ARSIVANA SAYFA
 
14 Ekim '00
SAYI: 38
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Zafere kadar devrim!
“İşgüvencesi” aldatmacası üzerinden sergilenen orta oyunu
“İşgüvencesi”: Sinsi bir saldırı manevrası
“Kurtlar sofrası”nda muhabbet
ESK ihanetine geçit vermeyelim!
Belediye işçilerinin direnişi sürüyor
İşçi hareketinden kısa haberler
2000 Yılı Küresel Kadın Yürüyüşü
Ankara’da kadın mitingi
Teslimiyet platformunun geldiği yer
ABD’nin Ermeni soykırım kararı ve Kafkasya’da kirli oyunlar
Sinekten yağ çıkarma politikası
Ermeni sorunu ve Osmanlı mirası
Tarımda ücretli işgücü ve pamuk işçileri
Gençliğin örgütlü mücadeleyle buluşmasından duyulan korku
Dünya çocukları ve kapitalist barbarlık
Katliamcılardan hesap soralım!
Cezaevlerinde gerginlik tırmandırılıyor!
Onlara dair gecikmiş sözler
Partinin sınıf düşmanları karşısında yıkılmaz kalabilmesi için
Yunanistan’da gene grev
Bidon (öykü)
Parti, dava ve “küçük-burjuva yiğidi”
Mücadele Postası...
 
Tüm yazılar



 
 
ESK ihanetine geçit vermeyelim!


Sermaye iktidarı İMF-TÜSİAD saldırı paketini “kararlılık”la hayata geçirmeye devam ediyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı yıkım, çektiği acılar, derinleşen sefalet, büyüyen işsizlik vb. onların umrunda bile değil. Zira bunlar uyguladıkları İMF-TÜSİAD paketinin doğal sonuçları. Kürt halkına karşı kirli savaşı “meşrulaştırmak”, kitleleri destekçi konuma çekmenin temel gereği olan şovenizmi kışırtmak için “vatanın bir karış toprağından vazgeçmeyiz” diyenler, bugün “kamu” arazilerini emperyalist devletler ve uluslararası tekellere peşkeş çekiyorlar.

Düne kadar Kürt ulusal mücadelesini gerekçe göstererek yürüttükleri silahlanmayı bugün kolayca açıklayabilecek durumda değiller. “Dış mihraklar” olarak tanımladıkları ve yine şovenizmi körüklemek için kullandıkları “düşman devletler”den sözetmeleri ise, Yunanistan, İran ve Suriye’yle (yakın süreçte Irak da dahil olacaktır) bir yumuşama/yakınlaşma sürecine girildiği koşullarda pek kolay olmayacaktır. Son olarak Ermenistan üzerinden benzer bir senaryoyu sahneye koymaya çalışıyorlar ki, bunu başarsalar bile eskisi gibi etkili olması düşünülemez. “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatı miadını doldurdu. Bunun yerine koymak istedikleri laik/anti-laik oyunu ise şimdiden önemli ölçüde boşa çıktı (etkili olduğu kesim dar bir Kemalist kesimden ibaret ve onu da kaybetmeye mahkumlar).

Bu koşullarda sermaye devletinin politikalarını hayata geçirmek için yeni yöntemlere başvurması kaçınılmazdı. Bu ise onun daha önce işçi-emekçiler tarafından açıkça görülemeyen terörist yüzünü önplana çıkardı. Grevleri yasakladı, sendikaları resmen feshetme harekatı başlattı, kimi ilerici sendikacıları tutukladı, en ufak bir basın açıklaması üzerinde azgın bir terör estirdi. Hak arama mücadelesi verenlerin üzerinden copunu eksik etmedi. Bu açık bir meydan okumaydı ve ne yazık ki işçi sınıfı ve emekçiler buna karşı anlamlı bir duruş sergileyemedi, bu saldırıya aynı kararlılıkla cevap veremedi. Ama bunun da dayanacağı bir sınır var ve o sınırı şimdiden zorlamaya başladı. Böyle olunca, geçmişten beri başvurulan bir oyunu önplana çıkarıyorlar: “Toplumsal uzlaşma!”

Bu yıkım paketinin başarısı için “toplumsal uzlaşma” çağrıları yapıyorlar. İşçi ve emekçiler için katmerlenmiş sömürü demek olan bu programın uygulanmasını “milli” bir mesele olarak sunup, tüm kesimlerin fedakarlıkta bulunması gerektiğini tekrarlayıp duruyorlar. Ama işçi-emekçilere nutuk atarak onları buna ikna etmeleri mümkün değil. Sermayenin işçilere fedakarlık çağrısı yapmasının olumlu yanıt bulamayacağını bildikleri için, bunu işçi sınıfı içindeki sermaye uşakları/ajanlarının dillendirmesini istiyorlar. İşte bunun için ESK var. ESK, sermayenin çıkarlarını işçi-emekçilere kabul ettirmek, saldırıların hayata nasıl daha sancısız geçirilmesini sağlamak için kurulmuştur. Satılmış sendika bürokrasisi büyük bir istekle bu ihanet kurumunda yerini almıştır. Kimilerinin (DİSK’in) şimdilik bunun dışında olması, ESK’ya karşı olmalarından değil, kurumun resmi olmamasından, yani ihaneti resmi olarak gerçekleştirememelerinden dolayıdır. Son dönemlerde DİSK başkanının devrimcileri karalayan açıklamaları da bunu onaylar niteliktedir. Yaptıkları sermayeye yaranma girişimleridir.

Bu oyun yeniden ortaya konulmaya ve daha öncekilerden daha usta bir biçimde sergilenmeye çalışılıyor. Son dönemde TV programlarında boy gösteren sermaye örgütlerinin temsilcilerinin ESK’nın toplanmamasından yakınmaları, bileşiminin genişletilmesine ilişkin vurguları bundan dolayıdır. Ardından Ecevit’in hemen harekete geçmesi, en kısa zamanda ESK’yı toplayacağını söylemesi de bunun bir göstergesi. Kapitalist birlik-sendika temsilcileri direkt toplanalım çağrısı yapamadıkları için Ecevit’in devreye girmesi gerekiyor. Zira Türkiye’de sınıflar arasında oluşan uçurum kapitalist patronların ve onların işçi sınıfı içindeki ajanlarının kendiliğinden biraraya gelmelerine izin vermiyor. Dolayısıyla kısa bir süre içinde ESK toplanabilir. Hatta ESK’ya sınıflarüstü bir görünüm vermek için resmi bir kurum haline getirilebilir ve böylece kimileri için çekince gerekçesi olan ESK’nın resmi olmaması sorunu da giderilmiş olur.

Yeni bir ESK toplantısından işçi emekçiler için ne çıkacaktır ? Bunun cevabı artık tecrübeyle sabittir. Toplantı çıkışında yine “toplumsal uzlaşma” ve “fedakarlık” çağrıları yapılacaktır. Sendika bürokratları demagoji yapmak için bile “biz fedakarlık yapmayacağız, mücadele edeceğiz” diyemeyeceklerdir.

Bu fedekarlıkların kimin için olduğunu yaşayarak gördük. Bu öylesine bir toplumsal fedakarlık ki; işçi ve emekçiler fedakarlık yaptıkça daha fazla açlığa, sefalete, işsizliğe maruz kalırken, kapitalistler daha da zengin oluyorlar. Bu öyle bir enflasyona karşı seferberlik ki; işçi ve emekçiler %25 ücret artışına mahkum edilmeye çalışılırken, zamlar dur durmak bilmezken, sermayedarların Avrupa bankalarındaki dolarları-markları sürekli birikiyor. Bu öyle bir toplumsal fedakarlık ki; işçi ve emekçiler yarı aç yaşamaya zorlanırken, kapitalistler birkaç işçinin maaşı tutarındaki paraları barlarda havaya saçıyorlar.
“Toplumsal uzlaşma” işçi-emekçileri köleleştirmenin bir diğer adıdır. “Toplumsal uzlaşma” çağrısı ezilenlere gönüllü köle olun çağrısıdır. İşçi-emekçilere açlık ve sefaletten başka bir şey getirmeyen İMF-TÜSİAD saldırı paketinin hayata geçmesi için yapılan bir uzlaşma çağrısıdır. Bu çağrı işçi-emekçiler tarafından kabul görmese de, karşı bir duruş sergilenmediği, işçi-emekçilerden sendika ve örgütlerinin ESK’ya katılmasına karşı ses yükselmediği sürece, ESK üzerinden oynanan oyunlar sürecektir.

İşçi ve emekçiler artık bu ihanete sessiz kalmamalı, örgütlerinin ESK’dan çekilmeleri için harekete geçmelidirler. Eğer bugüne kadar süren sessizlik devam ederse, bu daha fazla ihanetin yolunu açacak, sonucu ise daha fazla açlık, yoksulluk, baskı ve zulüm olacaktır. “Toplumsal uzlaşma”, “toplumsal barış” söylemlerinin amacı emekçilerin sınıf bilincini karatmaktır. Sınıf mücadelesinin yükseltilmesi “toplumsal barış” yalanını da pratikte boşa çıkaracaktır.

Sendikalar ESK’dan çekilsin!
ESK ihanettir, ihanete geçit vermeyelim!






Zonguldak: Özel kömür ocağında yine cinayet!

Madenler sermayeye sömürü cenneti,
işçilere mezar oluyor!



Zonguldak’ın Gelik beldesindeki “kaçak” kömür ocağında meydana gelen grizu patlaması sonucunda dört işçi göçük altında kaldı. Patlamanın ardından günler geçmesine rağmen işçiler henüz kurtarılabilmiş değil. Daha doğrusu öldükleri kesin olan işçilerin cesetlerine ulaşılmış değil.

Uzun yıllardır Zonguldak, burjuva medyanın gündemine bu türden cinayetlerle geliyor. Çünkü burjuvazi için Zonguldak dikensiz gül bahçesi. Zonguldak hiçbir yasanın geçmediği, mafyalaşmış kömür burjuvazisinin istediği gibi at koşturduğu, işçileri iliklerine kadar sömürdüğü, kanla-canla kasalarının doldurulduğu bir kent. Bu kentte yasalar geçmez; çünkü asalak takımının sınırsız sömürme özgürlüğü, bu kentte yasayı ve denetimi yok sayıyor. Bunun için katliama varan bu türden cinayetler görmezden geliniyor. Sermaye ve devleti, kapsamlı saldırıyla bugün tüm Türkiye’yi Zonguldaklaştırmaya çalışıyor.

Zonguldak’ta sıradanlaşan iş cinayetleri, özelleştirmeyle beraber kuralsız sömürünün hakim olduğu kömür burjuvazisinin mülkü haline getirilmiş kömür sahalarında gerçekleşiyor. Özelleştirilerek, kara parayla burjuvalaşmış mafyalara peşkeş çekilen kömür sahalarında, işsizliğin kol gezdiği Zonguldak’ta işçiler; karın tokluğuna, sigortasız, uzun çalışma saatleriyle, iş güvenliğinden yoksun bir biçimde çalışıyorlar. TTK’nın özelleştirilmesiyle beraber işsiz kalanlarla beraber, başka çalışacak hiçbir işi olmayan binlerce genç, kadın, yaşlı ve çocuk, bu ölüm ocaklarına ölüme bile bile gönderiliyorlar. Zonguldak’ın emekçi halkı için bu kömür sahalarında çalışmak ölümden farksız. Ancak yaşam da ölümden farksız. Bu nedenle bu ölüm ocaklarına sakınmasız girip, tabutlarla dışarı çıkarılıyorlar.

Özelleştirilen kömür sahalarını kirli-kanlı para ile mülkiyetine geçiren Demir Madencilik, bölgede tekelleşmiş durumda. Zonguldak’ta bu tekelden habersiz kuş uçurtmak imkansız. Devlet kurumları-bürokratları da bu tekelin paralı uşakları olarak çalışıyorlar. Bu nedenle sınırsız-kuralsız sömürü de devlet güvencesinde yapılıyor, kan kusan ocaklar görmezden geliniyor, ocaklarda katledilen işçiler kayıtlara geçirilmeksizin mezara gönderiliyorlar. Bu sömürü ve katliama karşı gelenler ise önce bu tekelin ya rüşvetiyle satın alınıyorlar, ya da zoruna maruz kalıyorlar. Yetmedi, devlet kurumları devreye giriyor, karşı gelenler cezalandırılıp, susturuluyor. Son cinayette de grizu, göçükte kalan işçilerin yakınlarına ancak üç gün sonra duyuruldu. Zonguldak’ın duyarlı çevrelerince kamuoyuna yansıtıldı. Yoksa bu işçiler de, hiçbir kayıt düşülmeksizin, ailelerine üç-beş kuruş verilerek toprak altında bırakılacaklardı.

Bu ölüm ocaklarında şu an 10 bine yakın kişi çalışıyor. Çalışanlar ya doğrudan Demir Madencilik’in işlettiği ocaklarda, ya bağlı taşeronların işlettikleri ocaklarda ya da evlerinin bahçesinde açtıkları kuyularda kazma sallıyorlar. Bu üçüncülerin çalıştıkları yerler “kaçak ocak” olarak tanımlanıyor. Ancak evlerin bahçesinden çıkarılan kömürler, kömür sahasının sahibi olan Demir Madencilik’in yol ağızlarında kurduğu turnikelerden haraç ödenerek yasallaştırılıyorlar. Bu haracın miktarı bugün 6 milyon civarında. Küçük ocaklarca çıkarılan kömür yine gerisin geri Demir Madencilik’e satılıyor. Hem de piyasa fiyatının yarısını bile zor bulan bir para karşılığında. Buna bir de nakliye masrafları eklenince, kömürü çıkaran emekçiye karnını bile zor doyuracak kadar bir miktar para kalıyor. Sonuçta, büyük tekellerin kasaları şişerken, işçiler ve emekçi halk ya açlıkla yüzyüze ölüm sınırında yaşamaya devam ediyor, ya da ölüm ocaklarında yaşamını kaybediyor.

Zonguldak’ta işleyen bu ölüm düzeni kapitalizmden başka bir şey değil. Bu vahşi kapitalizm düzenidir. Sermaye sınıfı bugün işçi kıyımlarıyla, özelleştirmelerle, iktisadi-sosyal ve örgütlenme haklarını gaspederek, sınırsız-kuralsız vahşi kapitalizmi egemen hale getiriyor, her alanda kurumlaştırıyor. Zonguldak’ta bu süreç, TTK’nın özelleştirilmesiyle, işçilerin örgütsüzleştirilmesi, işsizleştirilmesiyle başlatıldı. Bu yüzden kuralsızca sömürü, kasaların sınırsızca doldurulmasını getiriyor. Tabii ki, bu işleyişin diğer yüzü dökülen işçi kanı, işlenen seri cinayetler oluyor.

Böylelikle bir gerçek, bu kez Zonguldak’ta haykırıyor kendisini: Kapitalizm öldürür! Öyleyse, kapitalizmin çarkları altında seri cinayetlere kurban gitmemek için yapılması gereken kapitalizmi öldürmektir.