ARSIVANA SAYFA
 
30 Eylül '00
SAYI: 36
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin durumu ve devrimci görevler
Bu hayalet yarın mezarınızı kazacak!
“Kahrolsun İMF! Kahrolsun emperyalizm!”
Kışlalı suikastı zanlısı yakalandı!
Halkın öfkesi artık sokaklara taşıyor!
Ulucanlar katliamının yıldönümünde Türkiye ekonomisi
Türk-İş, DİSK ve derinleşen ihanet
Belediye-İş’e kayyum şantajı
Çukobirlik işçileri direndiler ve kazandılar
“Tek başına kurtuluş olmayacağının bilincindeyiz”
Enerji emekçilerinin eylemleri ve gösterdikleri
Ermeni soykırım tasarısı ve perde arkasındaki gerçekler
Önce ABD güdümlü devlete köle kafanızı değiştirin!
Ulucanlar direnişinin yaktığı ateş hiç sönmeyecek!
Karadeniz: Bir halklar mozaiği-2
Anti-militarizm, askerlik sorunu ve gençlik mücadelesi üzerine
Ulucanlar’ı anma etkinliklerinin gösterdikleri
Ulucanlar anmasından notlar
Ulucanlar anması çalışmaları
Cumartesi eylemleri devam ediyor!
Katliamcılar hala yargı önünde değil
Anma, gözaltı ve direniş
Olimpiyatlar, görüntü ve gerçek
Liberal rüzgar gülü politikası
Partimizin programı üzerine notlar
Mücadele Postası...
 



 
 
Olimpiyatlar, görüntü ve gerçek...


A. T. Zelal


Avustralya’nın Sidney kentinde yaz olimpiyatlarının 27.’si görkemli bir törenle açıldı. Olimpiyat ateşini Aborijinli atlet Freeman’a tutuşturan emperyalistler, barış ve kardeşliğin dünyaya hakim olması gerektiğini söylediler. Gerek olimpiyatların barış ve kardeşliği hedeflediği, gerekse Freeman üstünden ezilen halklara barış elinin uzatıldığı söylemi, tam bir ikiyüzlülüktür. Görüntü ve gerçekliği aynılaştırmada ustalaşan egemen sınıflar, olimpiyatların açılışında Aborijinli bayan atlet üstünden yine bu taktiği uyguladılar. Olimpiyat ateşini Aborijinli bayan atlete tutuşturarak, Avustralya’nın gerçek sahiplerini tanıdıkları, dolayısıyla olimpiyatların barış ve kardeşliği amaçladığı mesajını verdiler.

Oysa, Avustralya’nın gerçek sahipleri olan Aborijinlerin bugünkü durumuna bakmak, yalan perdesini aralamak için yeterlidir. Bugün koca kıtada 400 bine yakın yerlinin yaşıyor olması, onların ne gibi katliamlara maruz kaldığını göstermektedir. Aborijinli atlet Freeman’a Olimpiyat ateşini yaktırarak, işte bu gerçekliği unutturmaya çalıştılar. Oysa Aborijinli yerliler olimpiyat stadının dışında gerçekleştirdikleri gösteride, “burası rüyalar ülkesi değil”, “özgürlük ülkesi de değil” haykırışlarıyla, burjuvazinin ikiyüzlü tutumunu teşhir ettiler. Parıltılı bir organizasyon ve muazzam bir teknikle TV aracılığıyla 4 milyar insana ulaşan emperyalist tekeller, elbette yerlilerin dile getirdiği gerçekliği değil, görüntüyü kitlelere sunuyorlar.

Egemen sınıfların elinde bir silaha dönüşen olimpiyatların, dolayısıyla sporun günümüz koşullarında hangi işlevi yerine getirdiğini anlamak için, olimpiyatların tarihine bakmak gerekiyor. Olimpiyat geleneği eski Yunan kökenlidir. İÖ 776 yılından başlayarak, Elis kent devletindeki Olimpia’da tanrılar tanrısı Zeus onuruna dört yılda bir düzenlenen spor şenliklerine Olimpiyat oyunları deniyordu. Başlangıçta koşu ve at yarışlarını içeren oyunlara sonradan disk, cirit atma, uzun atlama, boks, güreş, atlı araba yarışları gibi oyunlar ekleniyor. Bir gün süren bu şenlik daha sonra şampiyonlara verilen ödül törenleri ve onurlarına verilen şölenlerle beş günü buluyor. Tarihsel bilgilere göre, bu süreçte savaşlara ara veriliyor. İÖ 2. yüzyıl’da, Yunanistan’ın Roma egemenliğine girmesiyle, yarışma yerine dövüş sporları öne çıkıyor. Eski niteliğini yitirmesiyle, İS 394 yılında Roma İmparatoru Theodosius tarafından oyunlar yasaklanıyor. Kapitalist gelişmeyle birlikte 1892’de Olimpiyat fikri tekrar kabul görüyor. Çünkü burjuvazinin gösteri, reklam ve ideolojik alandaki ihtiyaçlarına yanıt veriyor.

Egemen sınıf toplumsal yaşamın tüm alanlarını kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda düzenler. Sınıf egemenliğini sadece ordu, polis, mahkeme gibi zor aygıtlarıyla sürdüremeyeceğini çok iyi bildiği için, ideolojik alanda da egemenliğini pekiştirir. TV, sinema, tiyatro, farklı eğlence araçları gibi spor üzerinden de ideolojik saldırılar sürdürülür.

Kapitalizmde spor, insanın zihinsel, bedensel, ahlaksal gelişiminin aracı olmaktan çıkarak basit bir eğlence aracına dönüştürülmüş, kitleleri manipüle etmede etkili bir silah durumuna getirilmiştir. Ve gelinen aşamada tekellere çok ciddi kârlar getiren bir sektör haline gelmiştir. Reklam ve pazarlama alanında dünyanın sayılı tekeli bu alanda ciddi bir savaşım vermektedir.

Olimpiyat oyunlarına bu açıdan bakıldığında, barış ve kardeşliğin olimpiyatlarla hiçbir ilgisi olmadığı görülür. Yarışmaya katılan sporcular bir firmanın sponsorluğuna ihtiyaç duydukları için, ait oldukları tekellerin hizmetinde birer meta durumuna gelirler. Olimpiyat oyunlarının finansmanını dünyanın sayılı tekellerinin karşılamasından da anlaşılacağı gibi, olimpiyatlarda yarışanlar gerçekte sporcular değil dünyanın sayılı tekelleridir. Koca bir endüstri haline gelen sporun ciddi bir rekabet savaşına sahne olması kadar da normal bir şey yoktur. Nike, Adidas, Reebook, Levis gibi spor malzemeleri alanında savaşan tekeller gibi, Mc Donald’s, Coca Cola, Pepsi, giyim, bilgisayar, vb. alanlarda üretim yapan tekeller de olimpiyatları değerlendirip, pazar alanlarını genişletmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Olimpiyatlarda yarışan sporcular tekellerin reklam ve pazarlama ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Sponsorluğu alınan sporcunun yaşamı her yönüyle ait olduğu firmaya tabidir. Sporcular çocukluklarından itibaren ciddi bir eğitimden geçirilirler. Kâr getiren araçlar olarak görüldükleri için, sporcuların duygusal, fiziksel hiçbir ihtiyacı tekelleri ilgilendirmez. Tek alanda eğitildikleri için, vücutları sağlıksız şekillenen sporcular, sonradan ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşırlar.

Olimpiyatlarda kazanılan her başarı tekellerin kârlarının artması demektir. Sponsor firmaların her birinin olimpiyat organizasyonuna katkısının en az 45-50 milyar dolar olması boşuna değildir. 4 milyara yakın insan TV üzerinden kırılan dünya rekorlarıyla uyutulurken, acaba ne kadarı bu sporcuların kullandığı malzemelerin Hindistan, Pakistan, Bangladeş gibi geri ülkelerin çocuk ve kadınlarının ellerinden çıktığını düşünüyor? İzleyicilerin ne kadarı 12 ile 16 saat çalışmasına karşın günlük ücret olarak 30 sent alan çocuklar gerçekliğini biliyor? Ya da dünya nüfusunun %75’inin temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamadığını, 3 milyar insanın yıllık gelirinin bir olimpiyat bileti almaya dahi yetmediğini... Aynı şekilde, dünyada 358 dolar milyarderlerinin gelirinin dünya nüfusunun %45’ini temsil eden 2 milyar 600 kişinin toplam gelirinin daha fazla olduğunu...

Emperyalist-kapitalist bataklık düzenin gerçekliğine ilişkin birkaç veri bunlar. Burjuvazi bu gerçekliğin üzerini örtebilmek, görüntüyü gerçekmiş gibi vermek için yoğun bir çaba içinde. Dolayısıyla, görüntünün arkasındaki gerçekliği açığa çıkarmak her zamankinden daha hayati bir önem taşıyor. Marks’ın dediği gibi, “Eğer görüntüyle gerçek aynı olsaydı, bilim yapmak gereksiz olurdu”. Bu sözler burjuva sınıf egemenliği gerçekliğinin de özüdür.

Sporun, egemenlerin kendi düzenlerini yeniden üretmenin aracı olduğunu emekçi kitleler nezdinde bilince çıkarmalı, onların görüntünün arkasındaki gerçekliği, yani kapitalist egemenlik koşullarında sporun işlevini görebilmelerini sağlamalıyız.

Kapitalizm varolduğu sürece, spor insanın en insani duygularını da, yeteneklerini de metalaştırıp paraya dönüştürecektir. Sporun insan gelişiminin ve sağlıklı yaşamın bir aracı olabilmesi, ancak insanın metalaşmadığı bir toplumsal düzende, sosyalizmde mümkündür. Ancak mülkiyet ilişkilerinin yokedildiği bir dünyada, olimpiyatların ruhu olan kardeşlik ve barıştan bahsedebileceğiz.





Devlet zindanlarda
hangi “adaleti” hakim kılmak istiyor?



Fehimder Özgür Tüm Yargı-Sen Kartal şubesi yönetim kurulu üyesiydi. O şimdi sürgün. Zindanlarda devlet ile mafyanın işbirliğini, kirli ilişkilerini, cezaevi yönetimi eliyle örgütlenen fuhuşu teşhir ettiği için sürgün edildi. Bu ilişkilerin aleti olmayı reddettiği için sürgün edildi.

Fehimder Özgür’ün sürgün edilmesi, zindanlardaki “adalet” gerçeğine de tutulan bir aynadır.

Devrimcileri katlederken “cezaevlerine hakim değiliz!”, “teröristler cezaevlerinde kendi idarelerini kendileri sağlıyorlar!” diyor devlet yetkilileri. Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü ve kontr-gerilla uzantısı faşist Ertosun, ağzından kanlı salya akıtarak şöyle diyor: “Cezaevlerinde devlet otoritesi ne pahasına olursa olsun sağlanacaktır”.

Fehimder Özgür’ün sürgün edilmesi, zindanlarda neyin ve kimin hakimiyetini kurmak istediklerinin çıplak bir göstergesidir.

Kontr-gerilla, MGK, Ertosun, H. Sami Türk ve sermayenin diğer eli kanlı maşaları neyin hakimiyetini kurmak istiyorlar zindanlarda?

- Faşist katillerin
- Uyuşturucu tacirlerinin
- Silah kaçakçılarının
- Fuhuşun
- Düşkünlüğün
- Bataklığın

Yani çürümüş ve kokuşmuş düzenlerinin hakimiyetini kurmak istiyorlar. Devrimciler bu hakimiyete dışarıda olduğu gibi içeride de boyun eğmiyorlar. Buna karşı mücadele ediyorlar. Adli tutsakları bile düzenin, devletin ve onun uzantısı faşist mafya çetelerinin bataklığından kurtarmaya çalışıyorlar. Bunu içerdeki örgütlülükleri sayesinde başarıyorlar. Bu yüzden de düzenin, devletin hakimiyetini, yani kirli ilişkilerini tehdit ediyorlar.

Devlet bu yüzden içerde de dışarda da devrimcileri katlederek yok etmeye, zulüm ederek yıldırmaya çalışıyor. Ve gene bu yüzden bu kirli ilişkileri teşhir eden, buna alet olmayan emekçileri sürgün ediyor.

F (hücre) tipi ile “adaletin” zindanlarda hakim kılınacağını sananlar, Fehimder Özgür’ün sürgün edilmesinin arkasındaki gerçeklere daha yakından bakın. Zindanlarda nasıl bir “adalet”in hakim kılınmak istendiğini daha iyi göreceksiniz.

Sermayenin kölelik zincirlerini ve hücre duvarlarını birlikte parçalayalım!