermaye ve bilginin dünya üzerinde sınırsız ve engelsiz dolaşması, emperyalist
kapitalizmin tıkanıklık ve krizlerine karşı bir çare olarak görülmektedir.
Bunun için de emperyalistler dünyanın her yerindeki iletişim ve ulaşım
sistemlerini kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemek istemektedirler.
Bağımlı ülkelerdeki iletişim altyapılarının belli emperyalist tekeller
elinde toplanması fikri de küresel bir iletişim altyapısı kurma planının
parçasıdır. Bağımlı ülke yasa ve kurallarının buna göre düzenlenmesi ise
işin bir başka boyutunu oluşturmaktadır ve uluslararası tahkim
türünden adımlar buna hizmet etmektedir. Tıkanıklık ve krizlere çare arayan emperyalist sermayenin umut bağladığı
şeylerden biri de çokça sözü edilen yeni ekonomidir. E-Ticaretde
denen bu sistem, kısaca iletişim sistemleri üzerinden yatırım ve ticaret
yapmak olarak tanımlanabilir. Yeni ekonominin kârlılığının
artması ise, tüm dünyadaki iletişim altyapısının emperyalist tekellerin
eline geçmesi ile mümkündür. Kısaca toparlamak gerekirse, altyapı sektörlerindeki özelleştirme saldırısının
temel amacı tüm dünyayı emperyalizmin doğrudan denetimi altına sokacak,
onun yatırım alanı ve pazarı haline getirecek bir sistem kurmaktır. İMF
ve Dünya Bankasının hemen her vesileyle Türkiye hükümetine bu özelleştirmelerin
bir an önce gerçekleştirilmesini dayatmasının gerisinde emperyalizmin
bu planları yatmaktadır. Sermaye vurgunsuz iş yapmaz Başta da dediğimiz gibi emperyalizmin daha temel amaçlarının bulunması,
bu alanda yağma ve talan olmayacağı anlamına gelmiyor. Aksine TELEKOM
özelleştirmesi vurgunların, tekellere yok fiyatına peşkeş çekmenin en
rezil örneklerine sahne olmaktadır. Türkiye ekonomisinin ölçüleri üzerinden düşünüldüğünde, TELEKOM dev bir
işletmedir. Uzmanların saptamalarına göre, toplam değeri 60 milyar dolar
civarındadır. Kurumu babasının çiftiği haline getiren Ulaştırma Bakanı
bile TELEKOMun değerinin 30 milyar dolardan aşağı olmadığını söylemektedir.
99 yılında 1.3 milyar dolar kâr elde etmesi de, TELEKOMun
ne kadar değerli ve aksi yöndeki tüm çabalara rağmen kârlı bir kuruluş
olduğunu göstermeye yetmektedir. Faşist bakanın arpalıklarını koruma çabası Son günlerde medyaya yansıyan tartışmalarda MHPli Ulaştırma Bakanı
Enis Öksüz sürekli önplanda. Uluslararası bir tekele izin vermemeliyiz
diyor Eniz Öksüz. Söylediği başka şeyler de var. Sanki emperyalist tekellerin
isteklerine karşı çıkıyormuş gibi, herkes işi gücü bırakmış Enis Öksüzü
ikna etmeye çalışıyormuşgibi bir bir hava yayılıyor. Oysa bu faşist bakanın ne emperyalizmin isteklerine karşı gelmek, ne
de TELEKOMun yağmalanmasına itiraz etmek gibi bir derdi var. Bakanlığa
geldiğinden beri yaptıkları bunu fazlasıyla göstermektedir. En basit örnek,
şimdiye kadar hükümetin ve meclisin onayından geçen hiçbir saldırı yasasına
karşı onun en ufak bir itirazı olmamıştır. Şimdiki itirazının tek nedeni, TELEKOMda sahip olduğu ve birçok
faşist yandaşını yerleştirdiği arpalıklarını koruma çabasıdır. Onun döneminde
kurumda binlerce insan kıyıma uğratılmış, binlerce kişi sürgüne gönderilmiş,
bunların yerine ülkücü beslemeler getirilmiş, kapsamlı bir faşist kadrolaşma
yaşanmıştır. Bir süredir TELEKOMda işe girişlerin Ülkücü Teknik
Elemanlar Derneği tarafından düzenlendiğini bilmeyen yoktur ve bu konuda
mahkemelerde birçok dava sürmektedir. Ordunun anti-emperyalistliği ve TELEKOM özelleştirmesi Bu kez özelleştirme tartışmalarına sektörün öneminden dolayı Genelkurmay
da dahil oldu. Genelkurmaydan bir heyet konuyla ilgili bakan ve
bürokratlarla bir dizi görüşme yaptı. Sonunda Genelkurmayın ulusal
güvenlikle ilgili istekleri de hazırlanan yasa tasarısında bir biçimde
yer aldı. Fakat bütün bu görüşmelerin gösterdiği daha önemli bir nokta var. Özellikle
Perinçekçi İP tarafından ordunun anti-emperyalist olduğu, stratejik özelleştirmelere
karşı çıkacağı yönünde bir propaganda yürütülüyordu. Genelkurmayın
görüşmelere en üst düzeyden katılması ve sadece bir iki ayrıntı nokta
dışında hazırlanan özelleştirme yasa tasarısına açıktan onay vermesi,
ordu üzerinden yaratılmak istenen bu yanılsamayı olduğu gibi yıktı. Bir kez daha somut olarak görüldü ki, bu ordu kapitalist düzenin koruyucusu
bir ordudur. Bu ordunun ne sermaye düzeniyle, ne de onun arkasındaki emperyalist
sistemle en ufak bir sorunu yoktur ve olamaz. Bırakalım özelleştirmeye
ve diğer saldırılara karşı çıkmayı, bu ordu gündeme getirilecek saldırı
politikalarının en etkili yürütücüsüdür. Enerji işletmelerinin kapılarında
bunu gördük. Özelleştirmeye karşı direnen santral işçileri jandarma dipçiğiyle
dağıtıldılar. TELEKOMda da göreceğiz. Satışa karşı çıkan işçi ve
emekçilerin karşısına burada da omuzu kalabalık subaylar çıkacaklar. TELEKOM özelleştirmesinin sonuçları neler olacak? TELEKOM özelleştirmesinin sonuçlarını tahmin etmek hiç de zor değil.
Zira şimdiye kadar yaşanan bütün özelleştirmeler benzer sonuçlar doğurdu.
Emperyalist tekeller ve yerli sermaye grupları büyük yağmalara imza atarken,
işçi ve emekçilerin payına işsizlik, pahalılık ve bazı hizmetlerden yararlanamamak
düştü. Bu kez de öyle olacak. * Özelleştirmeyle birlikte iletişim hizmetleri pahalanacaktır. Bunlardan
en önemlisi elbette telefondur. Telefon konuşma ücretleri artık hiçbir
sosyal kaygı ve kamu yararı güdülmeden TELEKOM ortağı tekellerin kâr hırsları
doğrultusunda ayarlanacaktır. Şu andaki cep telefonu şirketlerinin telefon
konuşma ücretlerinden nasıl vurgunlar vurdukları gözönüne alınırsa, bu
söylediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır. İletişim sadece telefon konuşması demek değildir. Televizyon ve radyo
yayınları, internet hizmetleri de bu kapsamdadır ve işçi ve emekçiler
ancak emperyalistlerin çıkarları gerektirdiği ölçüde bunları kullanabilecektir.
Kısacası hizmetlerin ücretlendirilmesi tümüyle kâr amacına bağlı olacaktır. * Ülkenin birçok bölgesine iletişim hizmetleri gitmeyecektir. Kapitalizmin
tek ilkesi kârdır. Sermaye sahibi kâr elde etmediği yere yatırım yapmaz.
Bu yüzden, ülkenin ekonomik bakımdan gelişmemiş yerlerine ne bir telefon
santralı kurma derdine düşer, ne de bu gibi yerlere internet altyapısı
götürür. Dolayısıyla birçok yer, yukarıda saydığımız iletişim hizmetlerinden
faydalanmakta sıkıntı çekecek ya da hiç faydalanamayacaktır. * TELEKOMda çalışan kamu emekçilerine şimdiden ya işçi statüsüne
ya da başka kurumlara geçmeleri dayatılmaktadır. İşçi statüsüne geçiş,
işgüvencesinin yitirilmesi demektir. Başka kuruma geçen personel ise yıllardır
deneyim kazanarak uzmanlaştığı alanların dışında çalışmak zorunda kalacaktır.
Bu uygulamalarla TELEKOMda personel sayısının azaltılması, geride
kalanların ise ellerindeki hakların budanması amaçlanmaktadır. Çalışan sayısının azaltılması uygulaması bununla sınırlı da kalmayacaktır.
Özelleştirmenin gerçekleşmesinden sonra onbinlerce kişinin daha kapının
önüne konulacağı kesindir. * Bunlardan hepsinden önemlisi ise, ülkenin iletişim altyapısının neredeyse
tümüyle emperyalist tekellerin doğrudan denetimi altına girmesidir. Savaş
durumunda ordunun TELEKOMa el koyma yetkisinin olduğu ve uyduların
özelleştirme kapsamından çıkarıldığı söylenerek, bu gerçek gizlenmeye
çalışılıyor. Bunlar görüntüyü kurtarma manevrasıdır. Emperyalizmin hizmetindeki
ordunun böyle bir yetkisinin olması ise hiçbir şey ifade etmez. Kaldı
ki uydular ve ordunun haberleşme faaliyetleri zaten ABDnin tam denetimi
altındadır. Birleşik mücadeleyi yükseltme zamanıdır Özelleştirme TELEKOMla aynı zamanda THY ve TEKELde de giderek
gündemleşmektedir. Bunlara şeker fabrikaları da eklenebilir. Bu sektörlerin
hemen hepsinde özelleştirmeye olanak veren yasalar ya çıktı ya da çıkmak
üzeredir. O halde bu temel işletmelerden başlayarak sınıfın ve emekçilerin birleşik
mücadelesini örgütlemenin koşulları da giderek olgunlaşıyor demektir.
Enerji ve TEKEL işçileri özelleştirmeye karşı nasıl mücadele edilmesi
konusunda deneyimsiz de değildirler. Bütün mesele, hem kendi deneyimlerimizden,
hem de dünyada özelleştirmeye karşı yürütülen mücadelelerden gereğince
öğrenebilmek ve bunu hayata geçirmekte düğümlenmektedir. Bunun için çok şey feda etmemiz de gerekmiyor. Zira herşeyimiz zaten
parça parça elimizden alınıyor. Emperyalizm ve işbirlikçi sermaye bizlere
ve çocuklarımıza köleleştirilmiş bir ülke ve sefalet içinde bir yaşamı
layık görüyor. Sesimizi çıkarmadığımız, verilenle yetindiğimiz sürece,
düşkünleşmenin ve sefilleşmenin sonu yok. Korkunun ecele faydası yok
da diyebiliriz. Oysa gücümüzü birleştirebilir, sınıfın ve emekçi yığınların birleşik
mücadelesini yaratmayı başarabilirsek, emperyalizme ve işbirlikçilerine
geri adım attırabiliriz. 1 Mayısta da gördük. Dünyanın her yerinde
işçi ve emekçiler bizimle benzer taleplerle meydanlara çıktılar. Kapitalizm
ölümdür, kapitalizmi öldür! diye haykıran büyük ve militan gösteriler
gerçekleştirdiler. Burjuvazinin korkulu rüyalar görmesini sağladılar.
Bunu ve daha fazlasını bizler de başarabiliriz. Sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadelesini örme konusunda tüm devrimcilere,
öncü, ilerici işçilere büyük görevler düşmektedir. Fakat kuşku yok ki,
en büyük sorumluluk TELEKOM, TEKEL, THY ve enerji sektöründeki sınıf
bölüklerinin omuzlarındadır. Onlar saldırıyı cepheden ve hakettiği düzeyde
karşılamak için harekete geçerler ve belli bir direnç ortaya koyabilirlerse
eğer, gerisi bir çığ gibi gelecektir.
TELEKOM özelleştirmesi ve sınıf hareketi
Kısacası, başta kriz olmak üzere ülkenin yoğun gündemi ve şu an yürütülen
kamu TİSleri, özelleştirmeleri sınıf hareketinin gündeminde aşağılara
itmiş bulunuyor. 1 Mayıs gösterilerinde özelleştirmeyle ilgili pek az
pankart ve dövizin bulunması, bu konudaki şiarların çok az atılması da
bunun göstergesi. Bunun biri olumlu, biri olumsuz olmak üzere iki temel nedeni var. Olumlu
nedeni şu. Bugün işçi ve emekçilere karşı yürütülen her türlü saldırının
arkasında sermayenin ve emperyalist tekellerin doğrudan çıkarlarının bulunduğu,
sınıf hareketinin önemli bir kesiminde kabul görmüş durumdadır. İşçi ve
emekçiler yaşadıkları yoksullaşma ve yıkımın emperyalizmin hükümete dikte
ettirdiği saldırı politikalarından kaynaklandığını görebiliyorlar. Dolayısıyla
öfke ve tepkiler alanlarda doğrudan sermayeye, İMF ve Dünya Bankası gibi
emperyalizmin temsilcisi kurumlara ya da saldırı politikalarının uygulayıcısı
hükümete yöneltiliyor. Kendi başına ele alındığında, bunun özelleştirmeyi
aşan, anti-emperyalist boyut kazanmaya son derece açık bir yönü var. Fakat işin diğer boyutunda, belli başlı saldırı başlıklarının sınıfın
gündeminde yeterince yer tutmaması vardır. Halbuki özelleştirme, sosyal
hakların gaspı, ücretlerin budanması, esnek üretim dayatması, örgütsüzleştirme
gibi saldırılar mutlaka ve mutlaka sermayeye ve emperyalizme karşı mücadelenin
temel konuları olabilmek durumundadır. Çünkü bunlar sınıfın, emekçilerin
ve toplumun geniş kesimlerinin bu mücadeleye kazanılması için kritik önemdedir. Bugün için alanlara çıkan, sermayeye ve emperyalist kurumlara tepkisini
ifade eden işçi ve emekçiler olması gerekenin ancak bir kesimidir. Büyük
yığınları bu mücadeleye çekecek olan ise, sözü edilen saldırı başlıkları
üzerinden örülecek ve ülkenin her yanına, her fabrika ve işletmeye yayılacak
örgütlü birleşik mücadele fikridir. Kaldı ki ekonomik ve sosyal saldırılardan bağımsızlaşan bir İMF-Dünya
Bankası karşıtlığı sermaye tarafından kolaylıkla manüple edilebilecek,
yönlendirilebilecek hale gelir. Emek Platformunun programı örneği
de bunu göstermektedir. Bu program işçi ve emekçileri saldırılar karşısında
bilinçlendirmekten, onlara sorunun gerçek kaynağını ve çözümlerini göstermekten
ziyade, kriz içinde debelenen burjuvaziye dönük önerilerden oluşmakta,
krize liberal bir çözüm reçetesi olduğu ölçüde de sınıfın elinde bir mücadele
silahına dönüşmemektedir. Dönüşmesinin olanakları da yoktur. İMF defol! şiarı elbette anlamlıdır. Ama Özelleştirmeler
durdurulsun!, Gaspedilen sosyal haklar geri verilsin!,
Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!, vb. gibi, sınıfın
çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili temel taleplerle birlikte dile getirildiğinde
bir protesto şiarı olmaktan çıkar ve bir eylem kılavuzu haline gelir.
TELEKOMda emperyalizme
Telekom yasasının çıkarılış tarzı da gösterdi ki, artık ABD hegemonyasını
gizleme ihtiyacı bile duyulmuyor. Efendi kim, uşak kim ayan beyan ortada.
Korkmuyor, çekinmiyorlar. Memleketi göz göre göre satışa çıkarıyorlar.
Ne satışı! Satışta bile bir çıkar gözetilir. Karşılıklı çıkarlar çatışır.
Bu ise düpedüz peşkeş. Ecevit ve şürekasının tellallığını yaptığı bir
açık eksiltme sözkonusu. İhaleye sadece ABDnin katılabildiği (düzenleyen
de aslında odur) bir yağma sofrası kurulmuş bulunuyor. Bu arada muhalefet partileri ne yapıyor derseniz, yağmadan pay kapma
sırasının kendilerine gelmesini umarak beklemek, bu arada ABDye
sadakatlerini kanıtlama kulisleri yapmak dışında yaptıkları bir şey
yok. Tek siyaset, tek parti ortamı sürüyor. Düzen cephesi yekvücut olarak ABD düzenine adapte olmuş durumdadır.
Yakın zamanda TÜSİAD patronlarının en büyüğünün ağzından teslim edilen,
ABDnin dünya egemenliğine boyun eğmek zorunda oldukları gerçeği,
bu ülkenin kapitalistleri ve uşakları cephesinden tümüyle içselleştirilmiş
durumda. Ama onlar, sadece kendileri için kabul etmiş değiller kölece
bağımlılığı. Babalarının çiftliği gibi gördükleri ülkeyi, işçisi-emekçisiyle,
toptan köleliğe mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunu sağlayabilmek için
her türlü baskı ve terör uygulamasından kaçınmıyorlar. Ülkeyi satışa çıkaranlar, bu ülkenin işçilerinin ve emekçilerinin geleceği
için mücadele eden devrimcileri vatan haini ilan ederek, azgın katliamlarla,
hücre zulmüyle birer beşer yoketmeye çalışıyorlar. Şimdiden 60ı aşkın can bedeli ödeyen devrimciler, zindanlarda
sürdürmekte oldukları direnişle, ülkenin satışına asla boyun eğmeyeceklerini,
özgürlük mücadelesinden hiçbir zorun onları döndüremeyeceğini kanıtlamış
bulunuyorlar. İşçi sınıfı ise, 1 Mayıs gösterilerinde bir kez daha tutumunu
ortaya koymuştur. Bu ülkenin geleceği, emperyalist boyunduruk ve kapitalist sömürüden
kurtuluşunun yolu devrimde, sosyalizmdedir. Kurtuluş, devrimci partisinin
önderliğinde savaşan işçi sınıfı tarafından kazanılacaktır.
İşçi ve emekçi
Eylemde sık sık Ankara Ankara duy sesimizi, bu gelen işçinin
ayak sesleri!, Vur vur inlesin, Yalova dinlesin!,
Yalova şaşırma, sabrımızı taşırma!, İşçi memur el
ele, genel greve!, Sümerbank evimiz, yıktırmayız!,
Derviş evine, Amerikaya! sloganları atıldı. Ayrıca,
Sömürüye son!, Rant peşindeki İTO Sümerbank işçisini
kandıramaz!, Zor kazandık, kolay vermeyiz! dövizleri
taşındı. Haber-Sen Genel Başkanı Kemal Keleş, Telekomun özelleştirmesine
karşı çıkmak vatan hainliğiyse, vatan hainliğine devam edeceğiz
dedi. EMO İstanbul Şube Başkanı Gazi İpek de özelleştirmeye karşı ortak
mücadele çağrısı yaptı. Haber-İş 1 Nolu Şube Başkanı Levent Dokuyucu
ise mücadelenin salt İstanbulla sınırlı kalmaması gerektiğini
belirtti. Bakırköy Özgürlük Meydanında toplanan yaklaşık 20 eğitim emekçisi
alkışlarla protestoya başladı. Eğitim-Sen 7 Nolu Şube Başkanı
Şaziye Köse basın metnini okuduktan sonra Baskılar bizi yıldıramaz!,
Direne direne kazanacağız! sloganları atıldı. Basın açıklamasında;
Eğitim emekçilerinin haklı mücadelesine ve demokratik kazanımlara
saldırı olarak yorumladığımız baskıların amacına ulaşmayacağını bir
kez daha tekrarlıyor, grevli, toplu sözlemeli sendikal hakkımızdan vazgeçmeyeceğimizi
ilan ediyoruz. Tüm eğitim emekçilerini sendikamıza sahip çıkmaya çağırıyoruz.
denildi. |
|||||