12 Mayıs'01
Sayı: 08


  Kızıl Bayrak'tan
  Ülkenin satışı, emekçilerin yıkımı ve hücre saldırısı
  Direniş büyüdükçe katlıamcı devlet acizleşiyor, medya pislik kusuyor!
  Yaşamak ve yaşatmak için ölüyorlar!
  Direnişin gücü karşısında dize gelecekler!
  TELEKOM'da emperyalist talan!
  TELEKOM'da özelleştirme saldırısına tepkiler
  Sınıf hareketi
  "İş güvencesi" oyununun altından kıdem tazminatı saldırısı çıktı!
  Geleceği kucaklamak için
  "İşçinin en büyük silahı üretimden gelen gücüdür, bunu iyi kullanması gerekiyor"
  1 Mayıs'ın ışığında sınıf hareketi
  Katil devletten hesabı emekçiler soracak!
  Gençlik
  Kapitalizmde çocuk olmak
  Çocuk emeği, kapitalizm ve sosyalizm...
  Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz!
  Kapitalizm ve çevre sağlığı
  Dünyadan kısa kısa...
  Basından...
  Mücadele Postası



Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
1 Mayıs’ın ışığında sınıf hareketi


1 Mayıs, diğer özelliklerinin yanısıra, sınıf hareketinin durumunu, düzeyini, eğilimlerini de ortaya serdi. 1 Mayıs’ı önceleyen görece durgunluk koşullarında gözlemlemede belirli zorluklarla karşılaşılan kimi verilere, bu vesileyle ve daha ayrıntılı biçimde ulaşılmış bulunuyor. Veriler; eylemlere katılım düzey ve biçimleri, çeşitli sektörler arasında yaş vb. farklılıklar, alanlara yansıyan talepler, sendika bürokrasisi ile ilişkiler gibi alanlardadır. Çeşitli illerde bir takım farklılıklar göstermekle birlikte, İstanbul üzerinden yapılacak bir değerlendirme, büyük oranda geneli ifade edebilecektir. Bu değerlendirmede de, özelde İstanbul, genelde (Ankara ve İzmir’i de katarak) üç metropolde gerçekleştirilen 1 Mayıs gösterileri göz önünde tutulmuştur.

Öncelikle katılım düzey ve biçimlerinden sözetmekte yarar var. Bu konuda ilk dikkat çeken görüşlerden biri, “katılımın beklenenden az olduğu” yönündeki açıklamalardır. Ve bu görüşte, sınıf hareketiyle yakından ilgilenen hemen herkes (düzen ve devrim cephesinden tüm ilgililer) ortaklaşmış gibidir. Bunun gerisinde kuşkusuz, krizle birlikte katlanılmaz boyutlara ulaşan sınıfa yönelik saldırılar yatıyor. Düzen cephesinden yıllardır yansıtılagelen “sosyal patlama” korkuları, devrim cephesinden aynı gelişme için beslenen “umutlar” sözkonusu. Ancak, sosyal hareketlerin seyri ne “korkular” ve ne de “umutlar” tarafından belirleniyor. Böyle olunca da, “katılımın düşüklüğü”ne ilişkin gözlemleri, öznel değerlendirmeler olarak görmek gerekiyor.

Katılım konusu, sınıfın örgütlülük biçim ve düzeyinden, eyleme yönelik ön hazırlık sürecinden, sınıf hareketinin genel seyrinden vb. ayrı ele alınamaz. Örgütlülük düzeyinin halen salt sendikal planda bile ne ölçüde düşük olduğu biliniyor. Artı, sendikal yapının hemen tümüyle (özelde konfederasyonlar düzeyinde) burnuna kadar ihanet batağına gömülü olduğu da ortada. Bu gerçeklerin 2001 1 Mayıs’ına yansımasını ise şöyle özetlemek mümkün: Sendikalar 1 Mayıs’ı merkezi düzeyde sahiplenmemiştir. Katılım (somutta iş bırakma) için “resmi” karar almamışlardır. Doğal olarak bunların sonucunda katılıma yönelik hiçbir hazırlık, hiçbir çalışma yapmamışlardır. (Yapıldığı kadarıyla çalışmalar, sınırlı sayıda sendikada merkezi düzeyde, diğerleri tüm&uum;yle şubeler bazındadır, ki bunların da oldukça sınırlı kaldığı ortadadır.) Sendikal ihanet hiçbir şey yapmama düzeyiyle de sınırlı kalmamış, enerji gibi, yağmanın ayyuka çıktığı bir sektörde örgütlü sendika şahsında olduğu gibi, katılımı düşürme yönünde bir çabaya da konu olabilmiştir. Bu tabloda en etkili verilerin başında iş bırakma kararı alınmaması gelmektedir. Oysa, işgününde bir eylem yapılaaksa eğer, böyle bir kararın alınması zorunludur. Eylemlere “sınıf katılımı” tüm bunların ışığında tekrar gözden geçirilirse, hiç de azımsanacak bir düzeyde olmadığı görülecektir.

1 Mayıs konusunda “ortaklaşılan” ikinci gözlem, gençliğin katılımındaki yüksekliktir. Bu, kuşkusuz işçi kortejleri özelinde değil, genel katılım üzerinden ifade ediliyor. Ancak bunun sınıf kesimleri açısından da bir anlamı var. Daha ziyade DİSK cephesinden ve kimi sektörler özgülünde, işçi nüfusunun da oldukça gençleştiğini söylemek mümkün. Ancak, üstüne düşen ön hazırlıktan kaçınan DİSK’in, kortejlerini (hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak için) genç işsizlere bir nebze açmış olması gerçeğini gözardı etmemek koşuluyla. İşçi katılımının ağırlıkta olduğu Türk-İş cephesinde ise, yine ağırlığın kamu işyerlerinden olması yüzünden, doğal olarak yaş ortalaması da yüksekti.

Bu genel gözlemlerden sonra, medyanın yansıtmaktan kaçındığı, hatta gizlemeye özen gösterdiği daha temel verilere geçebiliriz. Sınıf kitleleri 1 Mayıs alanlarına hangi talepleri taşımıştır? Sendikal ihanete karşı tutumunu nasıl ifade etmiştir? Hareketin bundan sonraki seyrini büyük oranda etkileyecek bu veriler için somut göstergeler, işçi kortejlerinde taşınan pankart ve dövizler ile atılan sloganlardır. Ayrıca, işçiler eylemi yürüyüş sürecinde tamamlamış, sendika bürokratlarının konuşmalarını dinlemeden alandan ayrılmışlardır. Bu, yürüyüş boyunca atılan sloganlara da yansıyan, sendikal ihanete tepkinin bir başka ifadesi olarak görülmelidir. (Aynı tutum, sınıf hareketliliğinin nispeten yüksek olduğu ‘90’lı ilk yılların eylemlerinde de görülüyordu. Hatırlanacağı gibi, eylemli tepkinin daha ileri biçimlerinin de yaşandı&urren;ı aynı yıllarda, alanda kalarak bürokratları protestolar, hatta saldırı (Meral’i ağaca çıkaran türden) tutumları da gelişebilmişti.)

İşçi kortejlerinde sloganlar iki ana konuda yoğunlaşmıştı. İlki, günün anlam ve önemini anlatan/sahiplenen; ikincisi anti-emperyalizm vurgusunu öne çıkaran sloganlardır. Bu ikinciler, “Derviş evine, Ecevit huzurevine!” örneğinde olduğu gibi, saldırı programının dış ve iç mihraklarıyla birlikte algılandığı ve karşıya alındığını anlatıyor. İşçi katılımının ağırlığını Türk-İş’e bağlı sendikaların sağladığı, burada da kamuya bağlı işyerlerinin ağırlıkta olduğu; kamuda TİS görüşmelerinin sürdüğü/sıfır zammın dayatıldığı ve satış beklentisinin yüksek olduğu gözönüne alındığında, en azından bu kortejlerde bu konunun öne çıkması doğalken, saldırılara daha genelden, üstten, siyasal alandan bakılabildiğinin ifadesi olan şiarlar tablosu, tüm eksik ve aflarına rağmen, sınıf hareketinin bilinç düzeyinin ciddi bir gelişme içinde olduğunu göstermiş bulunuyor.

İstanbul eyleminin Perpa güzergahından yürüyen DİSK, KESK, siyasi partiler, devrimci gruplar cephesinde siyasal şiarların ağır basacağı zaten ortadadır. Nitekim, bu hatta öne çıkan şiarlar, anti-emperyalizmin yanısıra Ölüm Orucu Direnişi ve zindan sorunu üzerinedir. Ne yazık ki, bu iki kolun alanda buluşması, kaynaşması mümkün olmamış, İstanbul’da bir kez daha adeta “iki ayrı 1 Mayıs” yaşanmıştır.

2001 1 Mayıs’ında dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta da yaygınlıktır. Kimi il ve ilçelerde ilk kez olmak üzere onlarca merkezde kutlamaların yapılmış olmasında, ülkedeki siyasal süreçlerin de payı olmakla birlikte, asıl etken, sınıf hareketinin yerel ve uluslararası gelişme düzeyidir. Özellikle son iki yılda hızla yükselen/yayılan ve dünya çapında sınıf mücadelelerine damgasını vuran anti-emperyalist/anti-kapitalist eylemliliklerin, Türkiye işçi sınıfını da etkilememesi düşünülemezdi. 1 Mayıs gösterilerinin yukarıdaki tablosunu, bu etkinin nihayet kendini göstermeye başladığının belirtisi olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

Yukarıda altı çizilenler, hareketin ileri ve olumlu yanlarıydı. Bir de sürmekte olan kimi zaaf alanları var ve bunlar 1 Mayıs vesilesiyle bir kez daha ortaya çıktı. Örneğin; sendikal ihanete duyulan tepki ve öfke, halen, onu yenme tutum ve çabasına konu edilememektedir. Katılımı engellediği iddia edilen kimi sendikalara bağlı işyerlerinden alana gelen sınırlı sayıda işçi, sendikanın karşı çabalarını bozmaya yönelik bir çalışmaya girişmeksizin, sadece kendilerini alana taşımakla yetinebilmişlerdir. Sendikalar cephesinden tüm baştan savma, daha da kötüsü engelleme çabalarına rağmen gösterilere katılan işçi kesimi, kuşkusuz, sınıfın en ileri, en dinamik bölükleridir. Kimi bölükler (kamu işçileri gibi) saldırının yakın dönem hedefleri arasında oldukları için; kimileri (metal işçileri gibi) de genç ve eğitimli (çoğ teknik lise mezunu) yeni kuşaktan oldukları için.

Dolayısıyla, sınıf hareketinin yakın geleceğine damgasını vuracak gelişmelerin, öncelikle bu kesimlerden beklenmesi gerekir. Daha özelde, kamuda sıfır zam saldırısı ile kıdem tazminatlarının gaspına yönelik girişim üzerinden bir hareketlenme kaçınılmazdır. Sınıf devrimcileri için bu göstergeler, hareketin zayıf ve eksikli yanlarına daha yoğun, daha özel bir müdahalenin zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu saldırıların püskürtülebilmesi için sendikal ihanetin aşılması, onun için de, fabrika ve işyeri merkezli öz örgütlülüklerin yaratılması şarttır. Öyleyse, gerek ajitasyon-propaganda faaliyetlerinin, gerekse de örgütlenme çalışmalarının merkezinde, fabrika ve işyeri komitelerinin örgütlenmesi yer almalıdır. Bölgesel düzeyde örgütlenen öncü işçi inisiyatifleri de, bu aynı konuyu başlıca hedeflerinden biri olarak ön&ul;ne koymalıdır. Zaten, fabrika ve işyerlerine doğru kök salmayan bir öncü işçi inisiyatifinin, sermayenin saldırılarına karşı mücadelenin “inisiyatifini” ele alması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla hedeften yoksun, işlevsiz platformlara dönüşecek ve dağılıp gideceklerdir. Bunu engellemenin ve sendikal bürokrasinin inisiyatifini kıracak taban örgütlülüklerini ortaya çıkarmanın yolu, işçi tabanınınhe düzeyde acilen örgütlenmesidir.