ARSIVANA SAYFA
 
2 Eylül '00
SAYI: 32
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizme karşı mücadelenin bayrağı...
İMF-TÜSİAD hükümeti yeni saldırılara hazırlanıyor!
Cottarelli’nin teftişi protesto edildi
Belediyelerde grev yasağı boşa çıkarılamadı
Ordu, irtica ve KHK
Kapitalizm savaş demektir!
Zorunlu “bağış”a hayır!
Çocuklar ancak sosyalizmde çocukluklarını...
Depremin birinci yılında onbinlerce insan sokaktaydı
Adalet Bakanlığı yetkililerine ve ilgililere açık çağrımızdır!
Bakan yalan söylüyor, Cumhuriyet aklıyor!
Açlık grevini kazanımla bitiren Fehriye Erdal’ın açıklaması
Esnek üretim saldırısı ve işçi sınıfının görevleri
Hücre karşıtı mücadele ve reformist solun güncel konumu
Kolombiya= Vietnam 2000 (mi?)
Almanya’da artan faşist saldırganlık
Mücadele deneyimlerimiz den öğreniyoruz
Komünist militanlardan
parti programı üzerine

Devrimci değerlere saldırı
Bakırçay Havzası Demir-Çelik İşçileri Bülteni’nden
Mücadele Postası
 



 
 
Almanya’da artan faşist saldırganlık


Almanya’da son bir yıldır artan faşist saldırılar tüm hızıyla devam ediyor. Mayıs ayından bu yana daha yoğunlaşan saldırılar geçen yıla oranla %50 artış göstermiş durumda. Yabancılar, sığınmacılar, evsizler, anti-faşistler, sendikacılar tehdit ediliyor, sokakta saldırıya uğruyor, dövülüyor, evleri, yurtları, işyerleri kundaklanıyor, metro duraklarına bile bomba yerleştiriliyor.

Bu saldırılarda bugüne değin onlarca kişi yaralandı ve yaşamını yitirdi. Failleri ya hiç yakalanmadı ya da çocuk denebilecek yaşta oldukları gerekçesiyle serbest bırakıldı. Resmi makamlara göre binin üzerinde saldırının yakalanan faillerinin sayısı 10’u bile bulmuyor.

1933’lerde devrimci gelişmeyi boğmak ve işçi hareketini ezmek için Hitler faşizmi iktidara getirilmişti. İşçi ve emekçilere karşı saldırıların gündemde olduğu, işsizliğin tırmandığı, işçi sınıfının mücadelesinin keskinleşme potansiyeli gösterdiği bugün de sermaye faşizme yöneliyor, faşist beslemelerini devreye sokuyor. Almanya’da böylesi bir süreç yaşanıyor.

Almanya son bir yıldır tarihinin en büyük rüşvet skandalları ile sarsılırken, kapitalizmin tarihinin satın alınabilirliğin tarihi olduğu bir kez daha gözler önüne serildi. 16 yıllık gerici Hristiyan partisi iktidarının ardından işbaşına gelen sosyal demokrat hükümet, kapitalist sistemin birikmiş sorunlar yumağını çözemeyeceğini daha ilk günlerde gösterdi. Emeklilik yasası değiştirilip, sağlıktan eğitim alanına kadar bir dizi sosyal hak yağmalanırken, diğer yandan işyerlerinin özelleştirilmesi, esnek çalışma vb. ile işçi ve emekçiler yoğun bir sömürüye maruz kalıyorlar. Tekellerin birleşmeleri en üst düzeyde seyrederken, sayısı 5 milyonu bulan işsizler ordusu da büyüyor. Tekeller fabrikalarını sömürü cennetlerine taşıyor veya ucuz işgücü ithal yoluna gidiyor. Tüm bunlar işçi ve emekçilerde öfkeyi büyütüyor, sermaye ve devletine zor anlar yaşatıyor. TİS görüşmeleri yaygın protestolarla sürüyor, grevler son anda engellenebiliyor.

Sermaye daha da derinleşecek toplumsal tepkilere karşı şimdiden hazırlanıyor. Devlet aygıtını militaristleştiriyor, son 10 yılda devlet bütçesinden 70 milyon ödeyerek beslediği NPD, DVU, REP gibi faşist örgütlenmeleri devreye sokuyor; onları yabancılara ve anti-faşistlere saldırtıyor, sendikacılar, ilerici gazeteciler, politikacılar hakkında bilgi toplatıyor. Örneğin Nisan ayında Elmsdorf kentindeki otobana, IGM sendikası bölge başkanı için, “Ölü veya dirisine 10 bin mark mükafat” diye yazılarak, işçi sınıfı öncüleri sindirilmeye çalışıyor. Milliyetçilik körüklenerek, yerli ve yabancı işçilerin birliği, ortak bir sınıf cephesinde buluşması engellenmeye çalışılıyor.

Alman medyası haftalardır faşizmin toplumun saflarından ortaya çıktığını döne döne işlerken, sermaye ve devleti büyük bir ikiyüzlülükle yabancılara yapılan saldırıları kınayan açıklamalar yapıyor, faşist partilerin kapatılması ile ilgili demeçler veriyorlar. Öyle ki, Alman tekellerinin dernek başkanı bile, faşist NPD partisinin yasaklanmasından söz ediyor. Tam bir utanmazlıkla, “Yabancı işgücüne ihtiyaç duyulduğu ve onların yeşil kartla Almanya’ya getirilmesinin gündemde olduğu bu süreçte, yabancılara karşı bu tür saldırılar dünyada itibarımızı düşürür. Yatırımcıları korkutur ve bu bizi yalnızlaştırır” yönlü açıklamalar yapıyorlar.

Tekel temsilcileri beslemeleri faşistlere karşı sert tedbirler almaktan sözediyorlar. Ama, ilerici ve devrimci çevrelerin tüm faşist örgütlerin yasaklanması talebine sahip çıkmıyorlar. Yasaklamanın hukuki zorluklarından, anayasada değişiklik yapmanın yılları alacağından dem vuruyorlar. Oysa Nazi örgütlerinin dağıtılması ve tasfiyesi ile ilgili yasa zaten mevcut. Sorun sadece uygulanmasında. Sermaye çevrelerinin bir diğer ikiyüzlü argümanı ise, faşist örgütlerin yasaklanması durumunda faaliyetlerini illegal sürdürecekleri, böylece kontrol edilemeyerek daha tehlikeli olacakları. Oysa faşist örgütler tüm faaliyetlerini gizli sürdürüyorlar, legal örgütleri sadece paravan olarak kullanıyorlar.

Sermaye temsilcileri her fırsatta faşist demagojilere sarılıyorlar. Sosyal-demokrat içişleri bakanı, geçmiş yıllarda faşistlerin savundukları “gemi dolu” sloganını son dönemde ilticacıları hedef alarak sürekli kullanıyor. Pratikte bu, ilticacıların sayısının azaltılması olarak işliyor. Almanya’da ilticacı sayısı geçtiğimiz yılın Temmuz ayına göre %30 azaldı ve ilticacıları sınır dışı etme uygulaması sürüyor.

Sermaye devleti faşist saldırıları demokratik haklara saldırıya dayanak olarak da kullanıyor. Uzun süredir planladığı ve işçi-emekçilerin tepkilerinden korktuğu için bir türlü gerçekleştiremediği yasaları gündeme getiriyor. Berlin’de eyalet içişleri bakanı anti-faşistlerin her eyleminden sonra gündeme getirdiği yürüyüş yasağını yine gündeme getirirken, Bayern eyaleti içişleri bakanı da şehrin merkezi alanlarını ve sokaklarını gözetlemek için kameralar yerleştirilmesi talebini alelacele karara bağlamaya çalışıyor. SPD ise federal devletin sınırlarındaki güvenliğin artırılmasını tartışıyor. 1956 yılında, KPD’nin yasaklanmasından kısa süre önce, göstermelik olarak NPD yasaklanmıştı. Bugün de faşistler üzerinden tartışılan yasaklar, anti-faşist ve devrimci örgütlerin faaliyetlerinin yasaklanmasına dayanak yapılmaya çalışılıyor.

Sicili bozuk Türk devleti ve medyası, Almanya’da yabancılara karşı süren faşist saldırıları eleştirirken, Türkiyelileri Alman işçi ve emekçilerine karşı kışkırtmaya, onların faşizme karşı ortak tavır almalarını engellemeye çalışıyor.

Faşizmin en azgınını yaşamış Alman işçi sınıfı ve emekçilerinin faşist saldırılara karşı öfkesi büyüyürek sürüyor. Haftalardır Almanya’nın onlarca kentinde 30 binin üzerinde insan faşizmi ve faşist saldırıları sokaklara çıkarak protesto ediyorlar. Faşist örgütlerin yasaklanması, faaliyetlerinin engellenmesi sloganını yükseltiyorlar.





Irkçılığa, yabancı düşmanlığına ve faşizme karşı

Enternasyonalist devrimci mücadeleyi yükseltelim!


Almanya’nın Düseldorf kentindeki bombalı katliam girişimi ve artan ırkçı saldırılar, faşist akımları yeniden Almanya’daki politik yaşamın en önemli konusu haline getirdi. Irkçılık ve “radikal sağ” haftalardır Alman kamuoyunun gündeminde baş köşeyi tutuyor. Aynı gelişmeler eş zamanlı olarak İsviçre kamuoyunda da gündeme oturmuş bulunuyor.

Faşist saldırı ve cinayetlerin ardından devlet ve hükümet temsilcileri saldırıları “kınayıp lanetlediler”, ırkçılığın gelişmesini “engelleyecek tedbirler” alacaklarını açıkladılar. Ardından “yabancılar endişelenmesin Almanya onlar için en güvenli ülkedir” arsızlığını dile getirdiler. Aynı ikiyüzlü açıklamalar ve yalanlar Rastock, Möln ve Solingen vahşeti yaşanırken de utanmazca dile getirilmişti. Örgütlü bir ırkçı-faşist hareketin varlığını bile kabul etmeyenler, saldırıları sıradan polisiye vakalar, bunalımlı alkolik grupların şiddet eylemi olarak tanımlayanlar hangi tedbirleri alabilirler? Ortalığa dehşet saçan Nazi artıkları aynı günlerde polis denetiminde gösteri yapabiliyorlar. Irkçı karşıtı gösteriler ise polisin sert müdahalesiyle karşılaşıyor.

Tren istasyonlarında dehşet saçan, sokaklarda yabancı avına çıkan, evleri ateşe verip mülteci kamplarını bombalayan, insanları diri diri yakan Nazi artıkları bir avuç serseriden ibaret olmadığı gibi saldırılar da sıradan ve bireysel değildir. Sözkonusu olan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık temeli üzerinde gelişen örgütlü bir faşist harekettir. Arkasında tekelci sermaye grupları vardır. Faşist çeteler bizzat tekelci burjuvazi tarafından karşı-devrimci bir alternatif olarak beslenip güçlendiriliyor. Ordu ve polis teşkilatının önemli kademelerinde ve devletin kilit noktalarında Nazi kadroları bulunuyor. Polis teşkilatı içinde yabancı düşmanı polislerin önemli bir yüzde oluşturduğunu yetkililer açıklamak zorunda kalıyorlar.

Irkçı faşist ideoloji ve akımlar burjuva kapitalist sistemin bağrında filizlenip gelişiyor. Kapitalizmin ağırlaşan krizi faşizmin güçlenmesine zemin döşüyor. Aynı kapitalist sistem yaşadığı ağır bunalımın sonucu olarak yakın tarihimizde faşizme iktidar yolunu açmış ve Hitler’i iktidar yapmıştı. İnsanlık, tarihinin en büyük vahşetini acısını ve yıkımını yaşamıştı.

İşçiler, emekçiler!
Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve faşizm kapitalizmin insanlığın başına sardığı bir beladır. Bugün Batı Avrupa ülkelerinde yükselen ırkçı-faşist hareket kapitalizmin yaşadığı ağır bunalımla doğrudan ilgilidir. Avrupa’nın kapitalist burjuvazisi yaşadığı ağır bunalımın yükünü kendi işçi sınıfı ve emekçilerine fatura ediyor. Bunun için işsizlik, evsizlik ve yoksulluk derinleşiyor, sosyal haklar gaspediliyor. Ahlaki ve kültürel yozlaşma, toplumsal çürüme yayılıyor. Kapitalizmin ürünü olan bu sorunlara sistem kendi dışında sorumlu arıyor ve yabancılar hedef gösteriliyor. Toplumsal hoşnutsuzluk ve tepkiler, yabancı düşmanı ırkçı eğilimlerle yoğrularak faşizmi güçlendirmenin imkanına dönüştürülüyor.

Irkçılık ve faşizm kapitalizmin özbeöz çocuğudur. Emperyalist burjuvazi tarafından besleniyor ve destekleniyor. Dolayısıyla, ırkçılığa ve faşizme karşı mücadele kapitalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanlık düşmanı faşist ideoloji ve akımları püskürtmek, kapitalizmin insanlığın başına sardığı bu belayı defetmek, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrimci mücadelesi ve halkların devrimci kardeşliğiyle mümkündür.