12 Mayıs'01
Sayı: 08


  Kızıl Bayrak'tan
  Ülkenin satışı, emekçilerin yıkımı ve hücre saldırısı
  Direniş büyüdükçe katlıamcı devlet acizleşiyor, medya pislik kusuyor!
  Yaşamak ve yaşatmak için ölüyorlar!
  Direnişin gücü karşısında dize gelecekler!
  TELEKOM'da emperyalist talan!
  TELEKOM'da özelleştirme saldırısına tepkiler
  Sınıf hareketi
  "İş güvencesi" oyununun altından kıdem tazminatı saldırısı çıktı!
  Geleceği kucaklamak için
  "İşçinin en büyük silahı üretimden gelen gücüdür, bunu iyi kullanması gerekiyor"
  1 Mayıs'ın ışığında sınıf hareketi
  Katil devletten hesabı emekçiler soracak!
  Gençlik
  Kapitalizmde çocuk olmak
  Çocuk emeği, kapitalizm ve sosyalizm...
  Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz!
  Kapitalizm ve çevre sağlığı
  Dünyadan kısa kısa...
  Basından...
  Mücadele Postası



Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Partimizin kurucu üyesi/Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli yoldaşa...

“Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz”!


Yaşayacaksan onun gibi yaşa
Öleceksen onun gibi öl..


“hasret uzadı
yitirdik şarkıları ,
ve sustu dudaklarımız”
“bir kırmızı karanfil büyüdü
yırttı dudaklarımızı,
dişlerimizin arasından”

Başlangıcı hatırlıyor musun? Suskundun. Bir şeylere karşı koymanın o büyük heyecanı. Korkuyla karışık bir şeyler uyandıran bu coşku. Amacın değildi bu heyecan, o bir sonuçtu. Hatırladın mı şimdi. Hadi hatırla. Yola ilk koyulduğun günleri;

“bir şeyler yapmak
yani uzatmak günü
yani unutmak bir öncekini
çiçek açmak meyve vermek doğurmak yani
marşlara bulvarlara sabahlara doğurmak
eli bayraklı doğurmak-yani ağzı ateşli
yeni sokaklar açmak yeni ayaklara yani
tutup bir ucundan çevirmek kentleri kentlere ve herşeylere”

Hatırladın değil mi? Hedefimiz değiştirmekti dünyayı. Daha ilk adımda insan bundan büyük ne isteyebilir. Yüzündeki o inancı hiç göremedim. Çünkü seni ilk defa Kızıl Bayrak’ın sayfalarında duran fotoğrafından tanıdım. Daha sonra da dinledim. Habip’e, Ümit’e olduğu gibi sana da yetişemedim. Şimdi daha önceki 15 can gibi acını hissediyorum yüreğimde.

Sana yetiştim sayılır aslında mektuplarından, direnişçilerin isimleri arasındaki isminden ve sadece yazmak istedim. Sadece yazmak senin öykünü yoldaş sıcaklığında. Ölümsüz olduğun için yazıyorum bu mektubu. Kavgamızın yolunu aydınlattığın için. Direnişin o eşsiz güneşlerinden biri olmak için sarfettiğin direngenliğin için.

“benim bildiğim şarkıları
sen de bilirdin eskiden
ellerinde kim bilir,
kaç bin karanfil taşıdın
kim bilir hangi dağa sevdalı,
hangi uçuruma hasrettin.
Karanfil miydi,
Menekşe miydi,
Kasımpatı mıydı sevdiğin
En çokta nelere gülerdin kim bilir...”

İlerlerdin durmadan. Daha da bilinçlenerek, daha da güçlenerek, örgütlenerek. Okudun amansızca bitmeyen bir susuzlukla. Belki de bazen tek isteğindi bir gül olması.

“bir gül olsun istedim, yarınlara varsın çocuklar,
yoksa nasıl büyür, yarınları yağmalanmış çocuklar”

Çocuklara bir gül bırakmaktı belki tek derdin. Ya da yarınları sağlamca kurabilmek. İlk sözcüğünden beri insanlığın belki de sadece paylaşımı çoğaltabilmek. Atıldın kavganın en önüne, devrimci partinin saflarına. Kolektif yaşam derdin ya, paylaşımı çoğaltmak için...

hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için”

Öyle ipe sapa gelmez hayallerin olmadı senin. Paris’te şarap içmeyi istemedin mesela ya da lüks bir arabanın arka koltuğunda yolculuk etmeyi... Güzel giysiler de umurunda değildi senin, pahalı eşyalar da... Yalnızca gerçekten daha gerçek bir hayalin vardı senin. Yaratacağımız dünyada yaşayabilmek. İşçi sınıfının yaratacağı toplumda yaşamak.

“yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine”

Umudunu koyup yastığına, girdin kavganın en alevli yalımlarına. Tuttun yoldaşlarının ellerinden. Yüreğini de koydun ortaya. Haydi dostlar kardeş sofrasına dedin. Belki de bir sevdiğin vardı bilmiyorum. Can yoldaşın yani. Belki de sen ona böyle seslenebilmek isterdin;

“hangimiz ilk önce
nasıl
ve nerede ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük davasını sevebildik
-dövüştük onun uğruna-
‘yaşadık’
diyebiliriz”

Bir fabrikadasın şimdi. Hayatı işliyorsun ilmek ilmek. Sınıftan öğreniyorsun. Umudu tutup bir ucundan yaşayalım diyorsun. Yanında sınıfdaşların karşında bir avuç asalak, ekmeğini taştan çıkartıyorsun. O büyük günü yaratacak ellerinle varediyorsun, üretiyorsun.

Elleri insan eli değil onların, bedenleri insan değil. İnsana ait ne varsa onların değil. Sömürüyor bir avuç asalak. Kin duyuyorsun. Sonra bunun da adını koyuyorsun. “Sınıf kini” diyorsun. Gün gelecek kusacağız elbet kinimizi burjuvaziye diye haykırıyorsun. Sen bir öncüsün. Komünist bir öndersin. Öğretiyorsun hayatı üreten ellere kavgayı üretmeyi. (“yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şeyler var; kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin. Bu yüzden birileri hep ısınıp dururken dinmez üşümelerin...”)

Öldü, diyorlar sana usulca, o eskidendi, sosyalizm öldü diyorlar. Bir hayalmiş diyorlar. İnanmıyorsun. Kızıyorsun. Kızıyorsun. Hayır diyorsun (“çünkü sen soluğumuzsun, nasıl yaşardık ölseydin”)...

Tutsak düşmek de var ya kavgada. Sen de tadıyorsun bu duyguyu. İşkence tezgahlarında şaşkına çevirirken düşmanı, umudun daha da gür, kinin daha da derin. Haykırıyorsun suratlarına;

“vur bana, döv beni!
Yükseliyor çığlıklar
Alevler gibi.
Bas tekmeyi bacaklarımın
arasına
Ölsün diye
doğmamış çocuklarım
boca edince üstüme
buz gibi suyu,
imzalarım kağıdı
diye bekle”

Ulaşabiliyorken insanlık gezegenler ötesine, silahı sadece vücudu olan bir kişinin beynindeki patikaya ulaşamadı ‘insanlık’. Zindanda düşman inanç şaşkını. Çünkü o inanmamış hiçbir gerçekliğe.

“yaşın cinsiyetin kimliğin ne olursa olsun
düşerse bir gün yolun işkencehanelere
tükür kardeşim dilini yüzlerine”

O büyük tarihsel anın kapısındasın işte. O en büyük kavgaların verildiği, direnişlerin ölümlerle yalçınlaştığı. Kavga başlıyor işte. Susun. Duyulacak yalnız onların sesi. En güzel isyanındasın işte yaşam denen mevsimin. Mevsimleri devirip direnişinle bu günlere gelmişsin. Ölüm Orucu’ndasın yoldaş. Alnında kızıl bandın, yanında yüreğinde parti bayrağın. O ne büyük bir onur öyle. O ne büyük bir gün öyle. Bir umut iklimi giriyor düşünceme; “alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz”. Kazanmak bu kadar güzel mi anlatılır. Mevsimleri devirdin işte. Mevsimleri devirdin direnişin ile. 180’li günlerde. Öyle de inatçısın ki, o kadar gerçeksin ve yaşıyorsun ki, yaşama sarılmaktasın dört elle.

Geldi işte o gün. Sıra neferinin uyuduğu o gün. Kazanmanın o korkunç gerçekliği yanı başında bu kadar yakın. Sen değil miydin Eylül’de mavi bir gülümseme, sen değil miydin ilkbaharda kırda menekşe, sen değil miydin Hiroşima’da sakat doğan küçük kız, sen değil miydin Hitler Almanya’sında yakılan, işkencehanelerden geçirilen. Sen değil miydin karanlığımıza aydınlık olan. Sen değil miydin Habipler’den, Ümitler’den devraldığın şanlı bayrağa leke sürdürmeyen. Teslim olmayan, teslim alınamayan...

Düşünsene bir görkemi. Kendi yaptığı hapishanelere iş makineleri ve bombalarla saldırmış, yakmış, yıkmış, işkence tezgahlarından geçirmiş, tek kişilik hücrelere atmış yine de teslim alamamış. Sen değil miydin o. Sen değil miydin 1917’de Rusya’da burjuvaziyi deviren. Senin mayanda direngenlik, yalansızlık, yalınlık yok mu...

İşte ateşin korla aydınlandığı o an. Yüreğimize düşüveren çiğ damlası. O korkunç acı. Ağlayamamak ve ağlamamak. Bir ses böldü türküleri, bir ses parçaladı karanlığı: “Hatice Yürekli” de ölümsüzleşenler kervanına katılmış.

Bu sesi tanıyor insanlık. Bu ses tanınıyor. Bu sesteki tonu biliyor insanlık. Ta eski Yunan’dan biliyor insanlık. Sınıf savaşımlarından. İlkel komünal toplumdan kapitalist topluma bu ses yankılanıyor.

Bu ses, bu ses; sesimiz. Haticemiz. Yüreğimiz. Partimiz TKİP’miz!..

Bir kavga yoldaşın...


İnanç ve bedel

İnancını ölümle onurlandıran
Hatice yoldaşın anısına...

Sevda bahçesinde çiçek açmak
Acılar yurdunda dirence durmak
Gecenin karasında bir yıldız olmak
Gülüşünle güzelleşir ey çocuk

Suskunun inine bir çığlık olmak
Korkunun utancına bir tokat olmak
Celladın arsızına bir inat olmak
Umudunla insanlaşır ey çocuk

İhanet çukurunu alaya almak
İnancın coşkusunda ölümü yenmek
Taşkın ırmaklarda maviye koşmak
Özleminde eylem olur ey çocuk

Hoyrat hayatların anısı olmak
Özgür yarınların onuru olmak
Bitimsiz kavgaların şarkısı olmak
Verdiğin bedele yaraşır ey çocuk...

Doğan Ceren




Hatice Yürekli’ye... Direnişinin ve yiğitliğinin anısına...

Devrettiğiniz bayrak şimdi bizim ellerimizde!..


Sevgili Yoldaş,

Ölümsüzleştiğinin haberini aldığımızda 1 Mayıs’a dönük yapılan işçi gezisinden dönüyorduk. Gezide ve önceki toplantılarda da sizin bedenlerinizi niye ölüme yatırdığınız üzerine tartışıyor, Ölüm Orucu Direnişi’yle sermaye sınıfının süregelen sistemli ve kapsamlı saldırısının bağlantısını kuruyorduk.

Ölümsüzleştiğinin haberini aldığımızda farklı duygular kapladı içimi. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu susamış olan yeryüzüne, sabırsız bir çocuk gibi iri damlalarını sunuyordu. Toprak ise coşarak emiyordu ona sunulanları. Bir an için bu anaların gözyaşları dedim. Çünkü bu süreçte analar ve aileler, bu kanlı katil devletin bütün insanlık dışı faşist baskı ve engellerine rağmen, amansız bir mücadeleyle çocuklarını ve yakınlarını yalnız bırakmadılar ve bırakmıyorlar.

Dönüp seninle geçen kısa anlarımızı kafamdan geçiriyorum. An an geçen konuşmaları hatırlamaya çalışıyorum. Sonra örgütlü devrimci bir yaşamda karar kılışımda seninle geçen konuşmalar halen zihnimde taptaze duruyor. Bulunduğum durum içinde böyle bir karar almamı önemli bulmuş, heyecanla karşılamıştın. O gün mücadele saflarından dökülen insanlar, onların bu koşullarda tutunamayışları üzerine de konuşmuştuk.

Senin sorunlar karşısında hakimiyetin, tok bir sınıf bilincin ve sıcaklığınla insanları çevrene toplaman zor olmadı. Ölümsüzleştiğinden sonra partimizin yaptığı açıklamada senin de, tıpkı Habip ve Ümit yoldaşlar gibi, partinin direnişçi kimliğini temsil ettiğin ve bunu özümsediğin vurgulandı. Herşeyi parti ve devrim davası için göze alman ve sonuçta en önlerde tereddütsüz bedenini ölüme yatırmanla, seni bu sarsılmaz dava bilinciyle daha iyi tanıdık.

Senin için herşey parti ve devrim davası içindi. Senin için yaşamak, yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekçinin haklı davasını savunmak için yaşamak ve direnmekti. Bu idealler uğruna yiğitçe direnmesini öğreneceğiz senden ve sizlerden.

Sizlerin bu destansı direnişi dışarıda da işçi ve emekçilerde saygı uyandırıyor. Nitekim 1 Mayıs’ta ülkenin pek çok yerinde hücre karşıtı sloganlar mitinglere damgasını vurmuş oldu. İşçiler ve emekçiler, gençler ve siyasi partiler, kendi talepleriyle hücre karşıtı sloganları birleştirdiler.

Seni, çok sınırlı olan görüşmelerimiz üzerinden anlatmaya çalıştım. Tabii ki bu çok sınırlı olacaktır. Ama önemli olan seni, siz yiğit öncülerimizi yaşamı köleleştirilen milyonlarca işçi ve emekçiye anlatabilmektir.

Biz genç komünistler de sizlerin yarattığı değerleri, somutta Parti’nin direnişçi kimliğini özümseyerek, sizlere layık olmaya çalışacağız. Devrettiğiniz bayrak şimdi bizim ellerimizdedir. Sizlerin de bizlerden beklediği budur. Son olarak partimizin ilk kadın şehidi olarak senin ve diğer siper yoldaşlarının önünde saygıyla eğiliyoruz.

Herşey Parti ve devrim davası için!
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!

Bir işçi yoldaşın...
H. Eren




İnancı da yakabilir mi ateşleriniz?


İnancı da yakabilir mi ateşleriniz
Öyle amansız yeşeriveren bahar çiçeklerini de
Yani insanlığı yenebilir mi insanlık
Yarattıklarıyla yokedebilir mi
Anlatmakta güçlük mü çekiyorum
Hani atom bombası desem ne dersin
ya da dinamit

yarattıklarıyla yokedebilir mi insanlık
tarihi de tahrip edebilir mi?

uzandım bu gece yanı başımda bir yalpalanma
inançsızlık umutsuzluk
yani düşmandan daha düşman olan düşmanlar mı dersin
yoksa kuşkunun o kemiren yalnızlaştırması mı
yoksa ihanete gerekçeler mi sıralarsın

ne yaparsan yap sorgulanmaktan kaçamazsın
elektrikler mi dersin yoksa askılar mı
buz kalıpları, çiviler mi?

umudu bunlar yokedebilir mi,
yenebilir mi karanlıklar aydınlıkları?
kim karşı koyabilir değişimin-diyalektiğin- gücüne
fırtınalar mı dersin
teknoloji mi dersin
insanın yarattıkları yenebilir mi insanlığı?
bir gül uzattın bana yalnız değilim ki
hücrelerde de tecrit edilmemişim
karanlık ne zaman yenmiş ki aydınlığı

karşı durabilir mi insanlık bilimin ve değişimin
o sarsıcı depremlerinin yanında

inancı da yakar mı ateşleriniz
kitapları yakarsınız
ormanları yakarsınız
insanlarımızı diri diri yakarsınız
ya inancı
inancı da yakar mı ateşleriniz?

söyleyin nasıl yenebilirsiniz
“yaşamı ölecek kadar sevenleri”
“boranlar uçmayı sürdürüyor”
“unutmak düşmandan daha düşmandır bize”
diyenleri
güneşe gömülerek düşenleri

insanın yarattıkları yenebilir mi insanları
yenebilir misiniz diyalektiğin gücünü arkasına almış
insanları
karşı koyabilir misiniz
tabutluklarda canları pahasına direnenlere

dönekleri yenersiniz
inançsızları yenersiniz
onursuzlukları yenersiniz
ama yenemezsiniz kavgaları uğruna ölenleri

iki kibrit çaktım bu gece
biri sana, içerdekine
biri de dışarıdaki binlere

iki mısra, dört cümle bir şiir okudum
şiir oldunuz dilimde
eğildim yeryüzüne güneşe doğruldum

kuş olup uçan bir kağıt parçası düştü önüme
bir dörtlük girdi düşünceme

“alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz”

uzandım güldüm sessizce
aklıma geldiniz ürperdim üşüdüm bu gece
tipi vuruyor fırtınadan arta kalan vakitte
başladım bir türkü söylemeye

“adın özgürlük olunca”

şimdi zafer dünden daha yakın
düşüyor insanlarımız birer onar
direngen bir rüzgar yalar tenimi
uğultusundan süzülen mısralar
söylüyor son sözü

“direniş sürecek,
saldırı püskürtülecek!”

B. Oran/14 Nisan 2001