Satış sözleşmelerini
alanlarda yırtmak için
Şimdi eylem zamanı!
Bunun böyle olacağı Çarşamba günü yapılan son görüşmeden sonra hem Bayram
Meralin, hem de hükümet temsilcilerinin açıklamalarından rahatlıkla
anlaşılıyor. Bayram Meral görüşmeden sonra kısaca şunları söylemiştir: Hükümet başlangıçta ilk altı aylık zammın verilmemesini, verilse
dahi ücretlere yansıtılmaması görüşünü savunuyordu. Son yaptığımız görüşmede
kök ücretlere yansıtılması kabul gördü. Biz ilk altı ay için yüzde 20
zam istiyoruz, hükümet yüzde 18 veriyor. Bu zammın ücretlere yansıtılması
ve farkının ise Şubat 2002de verilmesi konusunda bir yakınlaşma
oldu. Son kararı Sayın Başbakan Ecevit ile Kemal Derviş verecekler. İkinci altı aylık zam, yani Temmuz 2001den itibaren başlayan
dönem için de biz yüzde 20 artı enflasyon farkını istiyoruz. İlk altı
aylık zam, Temmuz 2001de ücretlere yansıtıldıktan sonra bu talebimiz
geçerli. Üçüncü ve dördüncü dilimler konusunda da yine gerçekleşen enflasyon
kadar zam istiyoruz. Gelecek salı günü masa başında sözleşmeyi bitirmek
istiyoruz. Bu tescilli sermaye uşağı daha 15 gün önce hükümetin ücret farklarının
2002 yılında ödenmesi teklifini sıfır zam dayatması olarak
değerlendiriyor ve bu iş bitmiştir, meydanlara iniyoruz diyordu.
Aradan geçen süreçte hükümetin teklifinde herhangi bir değişiklik olmadı.
Ama Bayram Meralin söyledikleri değişti ve o şimdi zam farkının
Şubat 2002de verilmesi konusunda hükümetle aralarında yakınlaşma
olduğunu ifade ediyor. Sadece bu sözler bile, Türk-İşin hükümetin istediği çizgiye geldiğini,
ilk altı ay için sıfır zammı kabul ettiğini, yani 450 bin kamu işçisini
sattığını göstermeye fazlasıyla yetmektedir. Satışın ilk altı ay için
sıfır zam meselesiyle sınırlı olmadığından, kamu işçileri adına masaya
getirilen bütün taleplerin hükümetin istekleri doğrultusunda kuşa çevrileceğinden
ise kuşku duymamak gerekir. İhanet çetesi sınıfın sessizliğinden cesaret alıyor Satış sözleşmesi büyük olasılıkla bu hafta imzalanacak. Ve kamu işçisinin
ne geçmiş dönemlerde, ne de son kriz nedeniyle uğradığı ücret ve hak kayıpları
hiçbir biçimde bu sözleşmede karşılanmayacak. Yani sözleşme tümüyle hükümetin
istediği biçimde bağıtlanacak. Krizin yükünü kamu işçilerinin sırtına
yıkmanın, onlara ödetmenin bir aracı olacak. Dahası kriz ve ya özelleştirme
gibi bahanelerle toplu işten atılmaların, hak gasplarının önü iyiden iyiye
açılmış olacak. Peki böylesine geri ve sınıfın çıkarlarına aykırı bir sözleşme için sendikal
ihanet çetesi neden bu kadar bekledi. Madem bu koşullarda imzalanacaktı,
daha hükümetle ilk görüşmede bu pekala yapılabilirdi. Açıktır ki bunun nedeni, gösterilmeye çalışıldığı gibi, kıran kırana
geçen çetin pazarlıklar ya da Bayram Meralin sınıfın çıkarlarını
savunmak için gösterdiği çaba vb. değildir. Elbette ki hükümet bu görüşmeler sürecinde belli tavizler verse ve kamu
işçisinin kimi isteklerini karşılasa, yaratılan çetin pazarlıklar
tablosu daha inandırıcı olurdu. Ama İMF ve sermayeye verilmiş dönülmez
sözler hükümetin esnek bir politika izlemesinin önünü daha baştan kesmiştir.
Dolayısıyla hem hükümet, hem de sendikal ihanet çetesi sadece ve sadece
tabandaki kamu işçisinin bir satış sözleşmesi karşısında nasıl bir tepki
ortaya koyacağını kestirebilmek için işi ağırdan almayı ve görüşmeleri
uzatmayı tercih ettiler. 1 Mayıs, kamu işçisinin sözleşmeler konusundaki duyarlılığını ölçebilmek
bakımından onlar için iyi bir gösterge oldu. Görüldüğü gibi 1 Mayıs kamu
işçisinin sözleşmeler konusunda yeterli düzeyde bir sahiplenme içerisinde
olmadığını ortaya koydu. İşte 1 Mayıs üzerinden alanlara yansıyan bu zayıflık,
satış adımları için hükümete ve sendika bürokratlarına bir hayli cesaret
verdi. Şimdi vermeye başladıkları karşılıklı yakınlaşma mesajları
bunun sonucudur. Kamu işçisi harekete geçmelidir! Açıkça söylemek gerekir ki, kamu işçisi sözleşmesine sahip çıktığını
göstermek için bir hayli zaman kaybetmiştir. Sözleşmeye sahip çıkılmamasının
nedeni ise, herkesin bildiği gibi, kamu işçisinin halinden memnun olması
değildir. Kamu işçisinin kendini çaresiz görmesi ve kimseye güvenmemesidir.
Satış sözleşmeleri de dahil sermayenin saldırı politikalarına karşı biriktirilmiş
öfke ve tepki bu nedenle harekete geçememekte, eyleme dönüşememektedir.
Ve bu sadece kamu işçisinin değil tüm bir sınıf ve emekçi hareketinin
en büyük sorunudur. Fakat geç kalınmış olsa da her şey tamamen bitmiş değildir. Kamu işçisi
sendikal ihanet çetesine güvenini yitirmekte sonuna kadar haklıdır, fakat
bunun sonucu kendi gücüne de güvensizlik olmamalıdır. Aynı zamanda kapsamlı
bir özelleştirme saldırısıyla da yüzyüze olan kamu işçisi hem kendi gücüne,
hem de bu ülkenin işçi ve emekçilerine güvenerek harekete geçmelidir.
Çünkü hem saldırıları püskürtmenin, hem de işçi sınıfının mücadele silahı
olan sendikaları bu bürokrat takımının elinden çekip alabilmenin başka
bir yolu yoktur. Unutulmamalıdır ki, kendimize, sınıfımızın gücüne güven duymadığımızda,
sadece ve sadece sermayenin ve onun içimizdeki ajanları olan sendika bürokratlarının
işini bir kez daha kolaylaştırmış oluruz. Nitekim onların özel bir çabayla
yaymak istedikleri tam da bu güvensizlik duygusudur. Satış sözleşmeleri alanlarda yırtılmalıdır! Oysa kamu işçisinin kendine güven duyması, hak ve taleplerine sahip çıkması
ve imzalanması kesin görünen satış sözleşmesini sokaklarda yırtması hem
zorunlu, hem de mümkündür. Kamu işçisi bunun için gerekli güç ve deneyime
fazlasıyla sahiptir. Öyleyse harekete geçelim. Sendikal ihanet çetesinin hükümet temsilcileriyle
kafa kafaya vererek hazırladıkları ve hiç bir aşamasında bize danışmadıkları
satış sözleşmesini tanımayalım. Sözleşmede yer almayan gerçek taleplerimiz
için örgütlenelim, üretimi durduralım ve sokaklara çıkalım. Bundan üç
yıl önce özel sektördeki metal işçileri satış sözleşmesine karşı şalterleri
indirerek sokakları zaptetmişler ve sınıfın gücünü herkese göstermişlerdi.
Onların gösterdiği yoldan yürüyelim, sermayeye ve sendikal ihanet çetelerine
karşı mücadele bayrağını yükseltelim! Sermayenin topyekün saldırısına karşı genel grev-genel direnişi örgütleyelim!
Satış sözleşmesini tanımayalım!
|
|||||