Kışlalı suikastı zanlısı yakalandı!
Bu kaçıncı zanlı!
Bu kaçıncı itirafçı!
Biz seyrede seyrede yorulduk. Siz bu operasyon orta oyununu göstere göstere yorulmadınız mı?
Tekrar tekrar gösterime giren bu oyunlar artık bayatlamadı mı? Halkı kandırılacak çocuk mu sanıyorsunuz?
Geçmişte de onlarca katil zanlısı yakalandı ve herşeyi tam da polisin hazırladığı senaryolar doğrultusunda itiraf ettiler. İstanbul polisi ile Ankara polisi, MİT ile Emniyet arasındaki dalaştan dolayı verdikleri itiraflar birbiriyle çelişse de, sonuçta herşeyi itiraf ettiler. Romayı kim yaktı, Sezarı kim öldürdü diye soruşturma yürütse polis, sopayı yiyen tetikçiler bu eylemi de itiraf edecek ve gerekirse ayrıntılı, krokili yer gösterimi yapacak!
Peki sonuç ne oldu?
Hiçbir itirafın ömrü birkaç aydan çok sürmedi.
Bu yüzden birkaç ayda bir yeni zanlılar ve yeni itiraflar gündeme geliyor.
Tabii polis de gitgide ustalaşıyor. Her yeni zanlıya bir önceki ile uyumlu itiraflar yaptırıyor.
Sermaye devleti ve polisi bu tür göstermelik operasyonlarla kontr-gerillanın kanlı icraatlarına perde çekmeyi başarabileceğini mi sanıyor?
Yakalananlar, olsa olsa, kontr-gerillanın kiraladığı katiller, tetikçilerdir.
Böylece hangi adalet sağlanmış oluyor?
Emir verenler görevlerinin başındalar. Susurluk devleti hala iş başında. MGK hedef göstermeye, kontr-gerilla şebekesi katliam ve cinayet planları hazırlamaya ve uygulamaya devam ediyor. İşte Ulucanlar katliamı bunun son örneklerinden biri.
Umut, Balina, Matador vb. vb., göstermelik operasyonlarla gözlere perde indirip işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci adaletinden, ezilenlerin öfkesinden yakayı sıyırabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Öyle sanıyorsanız yanıldığınızı göreceksiniz!
Kahrolsun MGK, MİT, CİA, kontr-gerilla!
Kahrolsun emperyalizm ve işbirlikçisi sermaye iktidarı!
Faşist cunta ve sendikalar
12 Eylül 1980de Pentagon-CİA planlaması ve yönlendirmesiyle yapılan faşist askeri darbenin üzerinden 20 yıl geçti. Bugünlerde bu darbeyle ilgili farklı kesimlerce değerlendirmeler yapılmaktadır. Anarşi ve terörü önlemek söylemiyle yapılan darbeyle işçi sınıfı, emekçiler ve devrimciler üzerinde azgın bir terör estirilmesi, yapılışının gerçek nedenlerini çıplak bir şekilde ortaya koymuştur.
Anarşi ve terör söylemlerini ağızlarından düşürmeyen faşist generaller, hizmet ettikleri emperyalist sermaye ve yerli tekelci burjuvazinin sınıf çıkarları doğrultusunda, ilk elden işçi sınıfının ve devrimcilerin örgütlülüğüne saldırıp yasaklamış, fabrikalarda askeri kışla disiplinini, devrimciler üzerinde ise faşist terörü tırmandırmıştır.
İMF paketi olan 24 Ocak Kararlarının hayata geçirilebilmesi için sermayenin istikrara ihtiyacı vardı. Zira 70li yıllarda işçi sınıfı mücadelesi yükselmiş ve kapitalistlerden belli ödünler koparmıştır. Bu koşullarda istikrar ancak süngü gücüyle sağlanabilirdi. Bu ihtiyaç sermaye düzeninin bekçisi ordu tarafından 12 Eylül darbesiyle karşılanmıştır.
Darbeye karşı sendikaların
utanç verici tutumu
İşçi sınıfına dönük saldırı ilk günden belli olduğu halde, Türkiyede en büyük işçi konfederasyonu olan Türk-İş, faşist darbeye tam destek verir. Dönemin Türk-İş genel sekreteri Sadık Şide, cunta hükümetinde bakan olur. Bununla da yetinmeyen bu hainler, cunta başı K. Evrene teşekkür mesajı gönderirler ve DİSK üzerinde estirilen terörü desteklerler. Bugünlerde B. Meral öncülüğünde MGK güdümünde hareket edenler, onlarca yıldır işçi sınıfının sırtından geçinenler, işçi sınıfına ihanet etmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir.
Cuntanın saldırıları o kadar açıktır ki, sermayenin bir temsilcisi; bugüne kadar onların, (işçilerin) yüzü güldü, bundan sonra bizim (patronların) yüzümüz gülecek şeklinde bir açıklama yapabilmiştir. Yine kapitalistlerin önde gelen temsilcilerinden Vehbi Koç, faşist cuntanın başı K. Evrene bir mektup göndererek, isteklerini iletmiştir.
Devrimcilere, ilericilere, aydınlara, sendikacılara (özellikle DİSKli sendikacılara) azgınca saldıran askeri cunta, sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratmak istiyordu. Cunta karşısında DİSK, kendisi de saldırıların hedefi olmasına rağmen, örgütlü bir tepki ortaya koyamamıştır. Dahası DİSKin birçok yöneticisi askeri cuntaya teslim olmak için sıraya girmiştir. İşçi sınıfına ve kazanılmış haklarına dönük yoğun bir saldırı hayata geçirilirken, DİSKli sendikacıların çoğu can derdine düşüp, utanç verici bir şekilde devletin kolluk kuvvetlerine teslim olmuşlardır. Bu sayede, bir zorlukla karşılaşılmadan, işçi sınıfının yıllarca mücadele ederek kazandığı haklar süngü zoruyla geriye alınmıştır. Cunta sonrası ilk sivil hükümeti kuran T. Özal, yabancı sermayeyi ülkeye davet ederken, Türkiyenin ucuz işgücü cenneti olduğunun altını çiziyordu.
İşçi sınıfını, faşist askeri cuntanın insafına terk eden sendikal ihanet cephesi, gelinen aşamada, İMF-TÜSİAD düzenine paha biçilmez hizmetlerde bulunmaktadırlar. MGK güdümlü ESK sivil insiyatif gibi kurumlaşmalarda, burjuvazi ve devlet temsilcileriyle bir araya gelip, emek düşmanı politikaların merkezi düzeyde onaylayıcıları durumuna gelmişlerdir. Sendika yöneticilerinin bu ihaneti olmasaydı, düzenin İMF patentli yıkım saldırısını bu pervasızlıkta hayata geçirmesi mümkün olmazdı.
Son 20 yılın en azgın saldırısıyla karşı karşıya bulunan işçi sınıfı ve emekçilerin bu saldırıyı püskürtebilmeleri, ancak sendikal ihaneti parçalayan bir örgütlülük ve eylemle mümkün olabilir. Sorunlara düzenin iç dengeleri üzerinden bakan her türden anlayış sınıf hareketi önünde aşılması gereken bir engeldir. Zira düzenle cepheden çatışmayı göze alamayan bir mücadele tarzının başarı şansı yoktur.
Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!
Tüm çalışanlar için grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı!
Sınırsız grev ve genel grev hakkı!
Lokavt yasaklansın!
Kürt halkı liberal teslimiyetin
utancına ortak olmamalıdır!
Devlet Bahçeli MHPnin HADEP ile dirsek teması içinde olduğu yönündeki iddialar karşısında şu açıklamayı yapmış: Diyarbakır, Türkiye Cumhuriyetinin bir ilidir. Orada yaşayanlar Türk vatandaşıdır. Anayasa ve yasalara saygılı her kurum ve kuruluş, hükümetimizin ve bizim muhatabımızdır.
Kürt liberalleri Devlet Bahçelinin bu sözleri karşısında yarabbi şükür! diyebilirler. Kürt liberallerinin teslimiyet sürecinde geldiği nokta, liberaller tarafından değil Kürt emekçi halkı tarafından omuzlanan özgürlük mücadelesinin geçmişi karşısında utanç verici bir konumdur.
Kanlı eli Kürt halkının boğazından hiç eksik olmamış faşist-ırkçı-sömürgeci parti MHP için yukardaki açıklamalar kendi içinde bir tutarlılığın göstergesidir. Değişen MHP değildir. MHP dün neyi söylüyorsa bugün de aynı şeyi söylüyor. Dün Kürt halkına, onun eşitlik ve özgürlük mücadelesine ne kadar düşman ise bugün de o kadar düşman. MHP için değişen şey şudur. MHP Kürt illerinde HADEPin tabanına göz dikmiş durumdadır.
Ve HADEP şahsında Kürt liberalleri teslimiyet bataklığının bu yolunda ilerlemeye devam ederlerse, MHPnin yukardaki hesabının hiçbir karşılığı olmadığını söylemek mümkün değildir.
Kürt halkı bu utanca ortak olmamalıdır. Liberal teslimiyet, bataklığın yoludur. Emperyalizme ve sömürgeci sermaye iktidarına karşı Kürt, Türk, Arap, Çerkes tüm halk ve azınlıklardan işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik devrimci sınıf mücadelesi ise özgürlüğün yoludur.
Kahrolsun liberal teslimiyet!
Yaşasın eşitlik, özgürlük ve sosyalizm!
|