ARSIVANA SAYFA
 
03 Mart '01
SAYI: 09
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Saldırıya karşı işçi-emekçi barikatı!..
Birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
Krizin faturasını sahiplerine ödetelim!
Sermayenin istikrar programı çöktü! Altında kim kalacak?
Asker yoksullukla neden ilgilenir?
Kula Mensucat işçileri direnişte!
Sümerbank işçilerinden coşkulu ve kararlı eylem
Kamu emekçileri hareketi
8 Mart özgürlük ve eşitlik için mücadele çağrısıdır!
Kadınların kurtuluşu kadın ve erkek işçilerin ortak eseri olacaktır!..
Yakılmak istenen gelecek özlemidir
Sosyalizm ve kadın sorunu
Dünyada güncel durum/3
Clara Zetkin'in anısına/N. Krupskaya
Gençlik
Kurtköy'de emekçilerin yaşamı üzerinden kirli rant oyunları
Diyarbakır üzerinden oynanan oyunlar
Günün yurtseverlik görevi ve sorumluluğu/ PKK-DÇS
Burdur davası: Mahkeme devletin yargılandığı bir kürsüye dönüştürüldü
Ölüm Orucu Direnişi'nin gücüyle hücreleri yıkacağız!
Direnişçilerin kaleminden
Atılcan Saday'ın annesinden "İnsan'lara Mektup"
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları: 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketini boşa çıkarmak, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini teşhir ve aşma tavrından geçer!..

Günün yurtseverlik görevi ve sorumluluğu

(Ana başlık ve ara başlıklar metnin kendi ifadelerinden hareketle tarafımızdan konulmuştur/Kızıl Bayrak)

Halkımıza!..

9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketiyle Öcalan'ın Kenya'dan kaçırılarak kontrgerilla merkezine dönüştürülen İmralı adasına hapsedilişinin üzerinden iki yıl geçti. Bu iki yıl içinde neler oldu, kimler kazandı, nasıl? Daha da önemlisi, 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketi boşa mı çıkarıldı, yoksa karşı-devrim güçleri Öcalan şahsında ummadıkları bir siyasal, ideolojik ve psikolojik başarı mı kazandı?

İmralı tasfiyeciliğini tasfiye zorunluluğu

Bu soruların sorulması, yanıtlarının tartışılması halkımız ve partimiz açısından yaşamsal önemdedir? Öcalan ve İmralı Partisi’nin yöneticilerinin gerçekleri çarpıtan, tersyüz eden kampanyalarından bağımsız olarak bu sürecin her boyutuyla sorgulanması, tartışılması, gerçeklerin bilince çıkarılması, İmralı Partisi tarafından yaratılan sanal dünyanın parçalanması, sahte “Barış ve demokrasi" demagojisinin yerle bir edilmesi gerekir.

Tarihsel birikimlerimizi, devrim değerlerimizi ulusal kurtuluş ve özgürlükle taçlandırmanın yolu İmralı tasfiyeciliğini tasfiyeden geçer; bunun ilk adımı ise, İmralı gerçeğini bilince çıkarmaktan başkası değildir! Gerçekten son iki yıllık süreç kimin lehine gelişiyor; ABD-TC-İsrail blokunun eksenindeki uluslararası karşı-devrim güçlerinin mi, yoksa partimiz ve halkımızın mı? Kazanan kim? Karşı-devrim mi, devrim mi? Öcalan ve İmralı Partisi yönetimine bakılırsa, "uluslararası komplo boşa çıkarılmış, önderliğin yüksek öngörüsüyle geliştirilen barış ve demokrasi çizgisiyle Kürt halkı ve PKK kazanmıştır, kazanmaya da devam etmektedir.”

Peki, gerçeklik böyle midir? Yoksa tam tersi mi? İmralı'da geliştirilen ve bütün bir tarihimize, halkımıza, halkımızın bilincine, belleğine ve ruhuna, partimize, devrimimize ve tüm değerlerimize İmralı'da dayatılan çizgide partimizin, halkımızın zerre kadar bir iradesi var mıdır? Bu soruların yanıtlarının verilmesi, bu yanıtların objektif gerçekliği tam olarak yansıtabilmesi için demokratik bir tartışma sürecinin başlatılması gerekir!
Hiç kuşkusuz var oluşlarını yalan, demagoji ve çarpıtma üzerine kuranların demokratik bir tartışma yerine bastırma ve demagojik bir politikayı esas alacakları kesindir. İmralı Partisi demokrasiyi bir din düzeyinde yüceltmesine rağmen, bastırma ve demagojiyi esas bir tarz olarak uyguladı. Son iki yıldır yapılan budur! Bundan başka da ellerinde bir silah kalmamıştır!

İmralı çizgisi ve uygulamaları partimiz ve halkımız için tam anlamıyla bir bilinç, bellek ve ruh katliamı hareketidir! Başta uluslararası karşı-devrim hareketi olmak üzere, partimizi ve halkımızı ilgilendiren her konuda gerçekleri çarpıttılar, tersyüz ettiler, kavramların, ölçülerin içini boşalttılar.

Teslimiyeti meşrulaştırmak için
çarpıtılan gerçekler

Onlara bakılırsa, 9 Ekim-15 Şubat karşı-devrim hareketi boşa çıkarılmıştır! Bugün izlenen "Barış ve demokrasi süreci" halkımızın ve ezilen halkların çıkarınadır, TC ve emperyalistlerin elini kolunu bağlamaktadır! Peki, bunun gerçeklikle en ufak bir ilgisi var mı? Sorunun yanıtı kapsamlıdır, o nedenle bunu başka çalışmalarımızda enine boyuna ortaya koyacağız. Ancak kısaca şu noktaların altını çizmek istiyoruz.

Bugün tarihimizin en büyük ve kapsamlı teslimiyet ve tasfiye hareketiyle karşı karşıyayız. Partimize ve devrimimize dayatılan teslimiyet ve tasfiye süreci, 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketinin yanlış değerlendirilmesine dayandırılıyor, açıklanıyor ve meşrulaştırılıyor. Komplo ile yüz yıllık bir Türk-Kürt savaşının başlatılmak istendiği, ancak kendisinin oyunu fark ederek gerçekleştirdiği siyasi çıkışla oyunu bozduğunu anlatan Öcalan, İmralı'dan 7. Kongre’ye gönderdiği Politik Rapor’da, Ortadoğu ve dünya dengelerini zorlayan, bir bölgesel savaşa vesile olabilecek kadar etkili bir düzey yakalayan devrimimize dayattığı teslimiyet ve tasfiye hareketini şöyle gerekçelendirmeye, teorileştirmeye çalışıyor:

“İşin garip tarafı, oyunun Türkiye'ye yönelik kısmı da az boyutlu ve yüzeysel olmayıp, en az PKK'ye ve bana yapılan kadar derinlikli, kapsamlı ve uzun vadelidir. Şüphesiz bunun altında, kökeni tarihe uzanan karşılıklı yanlışların büyüttüğü ve çağdaşlıkla bağdaşmayan yaklaşım, yapı ve ilişki tarzının rolü temeldir. Anadolu ve Mezopotamya üzerinde klasik hesapların güncelliğiyle de bağlantılıdır. Şahsıma yönelik komplo da, bu temelden kaynaklanan ama her odağın ve ülkenin uzun vadeli ve güncel çıkarlarına dayalı yaklaşımların, acımasızlık kadar hesapçılığı da bir o kadar gerçektir. İki yol vardı; dağ yolu ve Avrupa yolu. İkisi de tutulmuştu.”

Kuşkusuz burada Öcalan ve PKK Başkanlık Konseyi, gerçekleri tahrif ediyorlar, teslimiyet ve tasfiye hareketini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Türkiye anılan komplonun kurbanı mı, öyle mi? Bu, gerçeklerle ve halkla alay etmek değilse nedir? 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketinin böyle yanlış değerlendirilmesi ve bunun dayatılan teslimiyet ve tasfiyecilik hareketinin temel nedeni yapılması, boşuna değildir. Çünkü yaşanan teslimiyet ve tasfiyecilik hareketini başka türlü meşrulaştırmaları mümkün değildi. Açık ki, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğinin 9 Ekim-15 Şubat karşı-devrim hareketinin doğrudan bir sonucu ve onun kesin damgasını taşır!

İlginçtir, 31 Mayıs’ta başlayan İmralı duruşmalarında uluslararası komplonun özü, temel hedefleri tahrif edildi, komplonun aktörlerinden söz edilmedi; bir ABD'nin, bir İsrail'in adı bile anılmadı. Neden? Ne bekleniyordu? Gizlenen neydi? 9 Ekim-15 Şubat karşı-devrim hareketinin baş aktörlerinden biri olan TC neden "kurban" olarak gösterilmeye, gerçekler neden bu kadar çıplak bir biçimde tersyüz edilmeye çalışıldı? Bu sorulara tasfiyecilerin bir yanıtları yok. Ama İmralı sürecini dinsel motiflerle ve eylemlerle (oruç tutmaya çağrı gibi) başka zeminlere taşımaya özen gösterirler... Kuşkusuz bu soruların yanıtları, İmralı'da geliştirilen teslimiyet ve tasfiye çizgisinde ve onun pratik uygulamasında var.

“Komployu boşa çıkardık” laflarının
bir anlamı var mı?

Devrimimize ve partimize dayatılan tarihimizin bu en büyük teslimiyet ve tasfiye sürecini uluslararası karşı-devrim hareketinden, onun doruğu olan 15 Şubat’tan bağımsız olarak düşünmek ve değerlendirmek mümkün değildir. Şu soru herkesin yanıtını aradığı bir sorudur: 15 Şubat karşı-devrim hareketi olmasaydı, İmralı teslimiyet ve tasfiye çizgisi olur muydu? Kısa bir süre önce 6. Kongresi’ni gerçekleştiren PKK, böyle baş döndürücü bir hızla tersine dönüş hareketini yaşar mıydı? Yani ideolojik çizgi, program, strateji ve tüzük değişikliği ihtiyacını duyar mıydı? Gerillayı dağıtıp teslimiyet ve mültecileştirme yolunu seçer miydi, kendisini her açıdan ve topyekün silahsızlandırır mıydı? Peki, bütün bu çizgiden tersine dönüşler ve uygulamalar TC’nin, ABD'nin ve diğer emperyalist ve gerici güçlerin stratejik istemleri ve hedefleri değil miydi? Bu stratejik istemleri ve hedefleri belgeli değil mi? İmralı’da TC'nin ve emperyalist güçlerin stratejik istemleri hemen hemen harfiyen yerine getirildi. O halde “komployu boşa çıkardık” laflarının bir anlamı var mı?

Biliyoruz ki 15 Şubat gerçekleştiğinde PKK 6. Kongresi’ni yapıyordu. Öcalan kongreye sunduğu raporda savaşın derinleştirilmesini, savaşa gelmeyen, zafere inanmayan, savaşla ve iktidar perspektifiyle oynayan anlayış ve kişiliklerin mahkum edilmesini ısrarla istiyor ve bu yönlü değerlendirmeler yapılmasını ve kararlar alınmasını dayatıyordu. Kongreyi “Zafer ve Devletleşme Kongresi” olarak tanımlıyordu. Ama aradan çok kısa bir zaman geçmeden bu kez kongreyi ve aldığı kararları, bütün bir parti ve devrim çizgisini mahkum ediyor, devletle bütünleşme stratejisine dönülmesini istiyor ve dayatıyordu? Peki ne oldu, ne değişti? Neden bu tersine dönüş, PKK'den kopuş ve mutlak teslimiyet? Bu kadar kısa sürede tersine dönüşün, kırk yıllık cumhuriyet ideologu ve siyasetçisi kesilmenin bir açıklaması olmalıdır! Neden? Neler oldu?

Bu soruların yanıtları 15 Şubat karşı-devrim hareketinin kavranmasında düğümlenmiştir. İşte halkımız ve partililer değerlerine, emeklerine, ödedikleri büyük bedellerine sahip çıkmak, uğruna her şeylerini ortaya koydukları ulusal demokratik istemlerini gerçekleştirmek ve her şeyden önce onurlarını korumak istiyorlarsa, bu soruların yanıtlarını bulmak ve gerçekleri olduğu gibi bilince çıkarmak durumundadırlar...

Değişen dünya değil, kendileridir...

İmralı partisi yönetenleri, başka bir değişle "Cumhuriyetçiler", "Dünya değişti, koşullar değişti, bunu göremedik; bugün bunları görüyor, kavrıyor ve kendimizi yeniliyoruz, değiştiriyoruz" diyorlar. Peki neden şimdi? Dünyada yaşanan değişimler hemen hemen her parti platformunda değerlendirilmiyor muydu? 6. Kongre’ye sunulan Politik Rapor’da bu değerlendirmeler yok mu? Hata mı yapıldı, neden bu açık açık kabul edilip hesabı verilmiyor? Bu kadar kayba ve acıya neden olanların hala kaderimiz üzerinde söz söylemeye ve karar vermeye hakları var mı?

Madem ki, “1990'ların başından bu yana savaşta bir tekrar yaşandı” deniliyor. Ama bu "tekrarın" ise ürkütücü boyutlarda bir faturası var, tanımı mümkün olmayan acılar, trajediler var. Bunların hesabını kim verecek? Bundan sorumlu olanların bugün pişkin pişkin yerlerinde oturup yeniden kaderimiz üzerinde rol oynamaları hangi siyasal ahlaka uyar?

Hiç kuşkusuz değişen dünya değil, kendileridir, ideolojik tercihlerinde, dünya karşısındaki konumlarında ve duruşlarında köklü bir değişiklik var. Dün devrim ve sosyalizm çizgisi, kendileri için yüceltici bir etkendi; ama şimdi bunlar birer "ölüm" nedeni olarak algılanıyor. "Değişim olmazsa katliam olur" demagojisini bıktırıcı bir tarzda tekrarlıyorlar. Dolayısıyla devrim ve sosyalizm değerlerini bir kenara atmakta, cumhuriyet ideolojisine sarılmakta bir sakınca yoktu, tersine, kendisi için bir "siyasi çıkış" anlamına gelirdi.

15 Şubat’ın başka önemli boyutları da var, şöyle: 15 Şubat, çok yoğun ve şiddetli bir karşı-devrimci şiddet hareketidir; tarihsel önemde ayrıştırıcı, netleştirici ve açığa çıkarıcı bir rol oynadı. Doğrularla yanlışları, bize ait olan yanlarla bize yabancı olan öğeleri ayrıştırdı, netleştirdi. En önemlisi Öcalan gerçeğini bütün boyutları ve çıplaklığı ile gün yüzüne çıkardı...

Ortada bir “barış” değil, teslimiyet
ve tasfiye süreci var

Yurtsever Kürdistan Halkı!

15 Şubat'ın üzerinden iki yıl geçti! Bu iki yıl içinde "Uluslararası komplo" boşa çıkarıldı mı? Öcalan ve İmralı Partisi’ne bakılırsa komplo başa çıkarılmıştır? Kuşkusuz bu, tarihimizin en büyük yalanlarından biridir ve tarihimizin en büyük felaketini örtbas etmeye, meşrulaştırmaya dönük bir yalandır! Yaşanan gerçekliğin çok yalın ve sade yanları var, kısaca bakmamız gerekiyor:

Dillerinden düşürmedikleri "Barış ve demokrasi süreci" bir illüzyon değil mi, büyük bir göz boyama değil mi; tarihimizin en büyük teslimiyet ve tasfiye sürecini örtbas etmeye yarayan, meşrulaştırmaya çalışan dört başı mamur bir yanılsama değil mi? Hiç kuşkusuz, barış kavramının asgari, olmazsa olmaz nitelikte ölçüleri ve koşulları vardır. Bunların başında savaşan tarafların karşılıklı olarak birbirine saygı duymaları, dolaylı veya dolaysız birbirlerinin varlıklarını tanımaları gelir.

Ancak TC, bırakalım Kürtleri tanımayı, Kürt sözcüğünü bile duymaya tahammül etmiyor. TC'nin bırakalım Kürtlere ve onların temsilcilerine saygı göstermesi, literatüründe Kürtlerin ve temsilcilerinin adı "eşkıya", "terörist", "terörist örgüt elebaşı" vb’dir. Bu basit ve yalın gerçeklik bile ortada bir “barış süreci”nin değil, teslimiyet ve her açıdan kendi kendini silahsızlandırma sürecinin söz konusu olduğunu gösterir.

Barış, "eşkıya" olarak anılmak mı? Barış, Kuzey’de ve Güney’de her gün imha operasyonlarına hedef olmak mı, yüzlerce şehit vermek mi? İşkence mi, kayıp mı, zindan katliamları mı? Barış bu mu? Barış aşağılanmak mı? Peki bunlar barışsa, özel sömürge savaşı nedir? Kendini her açıdan silahsızlandırmak barış süreci ise teslimiyet ve tasfiyecilik nedir? Düşmanın istediği her adımı atmak, kendisini tam anlamıyla celladın insafına bırakmak barış süreci ise, teslimiyet ve kendini iradesizleştirme nedir?

Devlet inkar ve imha siyasetini
ve savaşını aynen sürdürüyor

Öcalan, iki yıldır partimizi, gerillayı ve halkımızı ideolojik, politik, askeri ve moral açıdan silahsızlandırdı ve geriye içi boşaltılmış bir kabuk bıraktı. Bu çizgisinde samimi olduğunu kanıtlamak, devlete güven vermek için iki grubu düşmana teslim etti. 7. Kongre’yi partimiz için bir cenaze töreni haline getirdi. Öcalan, gerillayı amaçsızlaştırdı, stratejisizleştirdi, böylece her türlü imha hareketine açık hale getirdi.

Faşist TC, pişmanlık yasasının kapsamını genişletseydi, ya da ceza indirimine dönük bir yasa çıkarsaydı, bugün her türlü amaç ve stratejinden yoksun, dar bir alana hapsedilen gerillayı tümden silahsızlandıracaktı. Bunu sayısız kez tekrarlamıştır. Sık sık tekrarlanan "meşru savunma hakkımızı kullanırız" sözlerinin de politik ve askeri bir anlamı ve değeri yoktur. Çünkü silahlı devrim, silahlı mücadele, gerilla düşmanın tavrından bağımsız olarak teorik düzeyde mahkum edilmiştir. 2 Ağustos 1999 kararı gerillanın mahkumiyetine dayanıyor. “Şiddet demokrasi ve insan hakları önünde engel haline geldiği için terk edilmelidir” diyen Öcalan değil mi? Peki, şimdi içi boş "meşru savunmadan" söz etmenin politik ve askeri bir değeri olabilir mi? Açık ki, halkımız kandırılıyor, partililerin tepkileri yatıştırılmaya çalışılıyor. "Yeniden savaşırız" lafları devleti güldürüyor, çünkü onlar Öcalan ve İmralı gerçeğini çok iyi biliyorlar. İradelerini İmralı'nın karanlık ve soğuk sularına gömenlerin düşman nezdinde bir saygınlıkları ve ciddiyetleri olabilir mi?

Teslimiyet ve tasfiyeciliğe karşı tavır günün yurtseverlik görevi ve sorumluluğudur!..

Her Kürt ve partili, duygusal davranmadan, en güzel bağlılık duygularının da sömürülmesine izin vermeden şapkasını önüne koyup çokça düşünmelidir: Sonuç ne oldu? Devlet inkar ve imha siyasetinden ve savaşından tek bir geri adım attı mı? Bu son iki yıllık süre içinde yüzlerce gerillayı katletmedi mi? Kürtlerin yasal siyaset konusunda mücadeleyle fiilen kazandıkları mevzileri ortadan kaldırmak için her yolu ve yöntemi denemedi mi? Evet, bu iki yıl içinde Kürtler ne kazandı, neler kaybetti?

Halkımız bu iki yılın muhasebesini yaparken, öte yandan Öcalan ve İmralı Partisi’nden hesap sorması gerekmektedir. Kürt halkı tarihinde hiçbir dönem bu kadar özgürlük ve kurtuluşa yaklaşmamıştı. Ama bu kurtuluş ve özgürlük olanakları İmralı teslimiyeti ve tasfiyeciliği sonucu yok edilmeye çalışılıyor. Yok edilen salt bunlar değil, halkımızın kurtuluş ve özgürlük umutlarıdır! Halkımızın değerleri ve gelecek umutları tam bir yalan, demagoji ve çarpıtma süreci eşliğinde tasfiye edilmeye çalışılıyor. Halkımız kandırılıyor, kandırılarak yok oluşa götürülüyor...

İmralı süreci, 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketinin bir sonucudur! Uluslararası karşı-devrim hareketine karşı olmak, her şeyden önce İmralı çizgisine ve İmralı Partisi’ne karşı tavırdan geçer! İmralı gerçeği teşhir ve tecrit edilmeden, İmralı tasfiyeciliği her açıdan aşılmadan, uluslararası karşı-devrim güçlerinin komplo ve yok etme politikalarını boşa çıkarmak, TC'nin inkar ve imha savaşını yenilgiye uğratmak; tarihsel direniş çizgimize, partimiz PKK'ye ve tüm değerlerine sahip çıkmak ve bunları binlerce yıllık özlemlerimiz olan özgürlük ve bağımsızlığa taşımak mümkün değildir!

Teslimiyet ve tasfiyeciliğe karşı etkili tavır almak! İşte günün yurtseverlik görevi ve sorumluluğu budur!

Kahrolsun sömürgecilik, faşizm ve emperyalizm!
Kahrolsun teslimiyet ve tasfiyecilik!
Yaşasın partimizin devrimci çizgisinde ısrar direnişimiz!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
10 Şubat 2001