ARSIVANA SAYFA
 
14 Ekim '00
SAYI: 38
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Zafere kadar devrim!
“İşgüvencesi” aldatmacası üzerinden sergilenen orta oyunu
“İşgüvencesi”: Sinsi bir saldırı manevrası
“Kurtlar sofrası”nda muhabbet
ESK ihanetine geçit vermeyelim!
Belediye işçilerinin direnişi sürüyor
İşçi hareketinden kısa haberler
2000 Yılı Küresel Kadın Yürüyüşü
Ankara’da kadın mitingi
Teslimiyet platformunun geldiği yer
ABD’nin Ermeni soykırım kararı ve Kafkasya’da kirli oyunlar
Sinekten yağ çıkarma politikası
Ermeni sorunu ve Osmanlı mirası
Tarımda ücretli işgücü ve pamuk işçileri
Gençliğin örgütlü mücadeleyle buluşmasından duyulan korku
Dünya çocukları ve kapitalist barbarlık
Katliamcılardan hesap soralım!
Cezaevlerinde gerginlik tırmandırılıyor!
Onlara dair gecikmiş sözler
Partinin sınıf düşmanları karşısında yıkılmaz kalabilmesi için
Yunanistan’da gene grev
Bidon (öykü)
Parti, dava ve “küçük-burjuva yiğidi”
Mücadele Postası...
 
Tüm yazılar



 
 
Davasına ömrü boyunca bağlı kalan ve bu uğurda büyük fedakarlıklara katlanan Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı ölümünün (11 Ekim 1971, Belgrad) 29. yılında saygıyla anıyoruz...
1930’larda kaleme aldığı kapsamlı “Yol” incelemesinin Sunuş bölümünden aldığımız bir parçayı, kendi koyduğumuz başlık altında okurlarımıza sunuyoruz.


Parti, dava ve “küçük-burjuva yiğidi!”



(...)

Çete savaşı bilinir. Biraz gönüllü savaşmasıdır. Gönüllü demek, hani ya, canı istemiş de gelmiş demek gibi bir şeydir. Öyleyse, canı istedi mi, geldiği gibi gider de.

Gönüllüler içinde savaşın sapılmaz hedefine yaşamsal bir zorunlulukla candan itilmeyenler, herhangi bir ikinci derece hoşnutsuzluktan kopup takılmışlardır. Ya da Lenin’in Almanca’dan aktardığı sözcükle mitlaufer (birlikte yürüyüş ve yol arkadaşı): Bizimle ancak bir konağa kadar gidebilecek ve ondan sonra bizden kendi yolunca ayrılacak yolcular sanıldığından daha çoktur...

Bu gibileri uzun ve acı tatlı deneyimlerle anladığımıza göre, onlar yola çıkarken bizden ve herkesten daha kıyak nara atarlar ve hedefe bir iki gün içinde varılıverirse, bu gibiler yaygaralarının önüne geçilemeyen kişiler oluverirler.

Kimden sözettiğimiz anlaşılıyor: küçük-burjuvaziden!

Bir zamanlar işçi sınıfına, hele onun keşif koluna adım uydurmuş olan küçük-burjuvazinin ünlü beceresini kanıksamayan bilinçli işçi bilmem kalmış mıdır?

Beceri şudur: Bir küçük-burjuva -sınıfça ya da asılca küçük-burjuvazi kafası- parlak bir gönüllü çeteci olabilir. Ancak yaylımı geniş bir meydan savaşında kesin sonuca kadar siperini bırakmamaya gelmez. Hele siperini bırakmamaya “zorunlu” edildiğini görmeye hiç dayanamaz. Onun için savaşçı ordu disiplini altına sokulacağını sezmek ölümdür.

Küçük-burjuva yukarıdan gelen bir emirle ve aşağıdan vuran bir zorla değil, aklınca “canı istediği” için işçilerle yan yana gidiyordur. O mübarek canı istemedi mi, dilediği gibi hareketine hiçbir şey engel çıkarmamalıdır.

Çete savaşı gelişti de gönüllüler keşif kolu düzeninde bir hizaya getirilmeye başlandı mı, çıngar kopar. Türkçe’deki tiryaki sözüyle: “zor oyunu bozar”. Ancak oyunu bozan aktör, küçük-burjuvadır.

Küçük-burjuvanın kendine göre muazzam bir “namus”u, müthiş bir “özsaygısı” vardır. O hiçbir zaman açıkça ve mertçe “ben şahımı bu kadar severim!” deyip çekilemez. Buraya kadar birlikteydik, artık ben gidemeyeceğim tarzında bir allahaısmarladıkla ayrılamaz.

Öyle açık görünüş ve açık yürek onun mistik ve esrarengiz ideolojisine ve psikolojisine karşıt olduğu kadar namusuna ve özsaygısına da pek dokunur.

Öyleyse?.. Öyleyse, bütün parti tarihlerinde görülen şu iki kategori eğilim fışkırır:

1- Kaçma eğilimi: Parti içinde kırılacak putlar bulunduğunu, ayrıcalıklı otorite zorbalığına karşı koymak gerektiğini, “denetim, eleştiri” vb. özgürlüklerinin kalmadığını söyler durur küçük-burjuva. Bulanmak için fırsat kollayan, karışmaya elverişli düşünceleri büsbütün bulandırmak ve karıştırmak... Lenin’in sık sık kullandığı deyimle “konfüzyonizm” (karmakarışıkçılık) olayının iş ve disiplin alanına dökülmesi alır yürür. Bu durum, daha ünlü adı ve sanıyla anarşidir...

2- Kaçamak eğilimleri: Küçük-burjuva yiğitinin kendine göre bir yoğurt yiyişi vardır. Onun öyle derin “kendi kanıları”, öyle değeri ağır “kendi bakışları”, o kadar özgün “kendi düşünceleri” vardır ki, mutlaka dikkatli bir gözle ele alınmalıdırlar. Yoksa parti tehlikededir. Yangın var! Bu hal konfüzyonizmin söz ve teori alanına sokulması olur. Bu, daha ünlü adı ve sanıyla oportünizmdir!

Proletaryanın çetin sınıf savaşına dayanamayıp tabanı yağlayanlar sanıldığı kadar tehlikeli değillerdir. O içten karaktersizlere ve korkaklara hatta şöyle bir teşekkür etsek, pek de hesapsız bir iş yapmış sayılmayız.

Büyük tehlike, bu mücadele kaçaklığını bir sürü kaçamakla karmakarışıklaştırmaktır. Kendi bozgununu parti bozgunu gibi görmeye ve göstermeye gitmektir. Asıl tehlike bu kaçamak ve bozgun yapmaya kalkışmış pratik ve teorik sapıklardadır. Yani oportünistlerde ve anarşistlerdedir. Bu sapıklar -bütün onurlu küçük-burjuva sapıklar gibi- biz sapıttık diyemezler. Sapıttık demek için doğru yola, devrim yoluna girmeyi göze alabilmek gerekir. Oysa “çeteci” küçük-burjuva unsurunun sonuna dek gitmeye ne gücü, ne de niyeti kalmamıştır. Kalmadığı içindir ki, bu sapıtma ortaya çıkmıştır.

O zaman her sapıtma kendi kendisine haklı bir düşünce ya da doğru bir görüş süsü vermeye kalkar. Sözüm yabana düşünce ayrılıkları başgösterir. Mezhep özentileri, tarikat görüntüleri alır yürür. Örgüt deyimiyle hizipler türer, fraksiyonlar ürer.

Buraya dek açıklamamızın gelişen anlamı bir cümleyle şudur: Çete mücadelesinden parti savaşına geçen örgüt içinde, yeni doğrultumuzdan ve hızımızdan ürken küçük-burjuva unsurları fraksiyonlaşır...

(...)

(Yol/1, Bibliotek Yayınları, s.14-16)