Değerli dostlar,
Burada yazdıklarımı yaşadım. Bu Hizbullah denilen örgüt Beykozdaki evle ortaya çıkmadı. Hizbullahın 89-90 yıllarından bugüne kadarki sürecini yazacağım sizlere.
Hizbullah örgütü ilk olarak Humeyniciler olarak ortaya çıktılar. Sözde kemalist rejimle savaşıp, islami düzeni getireceklerdi. Camilerde, düğünlerde ilahilerle kendilerini halka kabul ettirmeye çalışıyorlardı.
Hizbullah örgütü bu tip çalışmalar yaparken, PKK gündüz ortasında Serhıldanlar düzenleyip Kürdistan bayrağını dalgalandırıyordu. Kürt halkını arkasına alan PKK, devleti hem korkutuyor, hem de devlet için ciddi bir sorun oluyordu. Buna bir çözüm gerekiyordu.
Bir gün PKKnin üst düzey militanlarından bir kişi, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi önünde gündüz ortasında vuruldu. Onu vuran kişi tabancası elinde, elini kolunu sallayarak gitti. O militanın cenazesi Diyarbakırın Silvan ilçesine getirildi. PKK ve halk yürüyüşe geçti; Katil devlet!, Kürdistan faşizme mezar olacak! vb. sloganlar attı. Buna rağmen asker, polis tepki göstermeye cesaret edemedi. Bundan sonra Silvanda faili meçhul cinayetler, yol kesip adam öldürmeler başladı.
Olaylar devam ederken, Silvanın Susa (Yolaç) köyünde bir gece camide 13 Hizbullahçı öldürüldü. Olaydan bir gün sonra köy Hizbullah akınına uğradı. Köydeki Hizbullah taraftarı olmayan insanlar, Hizbullah canileri tarafından köyden çıkartıldılar, bazı köylüler de öldürüldüler. Caniler bırakmadılar ki, masum insanlar evlerindeki değerli ziynet eşyalarını alsınlar. Hatta bazı insanları PKK taraftarı diyerek katlettiler. Daha sonra nerede bir Hizbullahçı öldüyse cesedini Susa köyüne getirdiler. Ve köye Şehitlik-Ziyaret adını verdiler. Susa köyüne gelen kişiler maske takıp yol kestiler. Ellerinde de devletin verdiği koruculuk silahları ve dürbünleri vardı.
Hal böyle iken, Silvanda faili meçhul olayları hız kazandı. Silvannın nüfusu altı ay içinde 75 binden 25 bine düştü. Silvannın Susa, Zêrê, Weysikanê jêrine, Garsiyê ve Hogîra köyleri Hizbullahçılar tarafından işgal edildi. 90-91-92-93 yıllarında, Susa köyünün yanından yaya geçenlerin dönüşü yoktu.
Plakasız beyaz bir taksi, gündüz ortasında köy yollarını kesiyor, birkaç kişiyi öldürüp kimliklerini ve paralarını alıyordu. Kimliklerini de devlete verip karşılığında ayrıca para alıyorlardı, terörist öldürdüm diye. Bazılarını da kaçırıyorlardı. Kaçırılanların çoğu fidye karşılığında serbest bırakılıyordu. Fidyesi verilmeyenleri ise katlediyorlardı.
Bunlar böyle devam ederken İçişleri Bakanı ve burjuva medyası 1992 yılında Susa köyüne gittiler. Köyde yaşayanların masum halk olduğunu ve köyün PKKliler tarafından yakılıp, yıkıldığını ifade ettiler. İsmet Sezgine soruyorum, bu açıklamayı yaparken üzerinde silahlı kuvvetin baskısı mı vardı? Eğer yoksa niye böyle bir açıklama yaptınız? Askeriye Susa köyünün yanından geçerken, gündüz el sallayıp selam veriyordu. Gece far yakıp söndürüyordu...
Ve Hizbullah örgütü Silvan halkını ezip çiğnedikten sonra eylemlerine Batmanda, Diyarbakırda, ve diğer çevre il ve ilçelerde devam ettirdi. Tansu Çillere soruyorum, terör ya bitecek, ya bitecek sözüyle Kürdü Kürde karşı kullanıp etnik temizlemeye mi gitmiştiniz? Diyarbakır mitinginde Ben de müslümanım sözü, Hizbullaha verdiğin bir mesaj mıydı? Hizbullahın eylemlerine NİYE GÖZ YUMDUNUZ?
1993 Eylül ayında Salık ve Tokluca köylerinde birkaç kişi öldürüldü, birkaç kişi de kaçırıldı yol kesme eyleminde. Askeriye Salık köyüne gitti sordu, bu olayları kim yaptı diye. Katledilen insanların yakınları, Caarsiye ve Susa köylerinde oturanların yaptığını söylediler. Askeriye, kesinlikle bu olayları PKKnin yaptığını söyleyeceksiniz diye tehdit etti. Ayrıca askeriye Terâ (Beypınar) köyüne gidip köyü tehdit etti. İki hafta sonra köyden iki kişi katledildi, bir kişi kaçırıldı.
Bu ve bunun gibi olaylarda kaçırılanların çoğunluğu Nisan 94te Susa köyünde çıktı. Bir kişi Hizbullah zindanından kaçıp zindanda olanları askeriyeye söyledi. Askeriye kendi elleriyle zindanda ölümle yüzyüze olan insanları çıkardı. 30un üzerinde kişi vardı zindanda. Buna rağmen devlet, hem zindanları hem de zindandaki insanları basın ve medyadan gizledi. Oradaki zindanları ancak 1998de medyaya gösterdiler. 2000 yılındayız, hala zindanlar Hizbullahın köylerinden çıkıyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreşe soruyorum. Hizbullahçılara niye silah verdin? Zindanları niye kamuoyundan gizledin?
92-93 yıllarında Hüseyin Velioğlunu Susa köyünde görenler var. Ayrıca Silvandan geçen E-5 yolunun üzerine Susa köyü Ziyarettin yazılı pankart asmışlardı. 1995 seçimlerinde HADEPin Silvanda %70lik oy almasıyla halkın Hizbullahtan korkusu ortadan kalktı. Ayrıca zindanların ortaya çıkması Hizbullahın belini büktü. Hizbullah bundan sonra gücünü batıya kaydırdı. Gericiliğin liderlerine soruyorum. Hizbullahın Beykozdaki evde ortaya çıkması tesadüf mü, değil mi?
Abdullah Öcalan Suriyeden çıkıp İtalyaya gittiğinde, Türkiyedeki 4 bin faili meçhul cinayetin Türk devleti tarafından işlendiğini Avrupa kamuoyuna açıklamıştı. TC de bu faili meçhul olaylarının PKK tarafından işlendiğini söylüyordu. Oysa faili meçhul cinayetlerinin netlik kazanması gerekiyordu.
Hatırlarsanız, Ağustos 99da, ABDnin Dışişleri Bakan Yardımcısı Koch Diyarbakıra gidip birkaç aileyle konuşmuştu. Hepsi de cinayetler devlet eliyle işlendi demişti. Bu duruma burjuva medyası tepki göstermişti (ve de şöyle demişlerdi; HADEPli Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Feridun Çelik aileleri önceden seçmiş, ABDli Dışişleri Bakanı Yardımcısıyla öyle konuşturmuş
) Bu ve bunun benzeri bir sürü Avrupadan heyetler Diyarbakıra geldiler. Ama değişen bir şey yoktu, çünkü herkes biliyordu ki olaylar devlet eliyle ve de devletin silahıyla işlenmiş. Belki hatırlıyorsunuz, Ecevit şöyle demişti: Türkiyenin başkenti Ankaradır, heyetler niye Diyarbakıra gidiyor.
Devlet eninde sonunda cinayetleri aydınlatmak zorundaydı, Avrupa Birliği yolunda. Ve devlet en sonunda Beykozdaki evde Hizbullah liderini öldürüp Hizbullahı ortaya çıkarttı. Böylece sözde faili meçhul cinayetlerini aydınlattı.
Burada bir açıklama yapmak istiyorum: Aydınlatılan cinayetlerin büyük çoğunluğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye aleyhine dava konusu olmuş cinayetlerdi. Şunu da ekleyeyim; devletin daha çok açığının ortaya çıkmaması için, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Feridun Çelikin pasaportuna el konuldu.
ONları anmak için toplananlara saldıranları gördüğümde, ilk defa anne, kardeş, baba, yar olmanın acısını; kalplerde ONlara ayrılan yerin büyüklüğünü; devletin ise küçüklüğünü, acizliğini, çaresizliğini, Emniyet Müdürünün yüzündeki çirkinliği, korkaklığı gördüm. Çünkü bir avuç inançlı devrimci insan, işte biz böyle gençlerin anneleriyiz, kardeşleriyiz, eşleriyiz dercesine, devletin hunharca parçaladığı bedenlerin her damlasından fışkıran kanla yoğrulmuş bir bütün olmanın haklı onuruyla ONları andılar.
Selam sana; öfke, sabır ve inatla yürüyen güzel kızım!
Selam sana; evlat acısıyla yanan gözlerinde fer, ayaklarında hal kalmayan arkadaşım, hemcinsim, fedakar anam!
Selam sana; mücadelenin içinde tekme ve tokatlarla ayak altında kalıp, sonra kanlar içindeki yüzünle o acizlere zavallılıklarını anlatan güzel evladım!
Selam size; insan göğsünde çarpan şuurun neferleri!
Sizleri kutluyorum! Altmış yaşında bir anayı nasıl irşad ettiyseniz, bu olayın benim yaşımın çok çok altındaki gençlerde daha da ateşli, daha da bilinçli bir şekilde algılanacağına inanıyorum.
Ben sizin sayenizde ve sizin şahsınızda, görmek istemeyen gözlere inat, yüreği sağır olmayan bir neslin habercisi olduğunuzu görüyorum.