Karadeniz:
Bir halklar mozaiği-2
|
|
Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine...
Osmanlı tarihine baktığımızda, zulme karşı gelişen ilerici halk ayaklanmalarının önemli bölümünün ya Karadenizde başlayıp Kürdistana yayıldığını, ya da Kürdistanda başlayıp Karadenizde yankı ve katılım bulduğunu görüyoruz. Bu bir tesadüf değildir. Bunu besleyen tarihsel, coğrafik etkenler ve halkların kader ortaklığıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Karadenizin dünya deniz ticaretinde tuttuğu stratejik yer, Karadenizin ve Kürdistanın içiçe geçen coğrafyasının ipek ve baharat yolu, dolayısıyla Doğu ticareti için taşıdığı önem nedeniyle, bu bölgeler tarihin her evresinde yayılmacı imparatorluk ve devletlerin özel ilgi alanı olmuş, ilk koloniler bu bölgede oluşmuştur. Bu durum ise servet-sefalet farklılaşmasının daha hızlı derinleşmesini getirmiştir. Birçok ayaklanmanın Karadenizde (Lazika ülkesi) yankı bulmasının ardındaki gerçeklik budur.
Lazlar özellikle Osmanlı egemenliği altında ulusal kimlik, kültür ve değerleriyle tam bir parçalanma ve giderek yokoluş süreci yaşamışlardır. Osmanlı ve Türk devletinin belli dönemlerdeki nüfus sayım sonuçları bu konuda yeterli bir fikir vermektedir.
Kent
|
İslam
|
Katolik
|
Protestan
|
Ordu:
Giresun:
Trabzon:
Rize:
Artvin:
Tokat:
Gümüşhane:
Samsun:
_______
Toplam : |
202.083
164.967
289.996
171.647
90.11
261.803
122.222
273.369
1.176.125
|
|
|
Ortodoks
|
Ermeni
|
Hıristiyan
|
Musevi
|
Sair
|
120
2
77
1
30
25
109
384
|
15
11
99
103
3
183
424
|
|
|
|
Osmanlı istatistiklerine göre, Trabzon eyaletinin toplam nüfusu 1897 de 1 milyon 164 bindir. Bunun 856 bini Müslüman 155 bini Rum, 42 bini Ermeni, 1500ü ise Katolik ve Yahudidir. 1905-1906 nüfus sayımında ise Trabzon eyaletinin toplam nüfusu 1 milyon 342 bindir. 1 milyon 61 bini Müslüman, 205 bini Rum, 50 bini Ermeni, 1500ü Katolik ve Yahudi, 2450si Protestandır. Bu rakamlar, Hıristiyan lazların Osmanlı döneminde müslümanlaşması ve Türkleşmesinin boyutlarını vermektedir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise azınlık uluslar aleyhine çok daha hızlı bir değişim yaşanmıştır.
1927 yılındaki nüfus sayımının sonuçlarını veren aşağıdaki tablo, aynı zamanda Karadeniz bölgesinde yaşayan değişik din ve mezheplere mensup halklara yönelik baskı, zulüm ve kırım politikalarının sonuçlarını yansıtmaktadır. Uzun yıllar Hıristiyan olarak yaşamış, kendine has kültür ve değerler yaratmış olan Lazların yaşadığı dinsel ve ulusal kimlik değişiminin ardındaki gerçek zora dayalı asimilasyon politikalarıdır. Daha önce aktardığımız misyoner Lui Granceriosun kaleme aldıkları da bunu doğrulamaktadır. Karadeniz bölgesinde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Laz, Rum, Ermeni ve diğer ulusal kimlik ve dinsel inançlara mensup halkların ulusal kimliklerinden ve dinsel inançlarından ödün vermeyen kesimleri kıyımdan geçirilmiş, sürgün edilmiş, mülkiyetine el konulmuş ya da ağır vergilere tabi tutulmuşlardır. Bu baskı ve katliamı göğüsleyemeyenler ise ya Türkleşmek ya da kimliklerini gizlemek zorunda kalmışlardır.
TC devletinin kurulmasıyla birlikte de baskı, zulüm, katliam ve farklı kimlikleri reddetme politikaları çıplak bir biçimde hayata geçirilmiştir. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında Rumlara ve Ermenilere karşı yürütülen soykırım ve sürgünler bilinmektedir.
Kemalist rejim cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda iktidarının harcını halkların kanlarıyla karmıştır. Birçok katliam sürgün ve soykırımın yanısıra oluşturduğu terör çeteleriyle değişik ulusları sürekli bir baskı, sindirme, katliam ve asimilasyona tabi tutmuştur. Kazım Karabekir celladı ile Kürtlere zulüm uygularken, Yahya Kaptan ve Topal Osmanla Karadenizi terör ve zulüm yuvasına çevirmiştir. Yahya Kaptan kemalist rejim tarafından kendisine tanınan yetki ve ayrıcalıklarla bölge halkını haraca kesip zulüm estirirken, Topal Osman ve çetesi bölgede terör estirip halkı sindirmiştir. Bölgedeki ulusal, dinsel-mezhepsel farklılıkları kendi sömürücü ve sömürgeci emelleri için kullanan kemalistler, Yahya Kaptan ve Topal Osman eliyle estirdikleri terörle yetinmemişler, halkları da birbirlerine kırdırmışlardır. Özellikle Rum ve Ermenilerin evlerini tespit ederek saldıran, talan eden, katleden, zulüm estiren Topal Osman yer yer bu saldırılara halkı da katmayı başarmıştır. Selçukludan Osmanlıya onlarca kez egemen güçlere başkaldıran bu halklar mozaiği Karadenizi gericilik ve şovenizmin kalesine dönüştürmeyi başardığı için, kemalist rejim Topal Osman gibi bir halk celladını muhafız alayı komutanı yaparak ödüllendirmiştir. (Mustafa Suphilerin katilleri de olan bu iki celladını -Topal Osman ve Yahya Kaptan- daha sonra M. Kemal kendisi öldürtmüştür.) Bütün bunlar kemalist rejimin nasıl bir zulüm ve barbarlık üzerinde yükseldiğini gösteriyor.
Sömürgeci Türk devletinin üzerinde yükseldiği zemin ve halklar üzerindeki gerici emelleri
20. yüzyılın başında ulusal kurtuluş talebiyle sahneye çıkan Türk burjuvazisi kısa sürede Osmanlı ve Avrupa emperyalizminin boyunduruğunda bunalmış Türk, Kürt, Laz, Çerkez, vb. Anadoluda yaşayan birçok ulus ve azınlığın desteğini alarak Kurtuluş Savaşını kazandı ve Misak-ı Milli sınırlarını oluşturdu. Cumhuriyetin ilk kuruluşunda Bu Kürtlerin ve Türklerin parlamentosudur diyen M. Kemal, çok geçmeden, Ne mutlu Türküm diyene!, Bir Türk dünyaya bedeldir şiarlarıyla cumhuriyetin şovenist kimliğini ortaya koydu. Oysa üzerinde devlet kurdukları bu coğrafyanın önemli bir bölümünde Kürt, Ermeni, Laz, Gürcü, Çerkez, Abhaz, Süryaniler vb. yaşamaktaydı. Türk devleti onları yok saymakla kalmadı, yüzyıllarca beraber yaşamış bu kardeş halklar arasındaki ulusal, dinsel, mezhepsel kimlik ve kültür farklılıklarını kendi gerici ve sömürgeci emelleri için de kullandı. Daha cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak Müslümanı Hıristiyana, Sünniyi Aleviye, Türkü Kürde ya da farklı halklara karşı kışkırtarak, değişik ulus ve halklar üzerinde zulüm estirdi.
Merkezi otoritelere ve zulme karşı ayaklanma geleneğinin güçlü olduğu Anadolu topraklarında Osmanlıdan egemenlik devralmış olan genç Türk burjuvazisi, ancak halklar arasına düşmanlık tohumları ekerek otoritesini sağlayabilir, gelişecek muhalefeti ancak böyle ezebilirdi. Osmanlıdan devraldığı bu politikalar sayesindedir ki, başta Kürt halkının olmak üzere gelişen onlarca isyanı kanla bastırmayı başardı. Ermeni ve Rumlara yönelik sürgün ve soykırım sırasında diğer ulus ve dinlere mensup halkların belli bir kesiminden destek bulması, halklar arasına ekilen düşmanlık tohumlarının ürünüdür. Alevilerin Sünnilere katlettirilmesi, Kürtlerin isyanını bastırmak için Lazların kullanılması vb...
Özellikle SSCBye sınır olan Kürdistan ve Karadenize yönelik gerici politika ve kurumlaşmalara büyük bir önem verilmiştir. Türk burjuvazisi, sosyalizmin etkisinden korunmak için, Sovyetler Birliğinde yaşayan Laz, Çerkez ve Ermeni vb. aynı etnik kökenli halklarla ilişkileri yasaklamış, anti-komünizm propagandası ile halklar arasına düşmanlık tohumları ekmiştir. Resmi ordu birliklerinin yanısıra en gelişkin ajan ağı ve kontra örgütlenmeler Kürdistanda ve Karadenizde oluşturulmuştur.
Coğrafik olarak bitişik olan bu iki bölgenin -Kürdistan ve Lazistan- halkları tarih boyunca komşu olmanın kederini ve sevincini beraber yaşamışlardır. Aynı imparatorluklar tarafından sömürgeleştirilmişler ve gerici emellerinin yaşam bulduğu alanlar olmuşlardır. Bugün de bu iki halk aynı sömürgeci gücün egemenliği altında benzer bir kaderi paylaşıyorlar. Tüm zulme ve vahşete rağmen bastırılamayan Kürt halkının özgürlük özlemi sömürgeciliğe karşı başkaldırıya dönüşmüş, bu başkaldırı ezilen halkların sempati ve desteğini kazanmıştır. Kürdistanda tutuşan bu özgürlük ateşinin Karadenizi etkilememesi düşünülebilir mi?
Kirli savaş güçleri neden Karadenizde
konumlanıyor?
Sömürgeci sermaye devletinin Kürdistanda yıllardır yürüttüğü kirli savaşın tecrübe ve deneyimini olduğu gibi Karadenize taşıması gerçekten PKKnin birkaç gerilla birliğini Karadeniz dağlarına kaydırmasından dolayı mıdır? Bu da bir neden olmakla birlikte asıl neden değildir. Aynı dağlarda kaç yıldır TİKKO ve DHKP-C gerillaları da bulunuyor, zaman zaman karakol baskınları vb. eylemler gerçekleştiriyorlardı. O halde bölgede neden dün değil de 97den itibaren kirli savaşın ihtiyaçlarına göre bir konumlanma gerçekleştiriliyor? Sermaye devletinin Karadenizdeki konumlanış tarzına bakıldığında, bu sorunun yanıtını bulmak kolaylaşacaktır.
Susurlukta gün yüzüne çıkan çete devletinin saygın isimlerinden Tuğgeneral Veli Küçük Karadeniz Bölge Komutanlığına getirildi. Uzun yıllar Şırnakta Kürt halkına kan kusturan Mustafa Malay, Orduya vali olarak atandı. Daha önce Diyarbakırda valilik yapan İbrahim Şahin Giresuna, askerliğini Hakkaride komando olarak yapan Bayram Ali Köse Ordunun Mesudiye ilçesine kaymakam olarak atandı. Tokatın Almus ilçesi kaymakamı Ahmet Aydın ve Giresunun Pirapiz, Espiye, Tirebolu ilçelerine atanan kaymakamların hepsi uzun süre Kürdistanda görev yapmış unsurlardır. Bunların yanısıra Kürdistandan Karadenize kaydırılan özel harekat timleri, komando taburları ve jandarma birliklerine ise hiç değinmiyoruz. Aynı dönemde (1997) Susurlukun diğer kahramanı Mehmet Ağar DYPnin Karadeniz Bölge Örgütlenme sorumluluğuna getirildi. Aynı süreçte yaşanan diğer bir önemli gelişme de Türki Cumhuriyetler ve Avrupa ticaretinde stratejik öneme sahip olan Samsun, Ordu, Sinop ve Hopa limanlarının ihalesinin Mehmet Ağarın has adamı olarak bilinen Turgay Ciner ve Muammer Çakıroğluna verilmesi ve limanların özel tim tarafından korunmasıdır. Bu listeyi uzatmak mümkün, ancak bu kadarı bile özel savaşın konumlanışı hakkında bir fikir vermektedir. İsimlerini saydığımız vali, kaymakam, ordu komutanı, özel tim, komando taburları ve karakol komutanlarına kadar istisnasız hemen hepsi Kürdistanda görev yapmış, kirli savaş içerisinde sivrilmişlerdir ve ortaya çıkan devlet çetelerinin baş aktörleridir.
Diğer dikkat çekici bir durum da özel savaş birliklerinin Karadenizdeki coğrafik konumlanışıdır. Bu da sömürgeciliğin Karadeniz çıkartmasının çok yönlü amacını gösteriyor.
Limanların tutulmuş olmasının iki nedeni vardır. Birincisi; Türkiye, Avrupa ve Türki cumhuriyetleri arasında deniz ticaretinde, özel olarak ise silah kaçakçılığı ve uyuşturucu ticaretinde tuttuğu özel yerdir. İkincisi; sömürgeci Türk devletinin Türki cumhuriyetler üzerindeki tarihsel yayılmacı emelleridir.
Özel savaşın Karadenizin hangi il ve ilçelerinde konumlandığına baktığımızda, tablonun tamamlandığını görüyoruz. Sömürgeci savaş aygıtının konumlandığı hat oldukça önemlidir. Konumlanılan il, ilçe ve köylerin neredeyse tümü Alevidir. Gerek 80 öncesinde gerekse bugün devrimci potansiyelin en yüksek olduğu, gerilla savaşının ve devrimci çalışmanın fazla zorlanmadan taban bulacağı bir alandır. Kürdistan illeriyle sınır olması ve dağların gerilla mücadelesine elverişliliği de, bu güzergaha yığınak yapılmasının nedenlerinden biridir. Ama başta da belirttiğimiz gibi, bu sadece bir nedendir. Sömürgeci devlet Karadenize de yığdığı kirli savaş aygıtını meşrulaştırmak için bu durumu bir vesile olarak değerlendirmektedir. Bütün bu yığınak ve konumlanış Karadeniz ile Kürdistan arasındaki bu hattın silah ve uyuşturucu ticareti yolu olarak kullanılmasına uygun bir tarzda gerçekleştirilmiştir.
Kirli savaşın kirli yöntemleri
Kurulduğundan bu yana halklar arasında etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları kışkırtan sömürgeci Türk devleti bu kirli yüzünü Karadenizde bir kez daha gösteriyor. Kürdüyle, Türkmeniyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Rumuyla ve Ermenisiyle onlarca ulustan halkın yüzyıllardır kardeşçe yaşadığı Karadeniz, bugün şovenizm ve ırkçılığın hortlatılmak istendiği bir alana çevrilmiştir.
Sömürgeci devlet Karadenize yaptığı özel savaş yığınağının hemen ardından köylülere yaylaları yasakladı. Böylece onları ekonomik olarak çökerterek koruculuğu ekmek kapısı haline getirmenin zeminini döşedi. Sonra Mesudiyede özel tim tarafından katledilen iki çocuğun PKKliler tarafından öldürüldüğü propaganda edildi. Ancak aynı katliamdan sağ kurtulan bir çocuk abilerinin özel tim tarafından öldürdüğünü açıklayınca, bölge halkının öfkesi özel time yöneldi. Çete devleti iki özel tim elemanını suçlu bularak görevden almak zorunda kaldı. Peşinden Almusta özel tim bir eve gerilla kıyafetiyle baskın düzenleyerek katliam yaptı. Bunun da PKKnin yaptığı propaganda edildi. Ancak yine ters tepti. Çünkü hem ailenin devrimcilere yakınlığı biliniyordu, hem de sağ kurtulan aile bireyleri katliamı özel timin gerçekleştirdiğini açıkladılar. Buna benzer onlarca yol kesme ve katliam gerçekleştiren özel tim, tüm bunları PKKye malederek şovenizm ve ırkçılığın tohumlarını ekmeye çalışıyor.
Özel timin ERNK imzasıyla evlere gönderdiği mektup ve bildiriler de bunu tamamlayan diğer bir kirli savaş yöntemdir. Mektup ve bildirilerde; 10 gün içinde köyleri boşaltıp batıya Türklerin bölgesine göç edeceksiniz. Aksi halde sizlere dünyayı zindan edeceğiz. ... Zaza, Azeri, Türkmen, Boşnak, Alevi, Şafi demeden bütün Türk piçlerini bu topraklardan çıkaracağız. Sizlerin yerine buradan sürgün edilen Ermenileri yerleştireceğiz. Mücadelemiz büyük Ermenistanı kurana kadar devam edecektir. Başkanımız Abdullah Öcalanda Ermeni asıllı bir Kürttür. (Ülkede Gündem, 30 Eylül 97)
Osmanlıdan bugüne egemen sınıfların tarihsel düşman olarak andıkları Ermeniler ve Kürtlerin birarada anılmaları ve PKKnin bir Ermeni örgütü, Abdullah Öcalanın da Ermeni asıllı bir Kürt olarak gösterilmesi, şovenizmin Karadenizde tezgahladığı kirli oyunları tüm açıklığıyla ortaya sermektedir.
Bugün Karadenizde kimi yerlerde zorla, kimi yerlerde ise gerici-şovenist unsurlara dayanılarak koruculuk kurumlaştırılmaya çalışılıyor. On yıllardır kirli savaş yöntemleriyle Kürdistanı kontra örgütler ve uyuşturucu bataklığı haline getiren sömürgeci devlet bugün de Karadenizi bir uyuşturucu ve kontr-terör yuvasına dönüştürmek istiyor. Bu sayede Karadenizdeki devrimci potansiyeli de boğmaya hedefliyor.
Kirli emellerinin ürünü bu kirli savaş yöntemleri sermaye devletinin bataklığı olacaktır. Tarih Kürdistan örneğinde de göstermiştir ki, zulüm ve zorbalığın ürettiği tek şey öfke ve isyandır. Karadeniz halkı yüzyıllarca aynı egemen güçlerin zulmü altında aynı kaderi paylaştığı Kürt halkının özgürlük coşkusunu paylaşacaktır. Zulme karşı isyanı kurtuluş yolu olarak seçecektir.
Yaşasın halkların kardeşliği!
|