ARSIVANA SAYFA
 
03 Mart '01
SAYI: 09
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Saldırıya karşı işçi-emekçi barikatı!..
Birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
Krizin faturasını sahiplerine ödetelim!
Sermayenin istikrar programı çöktü! Altında kim kalacak?
Asker yoksullukla neden ilgilenir?
Kula Mensucat işçileri direnişte!
Sümerbank işçilerinden coşkulu ve kararlı eylem
Kamu emekçileri hareketi
8 Mart özgürlük ve eşitlik için mücadele çağrısıdır!
Kadınların kurtuluşu kadın ve erkek işçilerin ortak eseri olacaktır!..
Yakılmak istenen gelecek özlemidir
Sosyalizm ve kadın sorunu
Dünyada güncel durum/3
Clara Zetkin'in anısına/N. Krupskaya
Gençlik
Kurtköy'de emekçilerin yaşamı üzerinden kirli rant oyunları
Diyarbakır üzerinden oynanan oyunlar
Günün yurtseverlik görevi ve sorumluluğu/ PKK-DÇS
Burdur davası: Mahkeme devletin yargılandığı bir kürsüye dönüştürüldü
Ölüm Orucu Direnişi'nin gücüyle hücreleri yıkacağız!
Direnişçilerin kaleminden
Atılcan Saday'ın annesinden "İnsan'lara Mektup"
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Sermayenin krizinin ağırlaşan faturasını
ödemeyi reddedelim!

Birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltelim!

Türkiye kapitalizmi tarihinin en ciddi krizlerinden birini geçtiğimiz hafta yaşadı. Hükümetin 2000 yılı başından bu yana kararlılıkla uygulamaya çalıştığı İMF-TÜSİAD programı bir gecede çöktü.

Kasım mali krizinin şokundan henüz kurtulmamış olan ekonomik dengeler üç-beş saat içinde bir kez daha altüst oldu. Faizler görülmemiş düzeyde yükseldi. Borsada ise tersinden görülmemiş ölçüde düşüşler yaşandı. Hükümetin “dalgalı kur” sistemine geçildiği açıklamasının hemen ardından ise Türk lirası dolar karşısında yüzde 30-40 değer yitirdi.

Krizin yapısal bir temelinin bulunduğu ve kapitalist ekonominin krizlere mahkum olduğu açık. Aynı şekilde, krizle birlikte yitirildiği söylenen paraların emperyalist tekellerin ya da uluslararası spekülatörlerin kasasına gittiği gerçeği de özel bir açıklama gerektirmiyor. Şimdi asıl sorun, yaşanan krizin ortaya çıkardığı büyük faturanın kim tarafından ve nasıl ödeneceğidir. Tekellerin ve borsa spekülatörlerinin kriz nedeniyle cebe indirdikleri milyarlarca doları çıkarıp geri vermeleri düşünülemeyeceğine göre, fatura bir kez daha işçi ve emekçilere ödettirilmek istenecektir.

Bu nedenle, bir yandan krizin etkilerini sınırlayacak önlemler düşünülürken, bir yandan da faturayı işçi ve emekçilerin sırtına yüklemenin planları yapılıyor düzen cephesinde. 14 aydır uygulanan “ekonomik istikrar programı” nedeniyle zaten ekonomik-sosyal bir yıkımla karşı karşıya olan milyonlarca işçi ve emekçinin sırtına yeni ve daha büyük yükler bindirmenin hazırlıkları bütün hızıyla sürüyor. Bu çerçevede şimdiden atılan adımlar var.

Yağmur gibi yağan zamlar kriz faturasının ilk taksitidir

İşin aslına bakacak olursak, bu ülkedeki bütün işçi ve emekçiler, krizin maliyetinin değişik biçimlerde kendilerine yansıtılacağını deneyimlerinden çok iyi biliyorlar. 1 Mart tarihli Radikal gazetesinden aktarıyoruz. Manşet şöyle:

“Akaryakıt, doğalgaz ve elektrik fiyatları yüzde 10 arttı. THY dahil ulaşım ve nakliye firmaları zam kuyruğuna girdi; çay, şeker ve ilaç fiyatları için kollar sıvandı; toptancı etiket değiştirmeye başladı; ikinci dalga bayram sonrası.”

Hemen altta devam ediyor:

“Mali piyasaları altüst eden krizin faturası günlük hayatta da kendisini hissettirmeye başladı. Yüzde onluk TEKEL fiyat artışıyla başlayan zam dalgası, akaryakıt, doğalgaz ve elektriğe gelen aynı orandaki zamlarla devam etti. Enerji Bakanlığı, akaryakıta bayramdan sonra ikinci kez zammı tartışıyor.

“Çay ve şeker gibi temel tüketim maddeleri ve ilaç sunan sektörler fiyat arttırma kuyruğunda. Toptancılar ilk ayarlamaları yaptı, ikincisi için bayram sonrasını bekliyor. Başta THY olmak üzere ulaştırma ve nakliye sektörü zam için kolları sıvadı. Zamlar sürerken esnaf stok yapmayı da ihmal etmiyor.”

Bu, budur işte. Düzen cephesi krizin yükünü işçi ve emekçilere yansıtmak için bir an bile zaman kaybetmemiş, zam furyası anında başlamıştır. Ve söylendiği gibi henüz bu işin ilk aşamasıdır. Akaryakıt, doğalgaz ve elektriğin zamlanması zincirleme bir zam dalgasına yolaçacaktır. Zira bunlar hemen her türlü tüketim maddesinin üretiminde kullanılan temel girdilerdir. Bunlara zam yapıldığı zaman kullandığımız, yediğimiz, içtiğimiz herşeyin fiyatı artacaktır.

Ayrıca, özellikle büyük kentlerde ev kiraları yaygın bir şekilde dolar üzerinden ödenmekte, borçlar da gene dolar üzerinden alınıp verilmektedir. Doların değer kazanması ev kiralarının artması anlamına gelmektedir. Oturduğu evi dolar üzerinden tutan fakat işyerinden TL olarak maaş alan ücretliler, bu durum karşısında bir kez daha zor duruma düşeceklerdir. Aynı şekilde dolar üzerinden borcu olanlar da en az yüzde 30 zarar edeceklerdir.

İşsizlik çığ gibi artıyor

Zamlar ve hayat pahalılığı işçi ve emekçilerin sırtına yüklenen faturanın sadece bir boyutunu oluşturmaktadır. Kriz aynı zamanda onbinlerce işçi ve emekçi için işsiz kalmak anlamına gelmektedir. Zaten hayli büyük olan işsizler ordusuna önümüzdeki günlerde ve aylarda yeni onbinler, yüzbinler katılacaktır.

Bununla ilgili ilk somut gelişmeler yaşanmaya başlanmıştır. Örneğin Ankara Ticaret Odası Başkanı, ekonomik krizle birlikte tam 3170 işyerinin kapandığını, bunun sonucunda 414 bin kişinin işsiz kaldığını açıkladı. Öte yandan Gebze’de kurulu bulunan Honda otomobil fabrikasında kriz nedeniyle üretime 20 gün ara verildi ve burada çalışan 300 işçi zorunlu izne çıkartıldı. İşçilerin ücretli izinden dönebilecekleri ise şüpheli. Daha şimdiden bunların çoğunun işten atılmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bunların dışında üretimi durdurup işçileri zorunlu izne çıkaran ya da tümüyle iflas eden birçok işletme var. Bazı patronlar ise krizi bahane ederek işçi sayısını azaltma yoluna gidiyorlar. Ayrıca krizi bahane eden hükümet, bu vesileyle özelleştirmelere hız verileceğini açıklamış bulunuyor. Özelleştirmelerin ise toplu işten çıkarmalara neden olduğunu en açık şekliyle POAŞ örneğinde görmüş bulunuyoruz.

1994 krizinde de, 1998 borsa krizinden sonra da 1 milyondan fazla işçi atılmıştı. Bugün yaşanan krizin onlardan çok daha kapsamlı ve yıkıcı olduğu söylendiğine göre, bunun sonucunda yaşanacak işten atmaların çok daha yaygın olacağını söylemek kehanet olmayacaktır.

Fiyatlar yükselirken ücretler yerinde sayıyor

Tüketim maddelerindeki fiyat artışlarının işçi ve emekçiler cephesinden nasıl bir yıkıma yolaçtığını görmek için ücretlere de bakmak gerekir.

Türk-İş’in yaptığı yazılı açıklamada, yapılan hesaplamalar sonucu 4 kişilik bir ailenin bir aylık asgari gıda harcamasının, bir önceki aya göre 3 milyon 350 bin lira artarak, 180 milyon 703 bin liraya yükseldiği söyleniyor. Bu rakamdaki artışın, geçen yılın Şubat ayına göre yüzde 38 olarak gerçekleştiği belirtiliyor.

4 kişilik bir ailenin sadece asgari gıda harcamasının 180 milyon liraya çıktığı bu ülkede işçilerin çok büyük bir bölümü asgari ücretle çalışmaktadır. Asgari ücret ise sadece 102 milyon liradır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, pahalılığı işçi ve emekçiler için yıkım haline getiren şey ücretlerinin yani alım güçlerinin aynı oranda artmayışıdır.

Sermaye cephesi de faturayı işçi ve emekçilerin sırtına yıkmaya uğraşırken buradan hareket etmektedir. Her türlü mal ve hizmetin fiyatını arttıracaksın, ama ücretleri arttırmayacaksın. Hatta eğer imkan olursa daha da düşürmenin yollarını bulacaksın. Hükümetin 2001 yılı ücretler politikası da bu çerçevede belirlenmiştir.

Toplusözleşmeye oturan kamu işçilerine verilecek zammın artık hiçbir inandırıcılığı ve geçerliliği kalmayan “hedef enflasyon” oranında ve hatta daha altında olması için sendika bürokratlarıyla görüşmeler sürmektedir. Aynı şekilde kamu emekçilerine de İMF programı gerekçe gösterilerek çok düşük bir maaş artışı yapılmak istenecektir.

Tekstilde imzalanan satış sözleşmesi, özel sektörde patronların niyetinin ücretleri mümkün olduğu kadar aşağı çekmek olduğunu gözler önüne sermiştir. Patronlar krizi bahane ederek ya da işyerinin kapanabileceğini söyleyerek işçileri düşük ücretle çalışmaya zorlayacaktır.

Düşük ücret politikası çalışanların yanısıra memur ve işçi emeklilerini de vurmaktadır. Ortalama 150 milyon maaş alan emekliler zaten geçinemiyorlardı. 21 Şubat kriziyle birlikte %36.1 oranında daha fakirleştiler.

İşçi ve emekçilerin vergi yükü ağırlaşıyor

Hükümet, 2001 yılı bütçesinin gereği olarak, 31.7 katrilyonu vergi olmak üzere toplam 43.1 katrilyon gelir elde etmeyi planlıyordu. Bu vergi gelirinin çok büyük bir kısmı ücretlilerden alınacaktı. Fakat şimdi kriz nedeniyle bu plan altüst oldu. Küçük ve orta ölçekli birçok şirketin iflası ve çığ gibi büyüyen işsizlik hükümetin vergi hedeflerini tutturmasını engelleyecek.

Bu durum karşısında hükümet ya kendi harcamalarını ve sermayeye akıttığı kaynakları kısmak zorunda kalacak, ya da yeni vergilerin devreye sokulması gündeme gelecek. Birincisi imkansız olduğuna göre ikinci yol izlenecek. Yani tıpkı depremden sonra yapıldığı gibi, binbir isim altında yeni vergiler konulacak. Dolaylı vergilerin oranı arttırılacak. Dahası var. Bu çerçevede geçmiş vergi borçlarına uygulanan gecikme zamlarının arttırılması da şimdiden gündemde. Vergi borcu gecikme zammı yüzde 5’ten 8-10 düzeyine çıkarılacak.

Kriz kapitalizmin yolaçtığı
sosyal faturayı daha da kabartıyor

Yaşam şartlarının ağırlaşması işçi ve emekçiler cephesinde sadece ekonomik yıkıma yolaçmıyor. Bununla birlikte onları manevi yıkıma da uğratıyor. Emekçi ailelerinde işsizlik ve yoksullaşmanın yol açtığı sorunlar katlanarak artıyor. Hem eşler arasında hem de ana-baba ve çocuklar arasında geçimsizlikler ve kavgalar boyveriyor.

Son yıllarda boşanan evli çiftlerin ya da intihar edenlerin sayısındaki patlama, sermayenin uyguladığı saldırı programlarının dolaysız sonucuydu. Son günlerde günlük basına yansıyan haberler, krizle birlikte bu tür olayların çığ gibi artacağına işaret ediyor. Kapitalizm işçi ve emekçi yığınları sadece sömürmekle, aç bırakmakla yetinmez. Eğer direnç gösterilmezse onları çürütür de. Yaşananlar bunun bir kez daha doğrulanması oluyor.

Sermayenin saldırı programı daha da sertleşiyor

2000 yılı başından bu yana işçi ve emekçileri tam anlamıyla yıkıma uğratan bir İMF-TÜSİAD programı uygulanıyordu. Bu program sonucunda işçi ve emekçilerin bir dizi ekonomik-sosyal hakkı gaspedildi. Ücretler sefalet sınırının da altına çekildi. Ülkenin birçok zenginliği özelleştirme adı altında tekellerin yağmasına açıldı. Tarımın yıkıma uğratılması için ne gerekiyorsa yapıldı.

Şimdi kriz bahanesiyle saldırı daha da yaygınlaştırılıp hızlandırılmak isteniyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin saldırılara karşı ciddi bir direnç sergileyememesinden de cesaret alan hükümet:

Başta TELEKOM ve THY olmak üzere özelleştirmelerin hızlandırılacağını, bunun için gerekli tüm yasal düzenlemelerin vakit kaybedilmeden yapılacağını;

Bütçede öngörülen kamu maliyesi planlarına harfiyen uyulacağını (ki bunun anlamı işçi ve emekçilere 2001 yılı için yüzde 20’den fazla ücret artışı sağlanmaması oluyor);

İMF’ye verilen ek niyet mektubunda söz verilen düzenlemelerin (kamu bankalarının tasfiyesi, tütün yıkım yasası vb.) bir an önce yapılacağını ilan etmiş bulunuyor.

İşçi ve emekçilerin krize çözümü...

İMF-TÜSİAD programının gündeme getirilmesinden bu yana komünistler düzen cephesinin kolay başarılar kazandığını söylediler. Bunun için gerekli gücü ise, işçi ve emekçi yığınların örgütsüzlüğünden, saldırılara karşı hatırı sayılır bir mücadele ortaya koyamamasından aldığını vurguladılar.

Aynı şey şu an gündemde olan kriz için de geçerlidir. Eğer bu kez de gereken mücadele ve direniş ortaya konulamazsa, sermaye kendi cephesinden krizi atlatmanın, demek oluyor ki onu bizim sırtımıza yıkmanın yol ve yöntemlerini bulmakta ve uygulamakta fazla bir zorluk çekmeyecektir. Elbette bu sermayenin arzuladığı bir şeydir ve bu anlamda da onun çözümüdür.

Bir de işçi ve emekçilerin krize çözümü vardır. Bu noktada komünistlerin daha krizin ilk gününde yazdıklarına dönüp bir kez daha bakmak gerekmektedir.

“Krizden çıkışın ikinci imkanı ise devrimin, yani işçi sınıfı ve emekçilerin elindedir. Ve tek köklü-kalıcı çözüm de budur. Bu yozlaşmış, çürümüş, çeteleşmiş yapı, tüm iktisadi, sosyal, siyasal ve militer kurumlarıyla birlikte parçalanıp dağıtılır. Emperyalist soygun kurumlarıyla kölelik bağları koparılır. Emek-gücü sömürüsüne, soygun ve talana dayalı bu rant ekonomisinin çarkları kırılır. Tüm toplumsal üretim üretici gücün (işçi sınıfı ve emekçilerin) denetimine alınır. Sosyalist yeniden dağıtım örgütlenir...” (Kızıl Bayrak, sayı: 8, 24 Şubat ‘01)