ARSIVANA SAYFA
 
14 Ekim '00
SAYI: 38
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Zafere kadar devrim!
“İşgüvencesi” aldatmacası üzerinden sergilenen orta oyunu
“İşgüvencesi”: Sinsi bir saldırı manevrası
“Kurtlar sofrası”nda muhabbet
ESK ihanetine geçit vermeyelim!
Belediye işçilerinin direnişi sürüyor
İşçi hareketinden kısa haberler
2000 Yılı Küresel Kadın Yürüyüşü
Ankara’da kadın mitingi
Teslimiyet platformunun geldiği yer
ABD’nin Ermeni soykırım kararı ve Kafkasya’da kirli oyunlar
Sinekten yağ çıkarma politikası
Ermeni sorunu ve Osmanlı mirası
Tarımda ücretli işgücü ve pamuk işçileri
Gençliğin örgütlü mücadeleyle buluşmasından duyulan korku
Dünya çocukları ve kapitalist barbarlık
Katliamcılardan hesap soralım!
Cezaevlerinde gerginlik tırmandırılıyor!
Onlara dair gecikmiş sözler
Partinin sınıf düşmanları karşısında yıkılmaz kalabilmesi için
Yunanistan’da gene grev
Bidon (öykü)
Parti, dava ve “küçük-burjuva yiğidi”
Mücadele Postası...
 
Tüm yazılar



 
 
“İş güvencesi” aldatmacası üzerinden
sergilenen orta oyunu

Taslak üzerinden tartışılan işçi sınıfının
yüzyıllık kazanımlarıdır



İMF-TÜSİAD istikrar programı kapsamındaki sosyal güvenliğin tasfiyesi konusunda, hükümetin tek demagojik söylemi, baştan beri, “iş güvencesi getiriyoruz” olmuştu. Şimdi üzerinde tartışmaların yoğunlaştığı taslak, işte bu kapsamlı saldırının demagojik örtüsü yapılmaya çalışılan konuyu içeriyor.

Salt bu gereksinimden bile anlaşılacağı gibi, taslakta sınıfın çıkarına getirilmiş tek bir yenilik yok. Böyle olmasına rağmen sermaye cephesinin kopardığı gürültüyü nasıl anlamak gerekiyor?
Hükümetin taslağı ile sermaye patronlarının taslağını karşılaştıracak olursak, hem sermayenin ve hem de hükümetin niyeti daha iyi anlaşılacaktır.

* Yeni tasarı sendika üyeliğinin işten çıkarma gerekçesi yapılamayacağını söylüyor.

Böyle bir işten çıkarma gerekçesi faşist 12 Eylül yasalarında da yoktu. Fakat yıllardır, sendikalaşan her işyerinin toplu tensikatla karşılaştığı biliniyor.

* Yeni tasarı “geçerli bir neden” olmadan işçi çıkarılamayacağını söylüyor.

Yürürlükteki yasada da “keyfi işten çıkarma” diye bir madde yok. Ancak, bir 17. madde var ki, keyfilikte sınır tanımıyor. Patronların karşı tasarısı ise bu konuda herhangi bir sınır getirilmesini kabul etmiyor.

* Yeni tasarı, işten atılan işçiye mahkeme yolunu gösteriyor.

Eskisinde de böyle bir hak vardı. Yani bunda da yeni bir şey yok. Patronların taslağında bu hakkın tümüyle ortadan kaldırılması isteniyor.

* Hükümetin taslağı zaten var olan kıdem ve ihbar tazminatlarını, izin ve ücretsiz izinleri, mesai ücretlerini vb. hiçbir yeni katkı yapmadan geçiyor.

Patonlar ise, mevcut kazanılmış hakların neredeyse yarısının gaspedilmesini öngören maddeler sıralıyorlar.

Hükümetin varolan haklara hiçbir katkıda bulunmayan bir tasarı hazırlayarak tartışmaya açmakta tek kazancı, kuşkusuz, sadece sosyal güvenliğin tasfiyesinde demagojik malzeme olarak kullanmak değil. Gerçekte taslak üzerinden tartışılan, işçi sınıfının yüzyıllık kazanımlarıdır.

Kapitalistlerin taslağı vesile ederek yönelttikleri bu kapsamlı saldırıda temel argümanlarından biri, taslağın tek taraflı (işçidan yana) olarak hakları tanımladığı, kendilerinin mağdur edildiği, dolayısıyla, bu haliyle yasallaşmasının “sosyal barışı” bozacağıdır. ‘99 Nisan’ında kuruluşundan bu yana hep tek yanlı, hep sermayeden yana çalışmış, bu nedenle de hakettiği lakabı (İMF-TÜSİAD hükümeti) almış olan faşist-gerici kırması koalisyon hükümeti, bu tartışma sayesinde, “tarafsız-arabulucu” kisvesine bürünmeyi de umuyor. Saldırıyı bu kisve altında daha rahat sürdürebileceğini düşünüyor. Nitekim, Çalışma Bakanı-işverenler savaşı oyununda, işçi sendikaları, şimdiden “hükümetin destekçisi” ilan edilmiş bulunuyor.

Sözkonusu hakların çoğu, çoktandır zaten fiilen kullanılmaz hale gelmiş/getirilmiş durumda. Örneğin, yasalarla tanımlanmış sendikal örgütlenme hakkını kullandırmamak için her türlü gücü devreye sokmuşlar. Yasa koyucu devletin yasaları uygulayıcı organları, yani mahkemeleri, polisi, jandarması, sendikalaşan işçinin-memurun üstüne saldırtılmış.

Şimdi istedikleri, fiilen kullanımını engelledikleri bu hakların yasalardan da çıkartılması. Hükümetin yasa tasarısıyla kapitalistlerin bu hakları masaya yatırılıyor gibi görünüyor, ama beraberinde tazminatlarını, mesai ücretlerini, izinlerini, çalışma saatlerini vb., vb. kaldıralım, hiç olmazsa azaltalım diyorlar. Sonuçta, hükümet “bir orta yol bulalım” dediğinde, güya fedakarlık yapıp, “şundan şundan geçtik, ama şunu şunu mutlaka isteriz” diyecekler. Özellikle de yıllardır esnettikleri çalışma saatleri ve ücretler konusunu, yani esnek üretimi yasal bir kazanıma dönüştürmeye çalışacaklar. Oysa esnek üretim bir kez çalışma yaşamına hakim hale gelir, bir de yasallaşırsa, hiçbir yasanın iş güvenliği sağlamayacağı bilinmelidir. Çünkü esneklik, zaten tümüyle kapitalistin ihtiyaçlarını temel alan bir yöntemdir. İhtiyacı olduğu zaman, ihtiyacı kadar işçiyle gereksinim duyduğu sürece çalışma. Ve verebildiği kadar ücret. Saat sınırı yok, dolayısıyla mesai kavramı tümden kalkıyor, mesai ücreti de.

Bugün, işçi hakları üzerine sergilenen kavga oyunu tam bir aldatmacadır. Kavga, sözde işverenlerle hükümet arasında yaşanıyor. Böyle bir şey mümkün değildir. Cumhuriyet tarihinin en azgın işçi düşmanı hükümeti, işçi sınıfı adına bu kavgaya taraf olamaz.

O, bu kavgada karşı tarafta, yani ücretli ve gönüllü hizmetini gördüğü sermayenin tarafındadır. Bir yanda işçi sınıfı ve emekçiler, diğer yanda sermaye sınıfı ve hizmetkarları bu kavganın taraflarıdır. Safların bu şekilde netleşmesini engelleyen, sadece hükümetin (Y. Okuyan’ın) sahtekarlığı değildir. Bu oyunda hükümet destekçiliğine soyunarak, dünkü “işçinin canına okuyan” Y. Okuyan’ı işçi dostu pozisyonuna çeken sendika ağalarının rolü de büyüktür. Sendikalar elbette, sınıfın sözcülüğünü yapmakta, çatışmada taraf olmak durumundadır. Ancak taraf tutmak değil, taraf olmak. Tıpkı sahte düşmanlar gibi, sahte dostlar yaratmak da sınıfa ihanetin bir aracıdır.
Temel hak ve özgürlüklerin böylesine ucuz tartışma konusu edilebildiği bir durumda, gerçek işçi örgütlerinin yapması gereken, sorunun gerçek muhatabı olan sınıf kitlesini harekete geçirmek olmalıdır. Öncelikle, kazanılmış haklardan asla taviz verilemeyeceği, sermayedarlara da hükümete de gösterilmelidir. İşçi sınıfı ve işçi örgütleri, mücadeleyle kazanılmış haklarının ancak ve sadece mücadele ile korunabileceği gerçekliğini yeniden ilke edinmek zorundadırlar. Yasalar her zaman ikinci plandadır. Önce örgütlenirsin, grev yaparsın, haklarını söke söke alırsın, ardından yasalara sendika ve grev hakkını yazdırırsın. Bu bütün dünyada ve Türkiye’de böyle yaşanmıştır.

İş güvenliği mi istiyorsunuz? İşten çıkarmaya karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmek zorundasınız. Bu yıllardır yapılmıyor. İşten atıldığı için direnişe geçen işçiler örgütleri tarafından yalnız, sahipsiz, örgütsüz bırakılıyor. Böyle bir sendikal işleyiş sürdüğü sürece, hiç bir yasa iş güvencesi sağlayamaz. Ne yani, Y. Okuyan’ın yasa tasarısı yasallaşırsa, işçi çıkaran patronlarını hapse mi atacak? Yoksa bugün işten atılan işçiyi fabrika önünden uzaklaştırmak için kullanılan polis copu-jandarma dipçiği patronun başına mı inmeye başlayacak? Kuşkusuz hayır!..

En büyük tekelden en küçük atölyeye kadar birleşmekten bahseden patronlar saldırı deklarasyonunu yayınlamış bulunuyorlar. Tehditleri de açık; “sosyal barış” bozulurmuş!.. Ekmek yoksa, iş güvencesi, sigorta, sendika, hak-hukuk yoksa, barış da yok!.. Bu soyguncu, bu asalak sınıfın karşısına sınıf olarak dikilmek gerektiği ortadadır. Bu topyekûn saldırıya karşı, işçi sınıfının birleşik gücünü harekete geçirmenin yolu sınıfsal taleplerin bayrak edinilmesinden geçiyor.

- Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
- Tüm çalışanlara grevli, toplusözleşmeli sendika hakkı! Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılsın!
- Grev yasakları kaldırılsın, lokavt yasaklansın!
- Tüm çalışanlara sağlık ve sosyal sigorta hakkı! SSK ve devlet hastanelerine yatırım!