ARSIVANA SAYFA
 
30 Eylül '00
SAYI: 36
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin durumu ve devrimci görevler
Bu hayalet yarın mezarınızı kazacak!
“Kahrolsun İMF! Kahrolsun emperyalizm!”
Kışlalı suikastı zanlısı yakalandı!
Halkın öfkesi artık sokaklara taşıyor!
Ulucanlar katliamının yıldönümünde Türkiye ekonomisi
Türk-İş, DİSK ve derinleşen ihanet
Belediye-İş’e kayyum şantajı
Çukobirlik işçileri direndiler ve kazandılar
“Tek başına kurtuluş olmayacağının bilincindeyiz”
Enerji emekçilerinin eylemleri ve gösterdikleri
Ermeni soykırım tasarısı ve perde arkasındaki gerçekler
Önce ABD güdümlü devlete köle kafanızı değiştirin!
Ulucanlar direnişinin yaktığı ateş hiç sönmeyecek!
Karadeniz: Bir halklar mozaiği-2
Anti-militarizm, askerlik sorunu ve gençlik mücadelesi üzerine
Ulucanlar’ı anma etkinliklerinin gösterdikleri
Ulucanlar anmasından notlar
Ulucanlar anması çalışmaları
Cumartesi eylemleri devam ediyor!
Katliamcılar hala yargı önünde değil
Anma, gözaltı ve direniş
Olimpiyatlar, görüntü ve gerçek
Liberal rüzgar gülü politikası
Partimizin programı üzerine notlar
Mücadele Postası...
 



 
 
Ya katledilmeye alışacağız,
ya sermaye iktidarına karşı savaşacağız!



Marmara bölgesi ve İstanbul’u her an büyük bir deprem vurabilir. Milyonların yaşamı tehdit altındadır.

Açıklanan son araştırma sonuçlarına göre bölgede beklenen depremin büyüklüğü en az 7 şiddetinde olacaktır. Depremin 7 ila 8 şiddeti arasında olması bekleniyor.

7.4 şiddetindeki Gölcük depreminde, depremin yakından etkilediği bölgelerdeki binaların %8’i yıkıldı. Marmara-İstanbul depremi için bu oran %3 olursa, sadece İstanbul üzerinden, yıkılması beklenen bina sayısı 30 bin ve can kaybı 150 bin olarak hesaplanıyor. Bu en iyimser rakam. Eğer bu oran %10 olursa, yıkılması beklenen bina sayısı 100 bin ve can kaybı 500 bin olarak hesaplanıyor.

Böyle bir hesabı aktarmak bile kanımızı donduruyor.

Ama devlet bu bilinen gerçek karşısında hiçbir şey yapmıyor.

Yani İstanbul ve çevresini etkileyecek bir depremde 1 milyona yaklaşacak bir can kaybı ihtimali hiç de uzakta değil. Çürük zeminlerde çürük binalarda oturmaya mahkum edilen emekçi halk, onbinler, yüzbinler halinde kurbanlık koyun gibi telef edilecek, eğer bu düzene kader deyip boyun eğilirse.

Devletin bu can kaybını gidermek için aldığı hiçbir ciddi önlem yok. “Evinizi onarın, sağlamlaştırın, çürük binalarda oturmayın!” diyerek halkla alay etmeyi çok iyi biliyor ama. Sömüre sömüre, hortumlaya hortumlaya işçinin, emekçinin cebinde üç kuruş para bırakıyorlar mı ki halk evini sağlamlaştırsın!

Emekçi halkın canı sermaye devletinin umurunda bile değil. Onlar halkın kanını emmekle meşguller. Onlar halkın canının rantını yağmalamakla meşguller. Değil deprem suçlularından hesap sorulması, daha yağmaladıkları deprem yardımlarının bile hesabını vermiş değiller. Şimdi de deprem sigortası adı altında yeni bir yağma kapısı açıyorlar.

Katil müteahhitlere katlettikleri insan başına 2 milyon lira gibi “ceza” kesiyor bu devletin mahkemeleri. İşte bu düzenin adaleti bu. Ceza değil adeta yeni katliamlar için teşvik belgesi. Çünkü katil müteahhitlerin üzerine gidilse, kirli bir yumak gibi ipin başı devletin en tepesine kadar uzanacak. Bizzat Demirel değil miydi, Erzincan depreminde yerle bir olan kamu binalarının müteahhiti?

Gerekli önlemleri almak için elde para yok, kaynak yok, diyorlar. Polise yatırım yapıyorlar. Katliamlar sonrası gelişecek isyanları bastırmak için! Sermaye iktidarı için “deprem sorununu” çözmenin, sonuçları en kanlı da olsa, en düşük maliyetli yolu bu çünkü!

Kaynak mı yok? Kaynak var! Ama sermaye için var! İşçi sınıfı ve emekçilerin sırtından sefa sürenler için var! Devlet terörü için kaynak var! Emperyalizmin bölge jandarmalığını yapmak için, milyarlarca dolarlık silah ihaleleri için kaynak var! Sömürü için kaynak var! Yağma, talan, hırsızlık için kaynak var!

Hem de bu kaynaklar gene işçi sınıfı ve emekçilerin cebinden çalınan kaynaklar.

Öyleyse ne yapmalıyız?

Ya depremle birlikte yaşamaya alışmak adı altında, bu düzen tarafından bu devlet eliyle katledilmeye alışacağız! Ya da aşağıdaki talepler altında birleşip, örgütlenip, sermaye iktidarına karşı savaşacağız. Üçüncü bir yol yok!

* Tüm deprem hesapları halkın denetimine açılsın!
* Deprem yardımlarının yağmalanmasına son verilsin!
* Katiller ve hırsızlar cezalandırılsın!
* Başta Marmara-İstanbul olmak üzere deprem tehditi altındaki tüm bölgelerde acil deprem seferberliği başlatılsın!
* Sermayeye değil deprem önlemlerine ve depremzedelere bütçe!
* Tüm depremzedelere iş olanağı ya da asgari geçim ödemesi!
* Tüm depremzedelere parasız temel hizmetler!
* Can kayıpları için tazminat!
* Herkese sağlıklı, güvenlikli ve ihtiyaca uygun ucuz konut!





Halkın öfkesi artık sokaklara taşıyor!


İstanbul Büyükşehir Belediyesi yeni bir vurgun kapısı açmak için, minübüslerin Vezneciler-Edirnekapı hattını iptal etti. Fatih ve Aksaray bölgesinde işe gidip gelen halk belediyenin bu kararı nedeniyle bir otobüse daha binmek zorunda bırakıldı. Fazladan bir otobüs gidiş-geliş parası 800 bin lira. Yani aylık ortalama 20 milyon lira. Belediye böylece çoğu asgari ücretle ayda 80 milyon liraya yaşamaya çalışan emekçilerin cebinden 20 milyon lirayı çalıp, bu parayı eşi dostu olan halk otobüsçülerinin kasasına aktarmak istiyor.

Bu karara halkın öfkesi büyük oldu. Bunun karşısında belediye 10 gün süre ile Edirnekapı-Vezneciler arasında ücretsiz otobüs tahsis edeceğini açıklayarak öfkeyi yatıştırmak istedi. Ama bir hafta geçmeden ücretsiz otobüsleri ulaşımdan kaldırdı.

Bunun üzerine 26 Eylül sabahı binlerce kişi Edirnekapı’dan Vezneciler’e kadar protesto yürüyüş eylemini kendiliğinden başlattı.

Sermayenin belediyesini koruyabilmek için sermayenin valisi polis güçlerini halkın üzerine seferber etti. Yüzlerce polis ve çevik kuvvet, protestoyu engelleyemese de, halkı yıldırmaya çalıştı ve üzerinde terör estirdi.

Polisler protestocu halka “siz anarşist misiniz!”, “siz terörist misiniz!” diyerek çıkıştı. Polis şefleri “ele başı” olanların tespit edilmesi ve gözaltına alınması için emirler yağdırdı. Birçok insan coplandı, tartaklandı. Basına eylemlerini anlatmak isteyenler engellendi, yaka paça yerlerde sürüklendi.

Protestocuların çoğu hayatlarında ilk kez böyle bir eyleme katılıyorlar. Ve çoğu düzen gericiliğinin etkisi altında oldukları için kendilerine “anarşist”, “terörist” muamalesi yapılması karşısında daha da öfkelendiler. Yarın devletin “anarşist”, “terörist” diye suçladığı kişilerin hak ve özgürlükler için sermaye iktidarına karşı devrimci savaşı örgütleyenler olduğu gerçeğini daha iyi anlayacaklar. O zaman kendilerine “anarşist”, “terörist” denmesinden de gocunmayacaklar ve öfkeleri daha bilinçli olarak sermaye iktidarına karşı yönelecek.

Peki ya sermaye iktidarı? Valisi, polis şefleri? Bu öfke ülkenin dört bir tarafından sokaklara taşınca, siz yarın ne yapacaksınız! Diyelim ki polis sayısını iki katına çıkardınız! Ama öfke daha da büyüdü? Fabrikalar, okullar, semtler, sokaklar, köyler, tarlalar, meydanlar her yer eylem alanı! Sonra ne yapacaksınız? Her taşın altında “terörist”, “anarşist” aramak zorunda kalınca ne yapacaksınız! Her eve maaşlı bir polis mi yerleştireceksiniz! Her taşı bağlayıp ve her taşın başına bir de köpek mi yerleştireceksiniz! Efendilerinizin bütçesi buna yetecek mi!

Peki ya bu öfkeyi örgütleyecek olan sınıf devrimcisi sesi boğmaya gücünüz yetecek mi? Ulucanlar’da katlettiniz, ama yenilen siz oldunuz!

Çürümüşsünüz! Kokuşmuşsunuz! Çaresizsiniz! Elinizdeki tankla, tüfekle, copla, kurşunla ilelebet dünyanın efendisi olarak kalacağınızı ve kan emmeye devam edeceğinizi sanıyorsunuz! Yanılıyorsunuz! Döktüğünüz kanda boğulacaksınız!