ARSIVANA SAYFA
 
19 Ağustos '00
SAYI: 30
İçindekiler
Hacıbektaş Şenlikleri'ne hücre tipi protestosu damgasını vurdu!
Yeni katiamları önlemek için örgütlenelim, hesap soralım!
Devlet işçi ve emekçilere yeni toplu mezarlar hazırlıyor
"Devletin bölgeye ilişkin yaptığı hiçbir şey yok"
Günlük basında 17 Ağustos depremi
Belediye grevlerinin sorunları ve sorumlulukları
Belediye grevleri başladı...
Yeni grevler kapıda...

Küçükçekmece Belediyesi'nde grev kararı...
SEKA'da hareketli günler...
KHK hükümete geri iade edildi...
"Enflasyonla mücadele" balonu patladı
Sendikaları devrimcileştir mek için...
Programda tarım ve köylü sorunu/5
Ortak komite-ortak direniş şiarının güncel önemi
"İlk kurşun" ve Ortadoğu fedarasyonu üzerine
TTB'nin F tipi cezaevi önraporu
Mamak Hücre Karşıtı Platform'dan eylem
F tipi işkenceye izin vermeyeceğiz!
Onurluca çiçeklenen bir yaşama sarılmak
İşçi eylemleri militan Cellatex direnişinin açtığı yoldan ilerliyor!
Bertolt Brecht: Proleter sanatın çalışkan işçisi
Hiroşima ve
bilimin sisteme köleliği

Mücadele Postası
 



 
 
Fransa:

İşçi eylemleri militan Cellatex direnişinin
açtığı yoldan ilerliyor


Daha önceki sayılarda Fransa’daki Cellatex fabrikası işçilerinin eylemini değerlendirirken, bu direniş yönteminin can alıcı önemde olduğunu vurgulamış, sınıf mücadelesinde bir dönüm noktası olabileceğini, bir emsal teşkil ettiğini, bir mücadele davetiyesi olduğunu belirtmiştik. Aradan geçen kısa süre, umulandan daha güçlü bir manzaranın ilk belirtilerini ortaya çıkartmış durumda. Bu nedenle, konuyu son gelişmelerle birlikte, yeniden ele almak, yer yer detaylandırmak, ölü toprağını dağıtmaya başlamış işçilerin deneyimini aktarmak gerekiyor.


Cellatex işçileri militan direniş
geleneğinin yolunu açtılar

Cellatex’in 153 işçisi iki hafta süren eylemleri sonucunda taleplerini kabul ettirmeyi başardılar ve nihai anlaşma protokolünün oybirliği ile onaylanmasının ardından eylemlerine son verdiler. Ancak, radikal eylemleri ile bir zafer kazanmış olan Cellatex işçileri, kazanımlarını Givet sakinleri ile birlikte kutladıktan sonra, yıllarını verdikleri işyerlerini gözyaşları içinde terketmekten de kendilerini alamadılar. Çünkü, Cellatex işçilerinin öfkesi sadece kendilerinin bireysel çıkarlarının ifadesi değildi. Onları bu kadar gözüpek ve kararlı davranmaya mecbur eden faktör, kapitalizmin sürekli daha yüksek kâr arayışıyla, Ardennes bölgesinde yıllardır uyguladığı iktisadi ve toplumsal yıkım reçeteleri oldu. Cellatex işçileri sermaye düzenine beklenmedik bir tokat atarak, kendi ifadeleri ile, yılların azgın sömürüsünün ardından “hayvanlara özgü” bir tarzda kapı dışarı edilmelerini engellemiş oldular.

İşçiler eylemlerini değerlendirirlerken, direnişlerinin esas amacının hiçbir zaman düzenden maddi kazanım koparmak olmadığını söylüyorlar. Onlar, direnişlerinin ana hedefini, yüzyılın başlarından bu yana baba, oğul ve torun, sırasıyla alınteri döktükleri, kentteki emekçi kitlelerin, küçük esnafların geleceklerini doğrudan ilgilendiren Cellatex fabrikasının yaşamasını sağlamak olarak tanımlıyorlar. Cellatex işçileri fabrikanın kapısına kilit vurulmasını engelleyemediler, engellemeleri de zaten mümkün değildi. Bunu başarabilmek kapitalizmin yıkım dinamiğini başka bir düzeyde kışkırtmakla mümkündür. Onun için, kazanımlarını “acı zafer” kategorisine koyuyorlar, elde ettikleri tazminata biraz tiksinti ile bakıyorlar. Ama, buna karşın, onlar, işçi sınıfının toplamı adına bayrak açmış oldukları kapitalist yıkım politikasına unutulmayacak bir tokat atmayı başardılar. Geleceğe yapılmış esas yatırım bu kazanımdır.

Çünkü, Cellatex işçilerinin eylemi 5 Temmuz günü başlamıştı ve 20 Temmuz akşamı bilinen zaferle son buldu. Ama, Givet işçilerinin yolunu açtıkları militan direniş geleneği gelişerek Fransa’ya yayılmaktadır. Cellatex dahil, Fransa’da ardarda aynı kategoride beş eyleme tanık olundu. Bu direniş dalgasının Temmuz ayı içinde kabarması, emekçilerde egemen olan öfkenin derinliğini göstermektedir. Zira Temmuz ayı yaz tatilinin arifesi olduğu için, işçi eylemleri açısından son derece elverişsizdir.

Elverişsiz döneme rağmen benzer eylemlerin hızla birbirlerini izlemeleri, Cellatex’te ekilen direniş tohumunun filizlenmeye ne kadar hazır bir zemine düştüğünü gösteriyor. Burjuva basın bile başyazılarına “Sosyal anlaşmazlıklarda yeni yöntem, yeni dönem!” türünden başlıklar atmak zorunda kalıyor, sendikaların zayıf düşmelerinin sakıncalarını sıralıyor. Adelshoffen eylemi bunun ilk somut kanıtı olmuştu.


Kararlı ve radikal bir eylemin
sonuç alıcılığı...

Adelshoffen eylemi de zaferle sonuçlandı. Fabrikada çalışan işçi sayısı yüzü bulmuyordu ve üstelik eylem döneminde yarıdan fazla işçi yıllık izne ayrılmıştı. Buna karşın 30 civarında Adelshoffen işçisinin kararlılığı ve 18 Temmuz günü başlattıkları militan eylem, Heineken tekelinin küstah saldırısını parçalamaya yetti. Günümüzde saatte 60 bin şişe bira üretim kapasitesi olan fabrikada herhangi bir sorunun olduğunu kimse, yönetim bile iddia etmemektedir. Heineken bira tekeli Strasbourg yakınlarında bulunan bu fabrikayı 1996 yılında satın almıştı. Belki de gerçek değerinden fazla bir fiyat ödeyerek gerçekleştirdiği alım sonucunda Heineken, o dönem, fabrikayı modernleştireceğini, üretimi hem nitelik hem de nicelik bakımından yukarıya çekeceğini, istihdamı koruyacağını vaat etmişti.

Dünyanın en büyük bira tekellerinden biri olan Heineken’in bu vaadlerinin iki karşılığı vardı. Birincisi vergi muafiyeti, ucuz ya da bedava kredi, hibe vb. türünden kamu bütçesinden aşırılan olanaklar. İkincisi ise, işçilere binbir hile ile dayatılan fedakarlık faturası. Heineken, yapacağı yatırımların, ülkenin, bölgenin ve personelin çıkarlarını temel aldığını ve dolayısıyla stratejik karakterde olduğunu belirttikten sonra, işçilerin de bu fedakarlığa katkıda bulunmalarını talep etti. “İşçilerin geleceği” temel argümanına dayanan bu politikanın başarısını garantilemek için personelin kazanımları yeniden gözden geçirildi, ücretler aşağı çekildi, vb. Ancak burada belirtmek gerekir ki, Heineken’in bu politikası salt Adelshoffen’e özgü değildir. Benzer mütevazi üretim ünitelerinin yaygın olduğu Alsace yöresinde bu politika, başta Fischer olmak üzere, birçok fabrikaya aynı dönem içinde uygulanmıştır.

Heineken, rakip konumdaki fabrikaları satın aldıktan ya da iflasa sürükledikten, pazarlarını ele geçirdikten sonra, yayılmacı politikasının ilk aşamasını tamamlamış oldu. Bu kez uluslararası rekabette başa oynamak bahanesi ile eski vaadlerin üzerine bir çarpı koyarak, üretimi merkezileştirmek, işçi sayısını düşürmek, kısacası emekçilerin sırtında yeni bir fedakarlık seferberliği başlatmak amacında. Böyle bir uygulamanın önünde hiçbir yasal engel yoktur. Her işveren yasal prosedüre uyma, öngörülen yasal tazminatları ödeme kaydıyla, istediği kadar işçiyi mahkemeye başvurarak işten atma hakkına sahiptir. Burada kanuna uymak, sermaye düzeninin her türlü yaptırımını sineye çekmekle eşanlamlıdır. Tam da bu noktada sermaye düzeninin sınırlarını aşmak, yasalarını çiğnemek, işçi ve emekçiler için başvurulması kaçınılmazlaşan bir alternatife dönüşmektedir.

Burjuvazinin kendilerine başka bir seçenek bırakmadığı Adelschoffen işçileri, tıpkı Cellatex işçileri gibi, bu alternatife sarıldılar, haklarını düzenin yasalarına rağmen Heineken tekelinden koparıp almaya yöneldiler. Kapatılma kararı verilmiş fabrikayı, dolayısıyla Schiltigheim köyünün bir bölümünü havaya uçurmakla tehdit ettiler. Sonuçta toz kondurulmayan cumhuriyet yasalarının nasıl devletin nezaretinde çiğnenebileceği anlaşıldı. İlkin yasal hakkınız ne ise ancak onu alırsınız diyen, eylemin patlak vermesi ile birlikte fabrikaya gelmekten korkan, Heineken temsilcileri çalışma müfettişliği binasında işçilere, hiç de yasaların öngörmediği, tavizler verdiler. İmzalanan anlaşmaya göre Adelschoffen fabrikası gelecek 1 Eylül’de kapatılacak, ama Heineken bölgedeki diğer fabrikalarına derhal istihdam edeceği işçilere, yasanın ve toplusözleşmelerin öngördüğü tazminatlar dışında, 50 bin ile 75 bin frank arasında değişen bir tazminat ödeyecek. İş teklifi yapılmayan işçiler için ise sözkonusu tazminatın tutarı 330 bin frank olarak belirlendi. Bu sonuç tekil düzeyde değerlendirildiğinde net bir zafer. Ama, Adelschoffen işçileri, tıpkı Cellatex işçileri gibi, fabrikalarının kapatılmasını engelleyememiş olmalarını bir hezimet sayıyorlar.


Sıra Bertrand Faure işçilerinde...

Cellatex kazanımı bir istisna sayılmıştı. Adelschoffen örneği aynı ay içinde yaşanmış ikinci bir istisna oldu. Derken istisnalar hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Troyes kentinin yakınlarındaki Nogent-sur-Seine kasabasında bulunan Bertrand Faure fabrikasının işçileri Cellatex’te açılan ve Adelschoffen’de genişleyen gediği büyütmekte gecikmediler.

Bertrand Faure otomobil koltukları için kılıf ve başka aksesuarlar üreten Faurecia grubunun bir kolu. Faurecia’nın ise hisseleri % 51 oranında Peugeut otomobil tekeline ait. Ezici çoğunluğunun asgari ücretle, yani net 5300 franga çalıştığı Bertrand Faure işçileri, Peugeot ve Citroën dışında Renault ve BMW için de üretim yapmaktadırlar. 35 bin işçi çalıştıran Faurecia’nın Fransa’da 14 fabrikası bulunuyor. ‘99 yılındaki cirosu 4.2 milyar euro olan Faurecia’nın aynı yıl için elde ettiği net kâr bir yıl öncesine göre %82 oranında bir artışla 56.2 milyon euro olarak gerçekleşti. Mesele nedir? Bir yılda gerçekleşen %82 oranındaki artış az, battık batıyoruz! %80’i bayan olan toplam 236 kişinin çalıştığı Bertrand Faure fabrikasının ‘99 yılı net kârı ise 175 milyon frank. Bu kabul edilir gibi değil! Çaresi çok basit; üretim Polonya, Türkiye ya da Tunus’a transfer edildiğinde, yıllık kâr otomatik olarak 6’ya katlanıyor. Zaten yıllardır firmanın etiketini taşıyan üretimin %80’i Portekiz’de, %10’u Türkiye’de yapılmaktadır. Nogent-sur-Seine’de kalan %10’unun da gelecek Eylül ayı içinde transfer edilmesi karara bağlandı ve sonuç 4 Mayıs günü personele açıklandı.

Bertrand Faure işçileri iki aydan fazla bir süre kentte kimsenin aldırış etmediği yürüyüşler, gösteriler yaptıktan ve mahkemelerin kapılarında süründükten sonra, çareyi Cellatex deneyiminde gördüler. Ağustos ayında yıllık tatillerini kullanmayı topluca reddederek 27 Temmuz günü fabrikayı işgal ettiler. Bu eylem üretimi durdurmayı amaçlayan sıradan bir işgal değil, zira fabrika yıllık izin nedeniyle kapalı. İşçiler evlerinden getirdikleri, komşularından ödünç aldıkları ya da satın aldıkları çok miktarda gaz tüpünü fabrikanın stratejik noktalarına yerleştirerek ve etraflarına iş makinalarını, kumaş toplarını yığarak, bir molotof kokteyl sistemi oluşturdular. “Kirli çorap gibi atılmayı asla kabul etmeyiz” diyen işçiler yıllardır verdikleri emeği, yaptıkları fedakarlıkları rakamlara döküyor, “taleplerine kulak verilmezse herşeyi kül” edeceklerini, “yurtdışına bir çöp dahi transfer edilemeyeceğini” söylüyor, ve “biz de Cellatex’in açtığı, Adelschoffen’in genişlettiği yoldan yürüyoruz” diyorlar.

İşçilerin ailece bir piknik alanına çevirdikleri, geceli gündüzlü nöbet tuttukları işyerinde bir yıl öncesine kadar ne sendika, ne sendikal faaliyet, ne de mücadele deneyimi vardı. Ancak, ‘99 yılı ortalarında yöneticilerin sataşmalarının sistematikleşmesi üzerine fabrikada ilk kez bir CGT seksiyonu kuruldu. Dolayısıyla, 27 Temmuz günü başlatılan eylem Bertrand Faure fabrikası işçilerinin ilk mücadele deneyimidir. Hiçbir mücadele deneyimi olmayan, hiç grev yapmayan, işyerinde en sıradan şefin önünde el pençe durmaya şartlandırılmış, en temel talebini ifade etme sıkıntısı çeken işçiler, Cellatex’in bayrağını devraldıktan sonra, kıdemli ajitatör, profesyonel grev örgütleyicisi kesildiler. Kokuşmuş sendika şeflerine taş çıkartan bu deneyimsiz insanlar, televizyon kameraları önünde kandırılmışlıklarının tarihçesini anlatıyorlar. Örneğin, yakın döneme kadar Fransa’da açık bir bakkal bulmanın zor olduğu “1 Mayıs’larda, 14 Temmuz’larda (ulusal bayram) çalıştırıldık, mesai yaptık, herkes yırtındı. Fabrikamız grubun pilot fabrikasıydı, prototipler yapıyorduk, bizim vitrinimizsiniz deniliyordu. Biz kağıttan mendil miyiz, tutup atıyorlar. Öyle ise yıllardır çalınan haklarımızın toptan iadesini istiyoruz. Artık uysal işçi ve aptal insan muamelesi görmekten bıktık. Bundan sonra boyun eğmeyeceğiz. İşletmenin rekabet gücü yüksektir, grup sürekli kâr elde etmektedir; ama biz, yaptığımız bunca fedakarlıklara hiçbir değer biçilmeden, dışarı atılıyoruz. Sonuna kadar dayanacağız. Gerekirse tüm üretim araçlarının tahribine kadar!” diyorlar.


Eylemler tümüyle taban inisiyatifine dayanıyor

İşçilerin bu eylemlerini sendika bürokratları sahiplenmiyorlar. Bir ay boyunca medyada ciddi bir gündem maddesini oluşturan konu hakkında hiçbir merkezi sendika yöneticisi bir açıklama yapmış ya da bir bildiri yayınlamış değil. Tersine, el altından eylemleri baltalamaya çalıştıkları, şiddete başvurulmasını onaylamadıkları, böyle yapmayın, sendikal mücadeleye leke düşürüyorsunuz gibi çıkışları, bazı yorumlarda satır aralarında işlendi. Ama, CGT, CFDT ve FO konfederasyonları eylemleri açık bir biçimde mahkum etme cesareti gösteremediler. Sadece sahiplenmeyerek araya mesafe koydular, sermaye düzenine güven vermeye çalıştılar. Tümüyle taban inisiyatifi üzerinde yükselen mücadeleye omuz veren, bir bildiriyi zor çoğaltan, bürolarında bir faksı dahi olmayan tabandaki sendikacılardır. Eylemlere taban inisiyatifinin önderlik etmesi davanın kamuoyuna maledilmesini kolaylaştırıyor, burjuvazinin kara çalmak için başvurduğu klişeleri etkisizleştiriyor.

Geçmişte düzen medyası nerdeyse her işçi eylemini soğuk savaş dönemine özgü kalıplarla değerlendirir, gerisinde Sovyet “uşağı” FKP’nin parmağı olduğu ya açıktan ya da ima yoluyla önplana çıkarılırdı. Böyle olunca, işçilerin talepleri, sorunun özü, tartışma konusu olmaktan çıkarılır; eylem FKP’nin stalinist geçmişinden Münih antlaşmasına, hatta Gulag meselesine kadar uzatılır, sınıf düşmanı zehirin bilinçlere yeniden şırınga edilmesine bir vesile olurdu. Yaratılan bu önyargı cenderesi, şimdi sürecin dayattığı gerçekler sayesinde erozyona uğruyor. FKP ve onun etki alanındaki CGT Sendikası’nın geldiği nokta, burjuvazinin bu konudaki argümanlarını ayrıca ıskartaya çıkartıyor.

Fransa’da “Lutte Ouvrière” ve “Ligue Communiste Révolutionnaire” gibi güçlü Troçkist akımlar, sınıfa önderlik ihtiyacına cevap vermekten uzak konumdalar. Radikal bir söylemi olan bu akımlar ittifak içinde hareket ettiklerinde FKP ile boy ölçüşebilecek oranda bir kitle desteği elde etmelerine karşın, sınıfın eylemliliğine ancak dışarıdan gazel okuyarak eşlik edebiliyorlar.

Diğer taraftan burjuvazi bu yeni eylem dalgasını bastırmanın, ehlileştirmenin yöntemini henüz keşfetmiş değildir. Sermaye düzeni beklenmedik bir anda ve alışılmadık bir yöntemle gündeme girmeye başlayan işçi eylemlerinin sesini kesmek için dört elle Concorde faciasına sarıldı. Günler boyunca enine boyuna trajedinin boyutları tartışıldı. Ama emekçi kitleler telef olmuş yüz Alman burjuvası için ağıt yakmadılar. Bu kez eylemler, münferit örnekler kategorisine konularak, işçi trajedisinin anlayışla karşılanması gereken sonuçları sayılarak sahiplenilmeye çalışılıyor. Bu nedenle, sermayenin en arsız yorumcuları bile konuyu değerlendirirken sanki dinamit lokumu kurcalar gibiler. Cellatex ültimatomunun açıklandığı günlerde, bunlardan biri, boş zamanlarında solculuk yapan bir sosyolog, eylemi tanımlarken “sosyal terörizm” sıfatını kullandı. Oysa, burjuva düzenin yasaları, yalnız Fransa’da değil dünyanın her yerinde bu tür eylemleri terörizm olarak tanımlamaktadır.


Kararlılık yeterli değil, eylemin
haklılığını topluma maletmek gerekiyor

Ancak, işçilerin adeta kefenlerini boyunlarına sararak mücadeleye atılmaları eylemlerinin başarısının garantisi olmuyor. Sadece kararlılık yetmiyor. Medyanın sansürünü parçalamak, kitlelerin ilgisizliğini dağıtmak, işyeri yönetiminin ve devletin ikiyüzlü açıklama ve politikalarını kamuoyunun gözleri önünde ve en çarpıcı bir biçimde teşhir etmek, kısacası davayı topluma maletmek gerekiyor. Cellatex, Adelshoffen ve Bertrand Faure işçileri bunu başardılar. Fransa halkını günler boyu haklı kavgalarına doğrudan şahit olmaya zorladılar. Sermayenin saldırılarının kendilerine artık barutu konuşturmaktan başka bir seçenek bırakmadığını kabul ettirdiler. Tek bir kişi çıkıp da, işçiler taleplerinde haklıdırlar, ama başvurdukları yöntemi onaylamıyorum, sorunu pazarlıkla halletmek gerekir diyemiyor. Bu atılan okun tam hedefine saplandığını gösteriyor. Aynı zaman dilimi içinde patlak veren diğer iki eylemden özellikle birisi bu düzeyi kazanamadı.

Bunlardan ilki Forgeval demir-çelik fabrikası işçilerinin eylemidir. Bu fabrika ülkenin kuzey bölgesinde bulunan Valenciennes kentinde. Adelshoffen’den sonra bu kez Forgeval’ın 127 işçisi Cellatex’in mücadele bayrağını devralmaya çalıştılar. 10 Temmuz günü mahkeme tarafından adli tasfiye kararı alınan ve yasal prosedür gereğince işlerine son verilen Forgeval işçileri, fabrikayı işgal ederek karşı saldırıya geçtiler. Fabrikanın dev demir-döküm preslerinin altındaki depolara 36 bin litre yağ doldurarak ve üzerine araba lastiği, gaz tüpleri yerleştirerek ateşlemeye hazır hale getiren işçiler, hükümetin taleplerine olumlu cevap vermemesi durumunda, fabrikayı tüm donanımıyla birlikte havaya uçuracaklarını ilan ettiler. Eylem birkaç gün basında işlendikten sonra, ciddi bir açıklama getirilmeden şimdilik örtbas edilmiş durumda. İşçiler anlaştılar, ültimatomlarını ertelediler, vb. denildi ve öylece bırakıldı.

İkinci eylem ise, hükümetin oyalama politikasına son vererek Cellatex işçileri ile pazarlık masasına oturduğu günlerde patlak verdi. Paris’e yakın bir kentte bulunan ve aynı şekilde kapatılma kararı alınan bir elektrik donanımı üreten CEE fabrikasının işçileri, “Cellatex kazandı, niye biz kazanmayalım!” şiarı ile işyerlerini işgal ettiler. İşgal eylemi ile birlikte işyeri bahçesinde araba lastiği, kasa vb. tutuşturarak, fabrikayı ateşe vereceklerini ilan ettiler. CEE işçilerinin eyleminin, nispeten geniş bir biçimde sadece iki kez Paris bölgesinin yerel gazetesi Le Parisien tarafından duyrulduktan sonra, akıbeti hakkında basına un ufak bir bilgi sızmadı.


Kapitalist yıkıma karşı mücadeleye
atılma isteği büyüyor

Belki de ülkede kamuoyuna duyurulmayan benzer başka mücadele örnekleri yaşanıyor. Yöneticileri rehin alma türünden protestolara çok sık başvurulmakta, fakat nadiren duyulmaktadır. Açık bir biçimde ortaya çıkan gerçek, Temmuz ayı içinde seslerini duyuran işçilerin bu ülkede işçi sınıfı ve emekçilerin endişelerini, öfkesini, arayışını ve mücadele istemini dile getirdiğidir. Bertrand Faure işçilerinin eylemine de, diğerleri gibi, mali ödünler karşılığında son verilecek ve fabrikanın kapatılması engellenemeyecektir. Bunun hiçbir önemi yok. Bir ay içerisine beş Cellatex örneğinin sığdırılmış olması çok önemli bir kazanımdır. Dahası, kahve köşelerinde işçiler işyerlerindeki sorunlarını birbirlerine anlatırlarken, “cebine bir dinamit lokumu koy da git, o zaman görürsün, sonucun garantisini ben veriyorum” türünden şakalaşmaları, geleceğin mücadeleleri için şimdiden kazanılmış mevzilerin ifadesidir.

Adelschoffen işçileri neden böyle bir noktaya geldiklerini şöyle açıklıyorlar: “Dikkati çekmek, bize hayvan muamelesi yapılmasına son vermek için bu yönteme başvurmak zorunda kaldık. Uzun süredir böyle bir yönteme başvurmayı düşünüyorduk. Bizim eylemimiz Cellatex’in bir takliti sayılamaz. İki aydır grev yapıyoruz, yürüyüş düzenliyoruz, kimsenin ciddiye aldığı yok. O halde kaybedecek bir şeyimiz kalmamıştır. İşi yavaşlatarak üretimi yarı yarıya düşürdük, fabrika yönetimi hiç rahatsız olmadı.

Bu, ortak bir gerçeğe, sınıfın tamamını kucaklayan bir talebe parmak basmaktır. Aynı şekilde, Cellatex işçi temsilcisine gelen telefonlarda destek verme, cesaretlendirme, kutlamanın yanısıra yardım talep etme örneklerine tanık olunmaktadır. Örneğin; “Bizim fabrikada 400 kişiyi işten atacaklar. Cellatex işçilerinin eylemini ve elde ettikleri sonucu gördük. Biz ne yapabiliriz. Bize nasıl bir eylem yöntemi öneriyorsunuz, bize de bir akıl verin.

Kapitalist soyguna, yıkıma, barbarlığa karşı mücadeleye atılma isteminin bundan daha açık bir ilanı olabilir mi?