ARSIVANA SAYFA
 
30 Eylül '00
SAYI: 36
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin durumu ve devrimci görevler
Bu hayalet yarın mezarınızı kazacak!
“Kahrolsun İMF! Kahrolsun emperyalizm!”
Kışlalı suikastı zanlısı yakalandı!
Halkın öfkesi artık sokaklara taşıyor!
Ulucanlar katliamının yıldönümünde Türkiye ekonomisi
Türk-İş, DİSK ve derinleşen ihanet
Belediye-İş’e kayyum şantajı
Çukobirlik işçileri direndiler ve kazandılar
“Tek başına kurtuluş olmayacağının bilincindeyiz”
Enerji emekçilerinin eylemleri ve gösterdikleri
Ermeni soykırım tasarısı ve perde arkasındaki gerçekler
Önce ABD güdümlü devlete köle kafanızı değiştirin!
Ulucanlar direnişinin yaktığı ateş hiç sönmeyecek!
Karadeniz: Bir halklar mozaiği-2
Anti-militarizm, askerlik sorunu ve gençlik mücadelesi üzerine
Ulucanlar’ı anma etkinliklerinin gösterdikleri
Ulucanlar anmasından notlar
Ulucanlar anması çalışmaları
Cumartesi eylemleri devam ediyor!
Katliamcılar hala yargı önünde değil
Anma, gözaltı ve direniş
Olimpiyatlar, görüntü ve gerçek
Liberal rüzgar gülü politikası
Partimizin programı üzerine notlar
Mücadele Postası...
 



 
 
Seattle’dan Prag’a...
Kapitalist-emperyalist saldırganlığa karşı tepkiler büyüyor...


Mücadelenin durumu ve devrimci görevler


Türkiye’de ve dünyada geçtiğimiz haftaya damgasını vuran, emperyalist-kapitalist saldırganlığı protesto eylemleri oldu. Ve burjuva medyanın hiçbir gayreti, eylemlerin gücünü ve sistemin tedirginliğini gizlemeye yetmedi. Hiçbir karalama çabası mücadelenin meşruiyetini zedeleyemedi. Prag’daki gösterilerin radikalizmi “bir avuç anarşistin taşkınlığı” olarak yansıtılmaya çalışılırken, göstericilerin büyük çoğunluğunun “aslında iyi ve uslu çocuklar” olduğu propaganda ediliyordu. Ancak Çek polisinin terörü gizlenemediği oranda, bu propaganda etkili olamadı. Prag gösterileri emperyalist barbarlığın etkin bir teşhirini sağladı.

İMF ve Dünya Bankası toplantıları nedeniyle, tüm dünyadan anti-emperyalist göstericiler geçen hafta sonundan itibaren Prag’ta toplanmaya başlamışlardı. Avrupa demokrasisi, “İMF ve Dünya Bankası’nın kapatılması, yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi” temel talepleriyle Prag sokaklarını işgal eden binlerce göstericiyi, önce çadır vb. tahsis etme konukseverliği, akabinde ise sopasıyla karşıladı.
ABD’nin Seattle’ından yükselen “Kapitalizm öldürür!” şiarı, şimdi Avrupa’nın Prag’ında ispatlanır gibiydi. Ev sahibi Çek burjuvazisi, hükümeti ve polisiyle, tam bir sadakat içinde asıl konuklarını, yani emperyalist haydutları korumaya almıştı. Pek çok gösterici sınırlarda bekletildiği gibi, Prag’a ulaşmayı başaran göstericiler coplanarak dağıtılmaya, gösteriler engellenmeye çalışıldı. Cadde ve alanlarda azgın bir devlet terörü kol gezdi. Ancak sonuç, emperyalistler ve maşaları açısından, tam bir fiyaskodur. Göstericiler yıldırılamamış, gösteriler engellenememiştir.

Prag’da emperyalist haydutluğun protesto edildiği aynı tarihlerde, Türkiye’de de yerli haydutları protesto eylemleri gündemdeydi. Ama burada konu, 26 Eylül Ulucanlar katliamının yıldönümüydü. Ağırlığını devrimcilerin oluşturduğu gruplar, hem bu katliamı protesto etmek, hem de devrim şehitlerini anmak ve devrimci tutsakları sahiplenmek amacıyla çeşitli illerde gösteriler düzenledi. Ankara’da Ulucanlar zindanının önünde, İstanbul’da Ümit Altıntaş yoldaşın mezarı başında gerçekleştirilen eylemlerle, kapitalizmin vahşeti bir kez daha teşhir edildi. Ve bu teşhir, sadece eylemlerin gücü ve şiarlarıyla değil, ama bizzat eylemlere yöneltilen devlet terörü sayesinde daha etkili hale geliyordu. Bu aynı etki Prag göstericilerine yönelik terör için de geçerliydi. Tıpkı Prag’da olduğu gibi, Türkiye’de de düzen güçlerinin saldırganlığı gösterileri engellemeye yetmedi. Tersine, öfke ve tepkiyi bileyen bir işlev gördü.

Bu her iki gelişmede önemli olan ve üzerinde durulması gereken asıl yan, ne denli vahşice saldırırsa saldırsın, düzenin muhalefeti sindirme şansının giderek tükendiğini göstermesidir. Devrim cephesinde giderek belirginleşen ölümüne direniş tavrı, düzenin tüm sindirme harekatlarını etkisizleştirmekte, kitlelerin yüzünü yeniden devrimden yana döndürme zeminini güçlendirmektedir. Devrimin düzen karşısındaki bu baskın karakterinin yereldeki en iyi simgesi Ulucanlar direnişi olmuştur. Sergilenen akılalmaz vahşet düşünüldüğünde, direnişin soyluluğu ne kadar yüceltilse azdır. Ve Ulucanlar’dan bu yana, özelde F tipine karşı mücadelede buluşarak kamuoyuna yansıyan devrimci eylemlilik, Ulucanlar’daki bu ruhun yakalandığını, yaygınlaştırılmaya başlandığını gösteriyordu. Ama bugün, direnişin yıldönümünde gerçekleştirilen eylemlerde, bu özellik daha bir açığa çıkmış durumdadır.

Bu aynı özelliğin, çok farklı bir düzlemde seyretmesine rağmen, Prag gösterilerinde de kendini göstermesi ise, Ulucanlar direnişi türünden yerel gelişmelerin ötesinde, daha genel etkenlerin varlığını işaret etmektedir. Kitlesellik açısından farklı yerelliklerde farklı boyutlar almasına rağmen, radikallik açısından muhalefet hareketleri giderek daha direngen tutumlar geliştirebilmektedir. Düzen bekçilerinin terörün dozajını artırması, muhalefet hareketlerini sindirebilmek şöyle dursun, daha da militanlaştırma yönünde etkide bulunmaktadır. Kaldı ki, emperyalizm karşıtı enternasyonal gösterilerde olduğu gibi, muhalefet hareketleri henüz devrimci bir önderliğe dahi sahip değilken. Üstelik bu, salt devrimci bir parti önderliği anlamında değil, devrimci sınıf önderliği anlamında da böyledir.

Bu gözlemlere dayanarak;

Bir; düzenin, sıkıştıkça daha fazla başvurduğu şiddetle, devrimci şiddete bizzat ebelik yaptığını belirlemeliyiz.

Bir yandan, Ulucanlar katliamında olduğu gibi, düzen, attığı her adımla meşruiyetini biraz daha yitirirken, devrim, mücadele yöntemlerinin her çeşidi konusunda meşruluk kazanmaktadır. Diğer yandan, özellikle kitle eylemlerine yönelik devlet terörü, kitleleri meşru savunma araç ve yöntemlerini geliştirme konusunda eğitmektedir. Kore öğrenci ve işçi hareketinde, Seattle’daki küreselleşme karşıtı gösterilerde ortaya çıkan “kask ve sopalar” bunun en dikkate değer örnekleridir.

İki; düzen cephesinde meşruiyet sorununun sadece genel çerçevede değil, fakat çeşitli kişi ve kurumlar özgülünde de kendini daha fazla göstermekte olduğunu tespit etmeli ve derinleştirmeliyiz. İMF şeflerine emperyalist yağma itiraflarını yaptıranın Prag gösterilerinin gücü olduğu ortadadır. Bu aynı durum, her yerel yönetim ve maşaları nezdinde geçerli kılınmalıdır.

Üç; devrimin düzen karşısında artan meşruiyetini işçi-emekçi kitlelere maletmenin, bir başka ifade ile, devrimin kazanımlarını sınıfın kazanımları haline getirmenin giderek daha acil bir görev haline geldiğini görebilmeli/gösterebilmeliyiz.

Sınıf kitleleri sadece devrimci eylemin meşruluğunu tanımakla yetinemez. Kendisini, kendi eylemini devrimcileştirmek zorundadır ki, emperyalist yıkım programları püskürtülebilsin. Kapitalist-emperyalist barbarlık düzenini ortadan kaldırmanın yolu açılabilsin.

Bu amaçla, düzenin tüm vahşeti, tüm pislikleri, tüm oyunları, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı hazırladığı tüm hain planlar zamanında ve en etkin bir teşhirin konusu yapılabilmelidir. Aynı şekilde, düzenin vahşetine karşı devrimci şiddetin meşruiyetini artıracak her fırsat sonuna kadar değerlendirilebilmeli, kitleler hesap sorma fikri ve tutumuna hazırlanmalıdır. Sınıf kinini pekiştirecek her tarihi olayı en etkin anmanın konusu haline getirmek, güncel gelişmeler üzerinden sınıf dayanışmasını örgütlemek, farklı ülkelerdeki sınıf mücadelelerinin haberlerini yaymak, olumlu örnekleri öne çıkararak aktarmak bunun yollarından bazılarıdır.

Dört; devrimci önderliğe kavuştuğu oranda, düzene karşı mücadelenin nasıl bir güce ulaşacağını sınıfın en geniş kitlelerine ve bir an önce anlatabilmeliyiz.

İşçi sınıfı mücadelenin önünü açtığı taktirde, emperyalist yıkım programlarının muhatabı milyonlarca yoksul emekçiyi yanında/arkasında bulacaktır. Türkiye özgülünde ifade edersek; yüzbinlerce depremzede, milyonlarca yoksul köylü, YÖK mağduru öğrenciler, siyanür ve nükleer tehtidine karşı çıkanlar, kamu emekçileri, işsizler, evsizler... Devrimci bir işçi hareketinin yükselmesi koşullarında toparlanabilecek önemli bir mücadele potansiyeli taşıyan bu kesimlerden, Bergama köylüleri örneğinde olduğu gibi, zaman zaman kimi çıkışlar gerçekleşse de, sınıf hareketinin yol açıcılığı olmadan biraraya gelmeleri, düzenin karşısına toplu olarak dikilmeleri mümkün değildir. Onlara, sorunlarının ortak çözüm yolunu gösterecek, böylece ortak mücadeleye sevkedebilecek tek güç işçi sınıfıdır. Tabii ki, devrimci programı altında mücadele eden devrimci sınıf anlamında. Bu bilinç sınıfın öncü kesimi içinde ne kadar yaygınlaşıp kabul görürse, sınıf hareketi o kadar hızlı geliştirilebilecektir.

Hareketin sınıfın önderliğine kavuşturulması, sadece mücadelenin geleceğini güvenceye almak için değil, ama bugünkü düzeyini yitirmemek için de zorunludur. Mücadelede süreklilik ve gelişmenin en büyük güvencesi sınıfsal zemininin güçlenmesidir.

Türkiye’de bu açıdan kaçırılmış pek çok tarihi fırsat olmakla birlikte, yeni imkanların, yeni fırsatların da giderek çoğaldığı ortadadır. Türkiye işçi sınıfı tarihinin en ağır saldırısıyla karşı karşıyadır. Ve bu durum sınıf kitlelerinin gözünde her gün biraz daha berraklaşmaktadır. Bunu sağlayansa, devrimci propagandadan ziyade, sistemin ve siyasi iktidarın kendi icraatlarıdır. Türkiye siyasi tarihinin en milliyetçi hükümeti, emperyalizmle en açık işbirliğini gerçekleştiren, dolayısıyla vatanı en pervasız biçimde satılığa çıkaran hükümeti olmuştur. Türkiye’de ilk kez bu hükümetin başbakanı, İMF’ye söz verdiğini açıkça ifade ederek memur maaşlarına zam yapamayacağını söyleyebilmiştir. Hükümetin icraatı sürmekte, İMF-TÜSİAD yıkım programı işlemeye devam etmektedir. Sınıf kitlelerinde emperyalist yıkım programlarına ve uygulayıcılarına karşı öfke ve tepkisi her geçen gün artmaktadır. Devrimci önderliğin görevi, büyüyen tepki ve hoşnutsuzluğu mücadeleye örgütlemektir.

Türkiye’de burjuvazinin kanlı iktidarı çoktan meşruiyetini yitirmiştir. Devrimci sınıfın ve partinin her eylemi meşru ve haklı bir zemine kavuşmuştur. Bu zeminde sonuna kadar ilerlemek görevimizdir.