İrticaya, bölücülüğe, yıkıcılığa karşı mücadele kılıfı içinde kamu emekçilerine yönelik yeni bir saldırı anlamına gelen KHK, Cumhurbaşkanı Sezer tarafından hükümete iade edildi. Ve bu iade reformistler tarafından hukuk devleti ve demokrasi adına ayakta alkışlandı. Sezerin ve iadesinin hukuk devleti ve demokrasinin nasıl bir savunusu olduğuna daha yakından bakalım.
Cumhurbaşkanı Sezer, iade kararının yanlış anlaşılmaması için, kendisinin bu kararname ile yükseltilmek istenen saldırının içeriğine yönelik hiçbir itirazının olmadığını üzerine basa basa açıklıyor.
Kendisinin tüm yaşamı boyunca olduğu gibi şimdi de irticacı, bölücü, yıkıcı kesimlere ve faaliyetlere karşı, devletin bölünmez bütünlüğünün kararlı bir savaşçısı olduğunu vurguluyor.
Buna, mevcut baskı yasalarının KHK ile amaçlananların yapılabilmesi için zaten imkan sağladığını ekliyor.
Ve son olarak, hükümet ille de yasa değişikliğine gitmek istiyorsa, bunun KHK olarak değil de, meclis kararı olarak yapılabileceğini belirterek yol gösteriyor.
Şimdi soralım, tüm bunlarda reformistlerin hukuk devleti ve demokrasi adına alkış tuttuğu şey nedir?
Sezerin ve devletin irticacı, bölücü, yıkıcı kesimlere ve faaliyetlere karşı savaşçı niteliği mi?
KHK ile amaçlananların yapılabilmesini işin esasında zaten sağlayan mevcut faşist baskı yasaları ve uygulamaları mı?
Yoksa, yasa değişikliğinin bakanlar kurulu eliyle KHK yoluyla değil de meclis eliyle yapılması gerektiği mi?
Neyi alkışlamaktadır reformistler?
Düzen içindeki tartışma, faşizmin işçi sınıfı ve emekçileri baskı altında tutmaya yönelik mevcut hücre duvarına bir ek çıkıntı yapılıp yapılmaması gerektiğidir. Dahası, yapılacaksa bu ek çıkıntının hangi yöntemle yapılması gerektiğidir.
Düşünün ki, işçi sınıfı ve emekçiler, tıpkı Saygon zindanlarında olduğu gibi, faşizmin aslan kafeslerine kapatılmışlar. İşçi sınıfı ve emekçilerin kendi devrimci sınıf düşüncesiyle söz söylemesi yasaktır. Kendi devrimci sınıf inisiyatifiyle eylem yapması yasaktır. Kendi devrimci sınıf gücü temelinde örgütlenmesi yasaktır. Sömürücülerin, sömürgecilerin, katillerin, hırsızların, emperyalizmin uşaklarının yakasına yapışması, hesap sorması yasaktır. Devletin bölünmez bütünlüğü kılıfıyla korunmak istenenler bunların egemenliğidir.
Ülke kapalı bir hapishaneye dönüştürülmüştür. Özgürlük bu ülkede ancak emperyalizm önünde diz çökenler ve sermayenin gardiyanlığını yapmayı kabul edenler için vardır. Demokrasi bunlar için, işçi sınıfı ve emekçileri denetim altında tutabilmelerinin, oyalayabilmelerinin söz, eylem ve örgütlenme hakkı olarak vardır. En temel demokratik hak ve özgürlükler, her gün faşizmin asker çizmeleri, polis copları altında pervasızca çiğnenmektedir. Anti-terör, İller İdaresi, Sıkıyönetim, Olağanüstü Hal ve benzeri tüm faşist yasalar, birbiri ardına kanlı namlulularını işçi sınıfına, emekçilere, tüm ezilenlere karşı doğrultmuştur. Kontr-gerilla, özel kuvvetler, MİT, JİTEM, siyasi polis, jandarma, köy koruculuğu vb. açık ve gizli faşist-militarist örgütlenmeler her türlü kanlı ve kirli icraat için suç ve eylem serbestisine sahiplerdir. Ülkemizde emperyalizmin ve sermayenin sınıfı iktidarı, vahşi sömürü saltanatını bu sayede sürdürüyor.
Ve şimdi hükümet diyor ki, aslan kafesine kapattığımız emekçiler içinde mücadele ve direnmenin başını çekenleri, işimizi formalitelerle uzatmadan, KHK silahıyla teker teker avlıyalım. Çünkü yarın bu kafeslerin parçalanması için mücadelenin yükselmesi şiddetle muhtemeldir. Demokrat Sezer de diyor ki, hayır KHK silahıyla değil, şimdiye kadar olduğu gibi Anti-Terör Yasası silahıyla avlayalım.
Avlanmak istenen kesimin temsilcisi KESK başkanı ise Sezeri ayakta alkışlıyor. Evet bizi KHK değil Anti-Terör yasası silahıyla avlayın, kurşunlarınızın üzerine de demokrasi cilası çekin, mensuplarımız böyle vurulursa gözlerimiz açık gitmez, çünkü biz demokrasi aşığıyız, demek oluyor bunun karşılığı.
Aç tavuk tek bir arpa tanesi görünce kendini darı ambarında sanırmış. Bizim reformistlerimiz aç tavuktan da sefil hale düşmüşler. Ama bu politik bir sefalet. Faşizmin kurşunları, üzerinde demokrasi yazılı namludan çıktığında sevinip alkış tutuyorlar.
KESKin kekeme yöneticileri faşizmi adıyla anamıyorlar...
Gün geçmiyor ki, emekçilere yönelik hak gasplarına bir yenisi eklenmesin. Kamu emekçilerini açlığa ve yoksulluğa mahkum edenler, şimdi de iş güvencemizi ortadan kaldırmak istiyorlar. (...)
Hükümet hukuksuzlukta ısrarını sürdürüyor. Hükümetin kararnameyi ikinci defa cumhurbaşkanına gönderme kararı, hukuk devletine karşı, otoriter bir devlet anlayışını dayatma çabasıdır. (...)
Bu kararname açıktır ki, yargısız infaz kararnamesidir. Suçlu olduğuna dair hiçbir hukuksal süreç işletilmeden, mahkeme kararları olmadan, idarecilerin siyasal tercihleriyle bir kıyım yapılmak istenmektedir.
Kararname ile binlerce kamu emekçisi her an işten çıkarılma tehditi altında çalışacaktır. Bunun anlamı tarafsız kamu emekçisi yerine hükümet memuru yaratmaktır. Bir süredir devam eden ve özellikle MHPli bakanlıklarda yoğunlaşan kadrolaşma, kararname sonrası bütün hızıyla devam edecektir. (...)
Bu kararname, her türlü demokratik tepkiyi engellemeyi amaçlamaktadır. Her türlü haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı tepki gösteren kamu emekçilerinin mücadelesi engellenmek istenmektedir. İnsanca bir yaşam talebi bastırılmaya çalışılıyor. (...)
Bu kararname yalnızca kamu işçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmıyor, bu kararname tüm emekçilere karşı bir saldırı niteliğindedir. (...)
Hükümetin bütün ısrarına karşın cumhurbaşkanının da kararnameyi imzalamayarak ikinci kez iade edeceğine inanıyorum. Çünkü bu kararname anayasaya aykırıdır, bu kararname hukuksuzluğu özendirmektedir. Hükümetin hukuk dışı tutumuna karşı Cumhurbaşkanını hukuk devletine sahip çıkmaya çağırıyoruz.
(KESKin 15 Ağustos 00 tarihli Basın Açıklamasından...)
|
Faşizmin silah deposunu, halkın buğday silosu ilan ediyorlar. İşçi sınıfı ve emekçilerin devrimci öncüleri tutsaklar faşizmin zindanlarında alçakça katledilirken ve şimdi hücrelere gömülmek istenirken, ses vermeyen KESK yönetimi, faşizmin piyonlarını alkışlamak için ses veriyor. Kamu emekçilerine dayatılan %10 sadakası karşısında kararlı bir eylem örgütlemeyen KESK yönetimi, şimdi neredeyse Sezere destek eylemleri örgütlemek için sokaklara dökülecek.
Artık Cumhurbaşkanı demokrat Sezer olduğuna göre ve hükümetin saldırıları karşısında demokratik hukuk devletini ve kamu emekçilerinin haklarını kararlılıkla savunduğuna göre, KESKin sokaklara çıkmasına ve mücadele etmesine gerek kalmamıştır! Devrimcilerin aklına uyup da, AB yolunda hızla gelişmekte olan demokrasi ve toplumsal uzlaşma zeminini sabote ve provake etmeye gerek yoktur! Artık yapılması gereken Sezerin arkasında demokrasi ve hukuk devleti saflarını daha da sıklaştırmaktır!
Hükümet de önümüzdeki dönemde KESKin marifetiyle bekleyişe, pasifliğe, eylemsizliğe sürüklenen kamu emekçilerine karşı saldırılarını KHK eliyle olmasa da, demokratik Anti-Terör Yasası eliyle, bakanlar kurulu yoluyla olmasa da demokratik meclis yoluyla yükseltmeye devam edecektir.
Reformizm, demokratik hak ve özgürlükleri kazanmak için işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini yükseltmek yerine, kafasını kuma gömme yolunu tutmaya devam ederse, anlaşılan Sezer de bu biçimsel iadelerle hükümetle paslaşarak, işçi sınıfı ve emekçilerin savunma hattının yarılmasını sağlamayı kendisine misyon edinmeye devam edecektir.
Önümüzdeki süreç sermayenin saldırı maliyetini epey düşüren yeni KHKlere ve emekçilerin savunma hattını yaran yeni iadelere gebedir.
Sermaye devletinin kamu emekçilerinin iş güvencesini tümden ortadan kaldıran KHK saldırısı karşısında KESK yönetiminin pasif ve etkisiz eylemlerine,15 Ağustosta PTT önünde bir basın açıklamasıyla bir yenisi eklendi. Bu defa da Başbakana faks çekme eylemi(!) gerçekleştirildi.
150 civarında kamu emekçisinin katıldığı basın açıklamasında KESK pankartı açılırken, emekçiler Yeni yasaları istemiyoruz, İş güvencemiz yok edilemez, Otoriter rejim değil, demokratik rejim , Keyfi uygulama değil, demokratik hukuk devleti istiyoruz! yazılı dövizler taşıdılar. Memur düşmanı hükümet istifa!, Kararname geriye çekilsin!, Baskı yasaları kaldırılsın! gibi sloganlar attılar.
Basın açıklamasında, her zaman olduğu gibi, eğer bu kararname geri çekilmezse mücadelemize devam edeceğiz söylemleri önplana çıkıyordu. KESK Başkanı Siyami Erdem yaptığı konuşmada; Cumhurbaşkanının da Kararnameyi imzalamayarak ikinci kez iade edeceğine inanıyorum. Çünkü bu kararname anayasaya aykırıdır, bu kararname hukuksuzluğu özendirmektedir. Hükümetin hukuk dışı tutumuna karşı Cumhurbaşkanını hukuk devletine sahip çıkmaya çağırıyoruz. dedi.
Bir önceki faks eyleminde, hükümete Kopenhag Kriterlerine göre karar alıp hareket etmesi gerektiği dersini veren Erdem, bu defa da Cumhurbaşkanından medet uman sözleriyle basın açıklamasını ve Başbakana faks çekerek de eylemi bitirdi.
Kanun Hükmünde Kararname saldırılarına devam eden sermaye devletinin, kamu çalışanlarına karşı çıkardığı kararnameler İzmirdeki KESK şubeleri tarafından protesto edildi.
15 Ağustos günü yaklaşık 800 emekçinin katıldığı eylem, her zaman olduğu gibi Sümerbank önünden Konak Meydanına yapılan yürüyüşle başladı. Eylemde; Yılgınlık yok direniş var!, Çetelere kıyak emekçiye dayak, bu abluka dağıtılacak!, Emekçi düşmanı hükümet istifa!, MAİ, MİGA, tahkim, kahrolsun emperyalizm! sloganlarının yanısıra Zindanlar boşalsın tutsaklara özgürlük!, Devrimci tutsaklar onurumuzdur!, Hücrelere girmeyeceğiz! sloganları da atıldı.
KESK dönem sözcüsü Alim Murathanın okuduğu basın metninde; Hükümet, kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmaya çalışacağına emekçilerin ve halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmelidir. Ülkenin gerçek sorunu, demokratikleşmedir, işsizliktir, açlık ve yoksulluğun son bulmasıdır, adaletsiz gelir dağılımının düzeltilmesidir. denildi.
Basın metninin okunmasının ardından eylem sloganlarla bitirildi.