Öncelikle katılım düzey ve biçimlerinden sözetmekte yarar var. Bu konuda
ilk dikkat çeken görüşlerden biri, katılımın beklenenden az olduğu
yönündeki açıklamalardır. Ve bu görüşte, sınıf hareketiyle yakından
ilgilenen hemen herkes (düzen ve devrim cephesinden tüm ilgililer) ortaklaşmış
gibidir. Bunun gerisinde kuşkusuz, krizle birlikte katlanılmaz boyutlara
ulaşan sınıfa yönelik saldırılar yatıyor. Düzen cephesinden yıllardır
yansıtılagelen sosyal patlama korkuları, devrim cephesinden
aynı gelişme için beslenen umutlar sözkonusu. Ancak, sosyal
hareketlerin seyri ne korkular ve ne de umutlar
tarafından belirleniyor. Böyle olunca da, katılımın düşüklüğüne
ilişkin gözlemleri, öznel değerlendirmeler olarak görmek gerekiyor. Katılım konusu, sınıfın örgütlülük biçim ve düzeyinden, eyleme yönelik
ön hazırlık sürecinden, sınıf hareketinin genel seyrinden vb. ayrı ele
alınamaz. Örgütlülük düzeyinin halen salt sendikal planda bile ne ölçüde
düşük olduğu biliniyor. Artı, sendikal yapının hemen tümüyle (özelde
konfederasyonlar düzeyinde) burnuna kadar ihanet batağına gömülü olduğu
da ortada. Bu gerçeklerin 2001 1 Mayısına yansımasını ise şöyle
özetlemek mümkün: Sendikalar 1 Mayısı merkezi düzeyde sahiplenmemiştir.
Katılım (somutta iş bırakma) için resmi karar almamışlardır.
Doğal olarak bunların sonucunda katılıma yönelik hiçbir hazırlık, hiçbir
çalışma yapmamışlardır. (Yapıldığı kadarıyla çalışmalar, sınırlı sayıda
sendikada merkezi düzeyde, diğerleri tüm&uum;yle şubeler bazındadır,
ki bunların da oldukça sınırlı kaldığı ortadadır.) Sendikal ihanet hiçbir
şey yapmama düzeyiyle de sınırlı kalmamış, enerji gibi, yağmanın ayyuka
çıktığı bir sektörde örgütlü sendika şahsında olduğu gibi, katılımı
düşürme yönünde bir çabaya da konu olabilmiştir. Bu tabloda en etkili
verilerin başında iş bırakma kararı alınmaması gelmektedir. Oysa, işgününde
bir eylem yapılaaksa eğer, böyle bir kararın alınması zorunludur. Eylemlere
sınıf katılımı tüm bunların ışığında tekrar gözden geçirilirse,
hiç de azımsanacak bir düzeyde olmadığı görülecektir. 1 Mayıs konusunda ortaklaşılan ikinci gözlem, gençliğin
katılımındaki yüksekliktir. Bu, kuşkusuz işçi kortejleri özelinde değil,
genel katılım üzerinden ifade ediliyor. Ancak bunun sınıf kesimleri
açısından da bir anlamı var. Daha ziyade DİSK cephesinden ve kimi sektörler
özgülünde, işçi nüfusunun da oldukça gençleştiğini söylemek mümkün.
Ancak, üstüne düşen ön hazırlıktan kaçınan DİSKin, kortejlerini
(hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak için) genç işsizlere bir nebze açmış
olması gerçeğini gözardı etmemek koşuluyla. İşçi katılımının ağırlıkta
olduğu Türk-İş cephesinde ise, yine ağırlığın kamu işyerlerinden olması
yüzünden, doğal olarak yaş ortalaması da yüksekti. Bu genel gözlemlerden sonra, medyanın yansıtmaktan kaçındığı, hatta
gizlemeye özen gösterdiği daha temel verilere geçebiliriz. Sınıf kitleleri
1 Mayıs alanlarına hangi talepleri taşımıştır? Sendikal ihanete karşı
tutumunu nasıl ifade etmiştir? Hareketin bundan sonraki seyrini büyük
oranda etkileyecek bu veriler için somut göstergeler, işçi kortejlerinde
taşınan pankart ve dövizler ile atılan sloganlardır. Ayrıca, işçiler
eylemi yürüyüş sürecinde tamamlamış, sendika bürokratlarının konuşmalarını
dinlemeden alandan ayrılmışlardır. Bu, yürüyüş boyunca atılan sloganlara
da yansıyan, sendikal ihanete tepkinin bir başka ifadesi olarak görülmelidir.
(Aynı tutum, sınıf hareketliliğinin nispeten yüksek olduğu 90lı
ilk yılların eylemlerinde de görülüyordu. Hatırlanacağı gibi, eylemli
tepkinin daha ileri biçimlerinin de yaşandı&urren;ı aynı yıllarda, alanda
kalarak bürokratları protestolar, hatta saldırı (Merali ağaca
çıkaran türden) tutumları da gelişebilmişti.) İşçi kortejlerinde sloganlar iki ana konuda yoğunlaşmıştı. İlki, günün
anlam ve önemini anlatan/sahiplenen; ikincisi anti-emperyalizm vurgusunu
öne çıkaran sloganlardır. Bu ikinciler, Derviş evine, Ecevit huzurevine!
örneğinde olduğu gibi, saldırı programının dış ve iç mihraklarıyla birlikte
algılandığı ve karşıya alındığını anlatıyor. İşçi katılımının ağırlığını
Türk-İşe bağlı sendikaların sağladığı, burada da kamuya bağlı
işyerlerinin ağırlıkta olduğu; kamuda TİS görüşmelerinin sürdüğü/sıfır
zammın dayatıldığı ve satış beklentisinin yüksek olduğu gözönüne alındığında,
en azından bu kortejlerde bu konunun öne çıkması doğalken, saldırılara
daha genelden, üstten, siyasal alandan bakılabildiğinin ifadesi olan
şiarlar tablosu, tüm eksik ve aflarına rağmen, sınıf hareketinin bilinç
düzeyinin ciddi bir gelişme içinde olduğunu göstermiş bulunuyor. İstanbul eyleminin Perpa güzergahından yürüyen DİSK, KESK, siyasi partiler,
devrimci gruplar cephesinde siyasal şiarların ağır basacağı zaten ortadadır.
Nitekim, bu hatta öne çıkan şiarlar, anti-emperyalizmin yanısıra Ölüm
Orucu Direnişi ve zindan sorunu üzerinedir. Ne yazık ki, bu iki kolun
alanda buluşması, kaynaşması mümkün olmamış, İstanbulda bir kez
daha adeta iki ayrı 1 Mayıs yaşanmıştır. 2001 1 Mayısında dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta da
yaygınlıktır. Kimi il ve ilçelerde ilk kez olmak üzere onlarca merkezde
kutlamaların yapılmış olmasında, ülkedeki siyasal süreçlerin de payı
olmakla birlikte, asıl etken, sınıf hareketinin yerel ve uluslararası
gelişme düzeyidir. Özellikle son iki yılda hızla yükselen/yayılan ve
dünya çapında sınıf mücadelelerine damgasını vuran anti-emperyalist/anti-kapitalist
eylemliliklerin, Türkiye işçi sınıfını da etkilememesi düşünülemezdi.
1 Mayıs gösterilerinin yukarıdaki tablosunu, bu etkinin nihayet kendini
göstermeye başladığının belirtisi olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Yukarıda altı çizilenler, hareketin ileri ve olumlu yanlarıydı. Bir
de sürmekte olan kimi zaaf alanları var ve bunlar 1 Mayıs vesilesiyle
bir kez daha ortaya çıktı. Örneğin; sendikal ihanete duyulan tepki ve
öfke, halen, onu yenme tutum ve çabasına konu edilememektedir. Katılımı
engellediği iddia edilen kimi sendikalara bağlı işyerlerinden alana
gelen sınırlı sayıda işçi, sendikanın karşı çabalarını bozmaya yönelik
bir çalışmaya girişmeksizin, sadece kendilerini alana taşımakla yetinebilmişlerdir.
Sendikalar cephesinden tüm baştan savma, daha da kötüsü engelleme çabalarına
rağmen gösterilere katılan işçi kesimi, kuşkusuz, sınıfın en ileri,
en dinamik bölükleridir. Kimi bölükler (kamu işçileri gibi) saldırının
yakın dönem hedefleri arasında oldukları için; kimileri (metal işçileri
gibi) de genç ve eğitimli (çoğ teknik lise mezunu) yeni kuşaktan oldukları
için. Dolayısıyla, sınıf hareketinin yakın geleceğine damgasını vuracak gelişmelerin,
öncelikle bu kesimlerden beklenmesi gerekir. Daha özelde, kamuda sıfır
zam saldırısı ile kıdem tazminatlarının gaspına yönelik girişim üzerinden
bir hareketlenme kaçınılmazdır. Sınıf devrimcileri için bu göstergeler,
hareketin zayıf ve eksikli yanlarına daha yoğun, daha özel bir müdahalenin
zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu saldırıların püskürtülebilmesi
için sendikal ihanetin aşılması, onun için de, fabrika ve işyeri merkezli
öz örgütlülüklerin yaratılması şarttır. Öyleyse, gerek ajitasyon-propaganda
faaliyetlerinin, gerekse de örgütlenme çalışmalarının merkezinde, fabrika
ve işyeri komitelerinin örgütlenmesi yer almalıdır. Bölgesel düzeyde
örgütlenen öncü işçi inisiyatifleri de, bu aynı konuyu başlıca hedeflerinden
biri olarak ön&ul;ne koymalıdır. Zaten, fabrika ve işyerlerine doğru
kök salmayan bir öncü işçi inisiyatifinin, sermayenin saldırılarına
karşı mücadelenin inisiyatifini ele alması mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla hedeften yoksun, işlevsiz platformlara dönüşecek ve dağılıp
gideceklerdir. Bunu engellemenin ve sendikal bürokrasinin inisiyatifini
kıracak taban örgütlülüklerini ortaya çıkarmanın yolu, işçi tabanınınhe
düzeyde acilen örgütlenmesidir. |
|||||