ÇHD İstanbul Şubesi:
Katliamcılar hala yargı önünde değil
Ulucanlar Cezaevi katliamının 1. yılında sorumlular hala yargı önünde değil;
26 Eylül 1999 günü Ankara Ulucanlar Cezaevinde siyasi tutukluların üzerine ağır silahlar, gaz bombaları, köpük, kesici aletler ve taşlarla gidilmiş, 10 kişi öldürülmüş, kurtulabilenler ise ağır yaralanmıştı. Geceyarısında insanlar uyurken çatılardan, kulelerden binlerce mermi yağdırarak saatlerce sürdürülen bu yoketme operasyonunun günler öncesinden planlandığı anlaşılmıştır.
Olay anlatımları, adli tıp raporları ve gözönündeki deliller, öldürülenlerin ve sağ kurtulanların acımasızca her türlü işkenceden geçirildiğini ortaya çıkarmıştır.
Yapılan operasyonun cezaevlerini birer teslimiyet ve yozlaşma odağı haline getirmeyi amaçlayan planın bir parçası olduğu bilinmektedir. F tipi cezaevi denen hücrelerin meşrulaştırılması için bu tür katliamların devam edeceği dile getirilmiş ve nitekim Burdur Cezaevinde görüldüğü üzere acımasız yöntemlerden kaçınılmamıştır.
Katiller ve işkenceciler yargılanıp cezalandırılmalı iken, bugün için hala sağ kurtulan siyasi tutuklular hakkında açılmış hukuk dışı davadan başka bir yargı faaliyeti yoktur. Aradan 1 yıl geçmesine rağmen görevden alınmış ya da hakkında dava açılmış bir tek görevli yoktur.
Başkentin göbeğinde dört duvar arasına hapsedilen insanların bile can güvenliği olmadığı, katillerin ve işkencecilerin yargılanmamasında ısrar ve özen gösterildiği bir ülkede hukuk devletinden söz edilemez. Yargı erkini kullananlar bu tutumunu sürdürdükçe yeni katliamların olması kaçınılmazdır. Zira bu tutum onlara cesaret ve imkan vermektedir.
Katliamı protesto eden, katledilenleri mezardında anmak isteyen, hücreleri reddeden insanlarımız her gün sokak ortasında dövülüyor, gözaltına alınıyor, temelsiz iddialarla tutuklanıyor. Bu tutum Ulucanlara operasyonu yapan zihniyetin dışarda da hüküm sürdüğünü göstermektedir. Hukuk, adalet, insaf ve insaniyet ayaklar altına alınmaktadır.
Katliamı soruşturmakla görevli savcılara ihmalleri nedeni ile bu görevden el çektirilmeli, sağlıklı ve etkin bir dava açılması sağlanmalıdır.
Katiller ve işkenceciler derhal görevlerinden uzaklaştırılmalıdır.
Yaralılara ve katledilenlerin ailelerine gerçekçi tazminatlar ödenmelidir.
Devlet F tipi inadından vazgeçmeli, yeni ölümlerin ve acıların önü alınmalıdır.
Çağdaş Hukukçular Derneği
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
İstanbul İHDnin hücre karşıtı etkinliği
23 Eylül Cumartesi günü İHD İstanbul Şubesi tarafından Hücre forumu gerçekleştirildi. Uzunca bir süreden beri hücre sorununu temel gündem maddelerinden biri olarak gören İHD, bu doğrultudaki kampayasını da sürdürüyor. Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezinde gerçekleşen etkinliğin amacı bir kez daha basına, aydınlara, sanatçılara, ailelere hücreleri ve bu doğrultuda yürütülen mücadelenin seyrini anlatabilmekti.
Ulucanlarda katledilen devrimci tutsakların resimleriyle ailelerin salona girmesiyle başlayan etkinlikte, açılış konuşmasını Av. Gülseren Üzüm yaptı. Etkinlik süresi boyunca tutsak yakınlarından Güzel Şahin, Gülşah Tağaç ve Şükran Ağdaş konuşma yaptılar. Ailelerin bu konudaki kararlılıklarını vurguladılar.
ÇHD adına konuşma yapan Av. Keleş Öztürk ise, F tipi cezaevlerine karşı olduklarını, aynı zamanda bu cezaevlerinin ve Türkiyedeki insanlık dışı uygulamaların kaynağı olan TMYnın kaldırılması gerektiğini vurguladı.
12 Eylül döneminde cezaevinde hücrelerde kalan Memik Horoz, devrimci irade ve kararlılığı, sistemin şu an içinde bulunduğu durumu, sermayenin dışa kölece bağımlılığı karşısında içeride işçi ve emekçilere estirdiği terörü anlattı.
İBDA-C davasından Kartal Cezaevinde tutuklu bulunan Ali Osman Zorun eşi Emine Zor ise Ali Osman Zorun gönderdiği mektubu okudu. Zorun mektubu hücreleri yaşayan birinin tanıklığıydı.
Şair Suna Aras, aydınların F tipine karşı Ankaraya yürüme nedenlerini anlatırken, hücrelere ilişkin yazdığı öykünün bir kısmını okudu.
Ulucanlarda katledilen Ümit Altıntaşın eşi Melek Altıntaş, katliamın yıldönümünde Ulucanların hesabınının sorulmasının hücre karşıtı mücadeleyi yükseltmekle mümkün olduğunu ve bu çerçevede TUYABın misyonunu özetledi.
Ulucanlardan yaralı olarak kurtulan ve kısa bir süre önce Nevşehir cezaevinden tahliye olan Fadime Özkan, operasyonu, yaşadıklarını ve bu süreçten çıkarılması gereken dersleri anlattı.
Hücre karşıtı forum, bu tip etkinliklerin önemli olduğunu gösterdiği gibi, daha geniş kesimlere (işçilere-emekçilere) yayma gerekliliğinin ihtiyaç olduğunu bir kez daha gösterdi.
Ankara TUYAB eylemleri
Sermaye iktidarının devrimci tutsaklar şahsında işçi sınıfına dayattığı hücre saldırısına karşı kurulan TUYAB, hücre karşıtı mücadelesini sürdürüyor.
25 Eylülde Sakarya Caddesinde yaptığı basın açıklamasıyla bir kez daha tutsakların hücrelere girmeyeceği kararlılığı duyuruldu. Yaklaşık 40 kişilik bir katılımla yapılan eylemde, Hücreler ölümdür, girmeyeceğiz!, Hücre tipi yaşama hayır!, Hücreler ölümdür, izin vermeyeceğiz! sloganları atıldı.
Daha önce duyurulan 27 Eylülde Adalet Bakanlığına yürüyüşten ise son anda vazgeçildi. Bunun yerine postaneden iktidar partilerine ve Adalet Bakanlığına mektup yollanmasına karar verildi. Güvenparkta toplanan insanlar Ulucanlar şehitlerinin fotoğraflarıyla yürüyüşe geçti. Ancak katılımın az olması nedeniyle polis, fotoğraflarla yürüyüşü engellemeye çalıştı. Yapılan görüşmenin ardından polisin diretmesine rağmen, resimler ve sloganlarla yürüyüşe geçildi. Postaneden mektupların yollanmasının ardından eylem sona erdi.
Doktor Mengelelere karşı duyarlılık çağrısı
Uşak Cezaevinde bulunan siyasi bayan tutuklu ve hükümlüler olarak üçlü protokolden kaynaklı (askerin muayene odasından çıkmaması) tedavi ve muayene koşullarımız ortadan kaldırılarak, devletin sessiz imha politikasına yeni arkadaşlarımızın eklemlenmesi istenmektedir. Buna bir de Uşak Devlet Hastanesindeki MHPli faşist doktor kadrolaşmasından dolayı doktorların fiili saldırıları eklemlenmiştir. Nefes almakta zorlanan, kaburgası batan Hülya Türünç isimli arkadaşın üzerine hastanede bir bayan ve bir erkek doktor yürüyerek, sizin beyniniz yıkanmış diyerek dövmeye kalkışmıştır. Yine Burdur operasyonundan sonra Uşak Cezaevine getirilen İnayet Kandemir isimli arkadaşımızı doktor kolundan tutup itmiş, arkadaşımızın sen doktor musun sorusu üzerine, ben doktor değil, aptalım, salağım vb. şeklinde anlamsız sözler söylemiştir.
5 Eylül 2000 akşamı kalp spazmı geçirdiğinden şüphelendiğimiz, nefes almakta zorlanan, kalbi sıkışan Özgür Deniz isimli arkadaşımız kardiyoloji uzmanı Ahmet Salmanca (MHPli olduğu bilinmektedir) görülmek istenmemiş, psikolojiktir denilerek yeniden cezaevine gönderilmek istenmiştir. Sedyede zorlukla konuşabilen, yürüyemeyen arkadaşımıza fiili saldırıda bulunup kolundan tutup paravana doğru fırlatmıştır, bu esnada paravan yırtılmıştır. Bu da yetmezmiş gibi eşşoğlueşşek vb. küfür-hakaretlerde bulunmuştur.
Kendine insanım diyen herkesi, başta TTB olmak üzere Uşak Cezaevindeki sessiz imha politikalarına ve bu Doktor Mengelelere karşı duyarlılığa çağırıyoruz. Yarın canlar sessiz imha politikalarına kurban edildiğinde çok geç olacaktır.
Devrimci Tutsaklar/Uşak Cezaevi
Siyasi tutsaklardan açıklama...
Bucada baskı ve provokasyonlar sürüyor
Buca hapisanesi idaresi saldırgan ve keyfi tutumunu sürdürüyor. 29 Temmuz 2000 günü Bergama hapisanesinden sevk edildiğimiz Buca hapisanesinin girişinde işkenceyle karşılandık. Arkadaşımız Mesut Avcının çenesi kırıldı ve bir çok arkadaşımız yaralandı. İşkenceci mantık bu kez de hak gaspları ve keyfiliklerle sürüyor.
Bucada hala devam eden sorunlarımız şunlardır:
1) Hiçbir hapisanede uygulanmayan her kapı çıkışında üst araması dayatması yüzünden aile görüşüne, avukata, doktora, dişçiye, hastaneye, hamama çıkamıyoruz. Doktora ve hastaneye çıkarılmadığımız için, Burdur saldırısında ayağı kırılan arkadaşımız Ali Mitilin kangrene dönüşme tehlikesi var.
2) Koğuşlar arası sportif-kültürel amaçlı ziyaretler engellendiği gibi, koğuşlar arası (gazete dahil) hiçbir alışverişe izin verilmiyor.
3) Temsilcilerin bir araya gelmesi engelleniyor.
4) Teyp, radyo, fırın vb. elektrikli aletler keyfi olarak içeri alınmıyor.
5) Daktilo alınmıyor.
6) Kırtasiye malzemelerinin bir çoğunun ailelerden ve dış kantinden alınması engelleniyor.
7) Dış kantin alış-verişlerimiz keyfi olarak kısıtlanıyor. Naylon ipten yorgan iğnesine, sarı kartondan kolonyaya bir çok ihtiyacımızı karşılamamız engelleniyor.
8) Ancak yetersiz miktarda varolan dolap, masa vb. demirbaş ihtiyaçlarımız karşılanmıyor.
9) 21 Eylül 1995 Buca katliamına katılan personel, sayım ve aramalara getirilerek provokasyon ortamı yaratılıyor.
10) Gazetelere ve aydınlara yazdığımız mektuplar keyfi gerekçelerle engelleniyor. Haberleşme hakkımız gaspediliyor.
11) Bunca soruna rağmen idare temsilcilerle görüşmüyor ve bizim için hiçbir sorun yok deniyor.
12) Tüm bu konulardaki şikayet dilekçelerimiz ve suç duyurularımız hakkında ya da ifade vermek için; tüm bu sorunların kaynağı olduğu gibi 21 Eylül katliamının da sorumlusu olan cezaevi savcısı Yaşar Aslana çıkartılmak isteniyoruz.
Tüm bu baskı ve dayatmaların sorumlusu Buca hapisanesi idaresi, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve Adalet Bakanlığıdır.
Provokasyon, hak gaspı ve keyfilik ortamı sürdüğü müddetçe doğacak her türlü olumsuzluktan da bunlar sorumlu olacaktır.
Buca Cezaevi siyasi tutsakları
22 Eylül 2000
|