ARSIVANA SAYFA
 
19 Ağustos '00
SAYI: 30
İçindekiler
Hacıbektaş Şenlikleri'ne hücre tipi protestosu damgasını vurdu!
Yeni katiamları önlemek için örgütlenelim, hesap soralım!
Devlet işçi ve emekçilere yeni toplu mezarlar hazırlıyor
"Devletin bölgeye ilişkin yaptığı hiçbir şey yok"
Günlük basında 17 Ağustos depremi
Belediye grevlerinin sorunları ve sorumlulukları
Belediye grevleri başladı...
Yeni grevler kapıda...

Küçükçekmece Belediyesi'nde grev kararı...
SEKA'da hareketli günler...
KHK hükümete geri iade edildi...
"Enflasyonla mücadele" balonu patladı
Sendikaları devrimcileştir mek için...
Programda tarım ve köylü sorunu/5
Ortak komite-ortak direniş şiarının güncel önemi
"İlk kurşun" ve Ortadoğu fedarasyonu üzerine
TTB'nin F tipi cezaevi önraporu
Mamak Hücre Karşıtı Platform'dan eylem
F tipi işkenceye izin vermeyeceğiz!
Onurluca çiçeklenen bir yaşama sarılmak
İşçi eylemleri militan Cellatex direnişinin açtığı yoldan ilerliyor!
Bertolt Brecht: Proleter sanatın çalışkan işçisi
Hiroşima ve
bilimin sisteme köleliği

Mücadele Postası
 



 
 
Patronların karşısına örgütlü bir
sınıf olarak çıkmak zorundayız


Merhaba,

Sanayi sitesinde çalışan biri olarak, işçilerin yaşadığı sorunlardan bahsetmek istiyorum. Sanayi siteleri işçilerin bölündüğü, bir araya gelme olanaklarının kısıtlandığı yerlerdir. Buralarda emek sömürüsünün haddi hesabı yoktur.

Çalıştığım atölyede cumartesi de dahil günde 10 saat çalışıyoruz. Bütün zamanımız, patronların kârını artırması için çalışmakla geçiyor. Çalışma saatleri yüzünden ne gezmeye, ne de aile ve arkadaşlarımızla birlikte olmaya vaktimiz kalır. Bu kadar çalışmamıza karşılık aldığımız maaş ise devede kulak.

Bu tür yerlerde, ucuz olduğu için biz genç işçiler çalıştırılırız ve alabildiğine sömürülürüz. Patron çıraklık safsatasıyla işi öğrendiğimizi bahane ederek düşük ücretlerle bizleri çalıştırır. Örneğin, çalıştığım yerde genç bir işçinin, 3 yıldır burada çalışmasına rağmen, maaşı yalnızca 65 milyon. Diğer bir işçinin daha da kötü, yalnızca 40 milyon. Buralarda sözde 6 ayda bir zam yapılır. Enflasyonun ne kadar arttığına bakılmaksızın zam oranı %25’le sınırlandırılmıştır. Çoğu işçinin sigortası da yoktur. Olanların ise primlerinin yatırılması patronun insafına kalmıştır. Bunun yanında ne işgüvenliğimiz var, ne de can güvenliğimiz. Herhangi bir önlem alınmadığı için, her an bir iş kazasıyla burun buruna kalabiliriz.

Bu kadar yoğun sömürülmemizin nedeni örgütsüz olmamız aslında. Patronlar kendi kârlarını korumak için biraraya gelip dernekler kuruyorlar. Yani bizim karşımıza bir sınıf olarak çıkıyorlar. Biz, bu sömürü koşullarına tek başımıza karşı çıkmaya kalktığımızda yenilmeye mahkumuz. Bizlerin de biraraya gelip, patronların karşısına örgütlü bir sınıf olarak çıkması gerekiyor. Ancak o zaman emeğimizin birkaç asalak tarafından sömürülmesine neden olan bu düzeni değiştirebiliriz.

Doğu Sanayi Sitesi’nden bir işçi




Nereye kadar?


Gecenin kör saatleri, şaşkın bakışları altında yelkovanı arıyor akrep. Ayışığı puslu, ayaz gecelerdeki gibi yorgun, kendini aydınlatmaktan aciz. Kaldırımlar bomboş, sokak lambaları kelebeksiz, üşüyor caddeler.
Zavallı gece...

Kara bulutlar çöreklenmiş gökyüzünün mavisine, gün güneşe hasret. Ölüyor toprak sararan yaprakların yalnızlığında. Türküler su içmiyor artık ırmakların çoğaltısında. Sevda yalnız bir kelebek, bir günlük ömre bedel.


***

Vazgeçmiş analar oğulları ve kızları için düş kurmaktan. Neye yarar beklemen, ölüm haberi ertesi günkü gazeteye manşet olacaksa eğer.

İşçiler umutsuz bakışlarını salıyor vardiya çıkışlarına. Satılan grev haberleri toplu iş sözleşmeleri, şişiriyor sendika ağalarının göbeklerini.

YÖK sultasıdır hala bilimi bilinmeze taşıyan.

Ve zulüm...

Islıklar çalarak esen rüzgarın uğultusunda savruluyor ülkemin bozkırlarında.

Nereye kadar!...

Nereye kadar yokluk, yoksulluk ve ölüm.

Nereye kadar açlık.

Nereye kadar, ölüm tacirlerinin kan kokan sabahları taşıması düşlerimize.
Heey zulüm, son nereye kadar ...

Biz seni kendi karanlığına ebediyen gömene kadar. Biz yaşamın o dayanılmaz sancılarını ve insan düşümüzün müthiş hafifliğini duyumsayana kadar. Zulüm sana inat diyoruz ki :

“Şimdi bize başına bin destan yazmak düşer.

Tam da şimdi; bir bir gömülürken karın altına düşler, bir bir kesilirken en sevdiklerimizin kolları, çakılırken diz kapaklarına çiviler; yahut süngüyle deşilirken en sevdiklerimizin karınları ......Şimdi bize Habip olmak düşer. Ümit olmak düşer...”

C. Ekin/Ankara




Operasyonlar ve ötesi


Polis her gün yeni bir operasyon başlatıyor. Paraşüt, Kartopu, Balina... Son olarak da ünlü uyuşturucu kaçakçısı Çetinkaya’nın yakalandığı uluslararası operasyon. Her türlü kirli işi yapan, uyuşturucu ticaretini, çete-mafya işlerini, hayali ihracat düzeneğini kendisi kuran sermaye devleti, şu günlerde bu operasyonları niye yapıyor? Rakip çeteler arası pay kavgası mı çıktı? Yoksa, verdikleri rüşveti yetersiz mi bulmuşlar? En has adamlarının kara ve kirli para piyasasının tek hakimi olmasını mı istiyorlar? Avrupa’da yükselen uyuşturucu karşıtı tepkileri yatıştırmak için göstermelik operasyonlar mı yapıyorlar?

Evet, sokaktaki her vatandaş bilir ki en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün kirli işler, doğrudan sermaye devletinin denetimi ve yönlendirmesi ile yapılmaktadır. Bu teşhir olmuş kirli ilişkilerin gizlenebilmesi için arada bazı küçük çetelerin ya da bağımsız iş yapmaya kalkışanların harcanması gerekir.

Sermaye devleti böylece bir taşla iki kuş vurmuş olur. Birincisi, kirli işlerle mücadele ettiği görüntüsünü yaratır. İkincisi, kayıt dışı, kaçak ekonomiyi tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenler. Birbiri ardına yapılan operasyonların özü de budur. Hayali ihracat yapan yüzlerce şirketin içinden bir iki tanesinin harcanması, geriye kalanların sermaye devleti ile işbirliği içinde işlerini tıkır tıkır yürütmesini kolaylaştırır. Uyuşturucu işi yapan yüzlerce ailenin bir-ikisinin yakalanması, geri kalanların sermaye devleti ile ortaklaşa işlerini yürütmelerini kolaylaştırır. Naylon fatura, çek senet mafyaları vb. çeteler artık en küçük karakol polisleri tarafından bile kurulmakta ve belli bölgelerde hakimiyet savaşına girişmektedirler. Bunun gizlenemez boyutlara ulaşmasıyla belli operasyonlar olmaktadır.

İzmir’deki operasyonda yakalanan Hakiki Koç firmasının sahibi de, operasyonu siyasi bir anlaşmazlık nedeni olarak açıklamış. En kısa zamanda bu anlaşmazlığı gidereceğini de söyleyerek, vereceği rüşvetin çok büyük olacağını ima etmiştir.

Son olarak yapılan operasyonda yakalanan uyuşturucu kaçakçısı Çetinkaya, daha önce de defalarca yakalanmıştı. Burjuva basında bile, devlet ile güçlü bağları olduğu, her yerde adamlarının olduğu söylenmektedir. Avrupa’da başlayan bir operasyon ile adı yeniden gündeme gelince, kısa bir süreliğine de olsa yakalamak zorunda kalmışlardır. Bir süre sonra, bundan öncekilerde de olduğu gibi yine serbest bırakılacaktır.
Bu operasyonlara aldanıp devletin kendisine çeki düzen verdiğini söyleyenler yakında ne kadar aldandıklarını görecektir. Bütünüyle paranın egemenliği üzerine kurulu olan bu çürümüş sermaye düzeni yıkılmadığı sürece, hiçbir kirli işin sonu gelmeyecektir. Yasal ve yasadışı soygun ve sömürü düzeni yıkılmadığı sürece, sermaye devletinin çete-mafya ile çıkar ilişkileri bitmeyecektir.

Aydınlık ve temiz bir gelecek, insanca bir yaşam istiyorsak, bu kokuşmuş düzeni tüm kirli işleriyle birlikte tarihe gömmek için mücadele etmeliyiz.

Bir Kızıl Bayrak okuru




Siz girin önce efendiler


    Sen yorgun ellerinde
    taşırken sabahı
    sabahın sahipleri
    zindan içindeydiler.
    Yıldızlar kayarken
    gök çatırdıyordu
    ve alev alevdi anaların yüreği.
    Zindanlar süsleniyordu
    tek kişilik
    üç kişilik.
    Çıldırmaz mı sabahlar merhabasız
    siz koca çınarları
    yalnız mı sandınız?
    Susar mı buna kalemler?
    Ve umut ekmez mi sanıyorsunuz
    emekçi kara toprağa...
    Susmaz mı ölümler kocaman
    çığlıklarıyla önümüzde?
    Gül yaprağı solmaz mı
    hücrenizde?
    Beş yıldızlı otelse hücreleriniz
    siz girin önce efendiler.

        Rahime Henden
        01.08.2000/Çobançeşme