ARSIVANA SAYFA
 
19 Ağustos '00
SAYI: 30
İçindekiler
Hacıbektaş Şenlikleri'ne hücre tipi protestosu damgasını vurdu!
Yeni katiamları önlemek için örgütlenelim, hesap soralım!
Devlet işçi ve emekçilere yeni toplu mezarlar hazırlıyor
"Devletin bölgeye ilişkin yaptığı hiçbir şey yok"
Günlük basında 17 Ağustos depremi
Belediye grevlerinin sorunları ve sorumlulukları
Belediye grevleri başladı...
Yeni grevler kapıda...

Küçükçekmece Belediyesi'nde grev kararı...
SEKA'da hareketli günler...
KHK hükümete geri iade edildi...
"Enflasyonla mücadele" balonu patladı
Sendikaları devrimcileştir mek için...
Programda tarım ve köylü sorunu/5
Ortak komite-ortak direniş şiarının güncel önemi
"İlk kurşun" ve Ortadoğu fedarasyonu üzerine
TTB'nin F tipi cezaevi önraporu
Mamak Hücre Karşıtı Platform'dan eylem
F tipi işkenceye izin vermeyeceğiz!
Onurluca çiçeklenen bir yaşama sarılmak
İşçi eylemleri militan Cellatex direnişinin açtığı yoldan ilerliyor!
Bertolt Brecht: Proleter sanatın çalışkan işçisi
Hiroşima ve
bilimin sisteme köleliği

Mücadele Postası
 



 
 
Programda tarım ve köylü sorunu/5

Kapitalizm, sosyalizm ve köylülük


Kapitalist gelişme ve köylülük

Aykut: Reformizmin küçük mülkiyetin korunabileceği inancıyla hareket etmesi ve böyle bir hayal yayması çerçevesinde, Engels’in tüm eleştiri ve uyarıları elbette anlaşılır oluyor. Ama bunun ötesindeki tüm kısmi taleplerde, biz işçi sınıfının mücadelesini örgütlerken nasıl davranıyorsak, nasıl bunu devrim hedefine bağlıyorsak, kısmi bir talebin elde edilmesi ile sorunun bitmediğini, kalıcı çözümün devrimde olduğunu anlatıyorsak, aynı durum köylülük için de geçerli olamaz mı?

Cihan: İşçi sınıfı ile köylülük arasında bu türden bir karşılaştırma yapmanın ve paralellik kurmanın, kategorik olarak isabetli olmadığını daha önce ifade etmiştim. İşçi sınıfı geleceğin temsilcisi, oysa köylülük geçmişin kalıntısı. Kapitalizm geliştikçe çözülüp dağılmaya mahkum bir sınıfın konumuna, eğilimlerine ve dolayısıyla istemlerine de buradan bakmak durumundayız. Engels’in tüm uyarıları ve eleştirileri, kapitalist ilişkilere bağlanmış bir köylülüğün istemlerine ve eğilimlerine yaklaşımdaki tüm hassasiyeti, tam da bu eksene dayanıyor.

Her marksist programın teorik ve tarihsel bir mantığı vardır, sorunlara da buradan hareketle yaklaşır. Komünist Manifesto’dan beri bütün marksist programlar, burjuvazi karşısında duran sınıf ve tabakalardan yalnızca proletaryanın kapitalizmin ileri bir ürünü olduğunu ve geleceği temsil ettiğini, tüm öteki sınıf ve tabakaların ise büyük sanayinin gelişmesiyle birlikte eninde sonunda kaçınılmaz bir biçimde bozulup yok olacağını söyler. Bu temel materyalist düşünce, hem tarihsel iktisadi gelişmenin yönünü veriyor; hem de, tarihsel sürecin seyri böyle ise eğer, proletarya dışında kalan emekçi sosyal tabakalara, somutta köylüye ve zanaatçıya nasıl yaklaşılması gerektiğine ışık tutuyor.

Engels’in somutta eleştirdiği, Fransız partisinin tarım programı ile Alman oportünistlerinin aynı doğrultudaki eğilimleridir. Bunlar cömertçe istemler içeren ayrıntılı bir tarımsal program ortaya koyarak, bununla köylülüğün yaşam koşullarını kapitalizm tabanı üzerinden iyileştirebileceklerini, bu taban değişmeksizin onu baskıdan, sömürüden, bugünkü yoksulluktan nasıl kurtarabileceklerini iddia etmişlerdir. Bu tümüyle tarihsel gelişme gerçeklerine, dolayısıyla Marksizm’e aykırı bir iddia, bir gerici ütopya. Parlamenter bir program bu, bu çerçevede oyları kırlarda çoğaltma oportünist kaygısına dayanıyor. Bu kaygı bilimsel ve tarihsel gerçekleri bir yana bırakmayı getiriyor. Nitekim Engels; marksist bir parti bir kere kapitalizm koşullarında bunun başarılabileceğine inanmaz; dolayısıyla, bilimsel temelden yoksun böyle bir inanca dayalı talepler formüle edemez, böyle bir hareket noktası ile köylülüğe gidemez, diyor.

Biz bu marksist düşünceye, buna dayalı politik perspektiflere tümüyle bağlıyız. Biz, kapitalizm koşullarında köylülüğün yaşam koşullarının düzeltilebileceğine ve korunabileceğine inanmıyoruz. Bu doğrultuda bazı geçici başarılar sağlansa bile, bunun bir şeyi çözebileceğine inanmıyoruz. Bunun sadece köylüye yeni bir can çekişme süreci tanımaktan başka bir anlamı ve sonucu olmayacağını, olamayacağını, kapitalizmin gelişmesi karşısında köylülüğün çözülüp dağılmasının kaçınılmaz olduğunu biliyoruz.


Sosyalizm ve köylülük

Biz, köylünün yıkıma gittiğini, ama kapitalizmin doğası gereği bunun acılı, sosyal açıdan ağır biçimde tahrip edici bir yıkım olduğunu, oysa sosyalizm koşullarında durumun temelden farklı olacağını söylüyoruz. Sosyalizmde küçük işletmenin tasfiyesi, küçük ölçekli ilkel tarımsal üretimden büyük ölçekli makinalaşmış modern tarımsal üretime geçiş gene temel bir gereklilik ve zorunluluk olmakla birlikte, bunun yapıcı bir sosyalist inşa süreci içinde, köylülüğe bir sosyal fatura yaratmaksızın, tam tersine, köylülüğün ve onun küçük işletmesinin modern dönüşümü biçiminde olacağını biliyoruz. Sosyalizmin inşası sürecinde köylülüğün, kapitalizmde olduğu gibi can çekişmeye dayalı bir iflas ve yıkımla değil, tam tersine, yapıcı bir biçimde, ikna edilerek ve böylece ileri tarım tekniğine ve örgütlenmesine yöneltilerek, bu yapıcı süreç içerisinde adım adım dönüştürülerek ortadan kaldırılacağını söylüyoruz. Köylülük, kollektif örgütlenmeler yoluyla, daha büyük bir bünyede modern geniş ölçekli kollektif tarımsal ilişkiler içine çekilerek dönüştürülecek, böylece küçük ölçekli üretim ve mülkiyetin ortadan kaldırılması olanaklı olacaktır. Özetle biz, modernleşme içinde dönüşümü olanaklı kılan sosyalist çözümü köylülük için tek gerçek kurtuluş yolu olarak görüyoruz.

Netice olarak biz, kapitalizmin kaçınılmaz olarak yaşattığı ve yaşatacağı acılı yıkımdan kaçınmanın ancak sosyalizmle olanaklı olduğunu; işçi sınıfı iktidarı ve sosyalizm koşullarında, küçük ölçekli tarımsal işletmenin ortadan kaldırılmasının tümüyle yapıcı bir biçimde, gönüllüğü dayalı ve tarımsal üreticilere sürekli refah sağlayan devrimci dönüşümler yoluyla adım adım gerçekleştirileceğini söylüyoruz. Ve bu gerçeği emekçi köylülere her yolla anlatmak durumundayız.

Köylülüğün, onun küçük işletmesinin ve buna dayalı mülkiyetinin ortadan kalkması, toplum yaşamından silinmesi, tarihsel olarak kaçınılmazdır. Bu konuda köylülükte aksi bir düşünce, bir boş hayal yaratmak bizim işimiz olamaz. Fakat aynı şeyin kapitalizm koşullarında olması ile sosyalizm koşullarında olması temelden farklıdır. Birinde bir yoksullaşma süreci, acılı bir mülksüzleşme ve yıkım süreci var. Ötekinde ise, gönüllü olarak daha ileri bir teknik ve dolayısıyla üretim örgütlemesi içerisinde kendini daha üst bir düzeyde ortadan kaldırmak, daha doğrusu ileri bir ilişkiye doğru aşmak var. Birinde acı ve yıkım, ötekinde yapıcı bir dönüşüm var.

Tüm temel önemde gerçekler, köylülüğün istem ve eğilimlerine, bilimin ve tarihin ışığında nasıl yaklaşmamız gerektiğine de ışık tutuyor. Engels’in tüm saldırısının; kapitalizm koşullarını veri alan ve parlamenter mantık ve hesaplara dayalı olan reformcu hayallere yönelik olduğunu gözden kaçırmamalıyız.


“Köylüyü kurtarmış olmaz, ama ona yeni bir
can çekişme zamanı vermiş olurduk!”

Olayın mantığının anlaşılması için Engels’in ünlü makalesindeki önemli uyarısını hatırlayalım. Okuyacağım parça biraz uzun olacak ama, konunun önemi düşünüldüğünde, söylenenlerin bütünlüğünü bozmamak önemli:

... bir küçük köylüler yığınını bugünden yarına ancak ona tutamayacağımızı bildiğimiz vaadlerde bulunarak kazanabiliriz. Ona sadece mülkiyetini her durumda ona saldıran tüm iktisadi güçlere karşı korumayı değil, ama hatta onu bugün baskı altında tutan tüm yüklerden kurtarmayı: küçük çiftlik kiracısını özgür bir mülk sahibi durumuna getirmeyi ve toprağı ağır ipotekler altında bulunan mülk sahibinin borçlarını ödemeyi de vaadetmek zorundayız. Eğer bunu yapabilseydik, kaçınılmaz bir biçimde, zorunlu olarak bugünkü duruma varmış bulunan bir gelişmenin çıkış noktasına dönmüş olurduk. Köylüyü kurtarmış olmaz, ama ona yeni bir can çekişme zamanı vermiş olurduk!

“Ama bizim çıkarımız, vaadlerimizi tutamayınca, bizi bugünden yarına bırakıp gitmesi için, küçük köylüyü bugünden yarına kazanmak değil. Bizden küçük toprak mülkiyetini sürdürmemizi isteyen köylüyü, hiçbir zaman, sonuna kadar patron olarak kalmak isteyen küçük patrondan daha çok arkadaş edinemeyiz. Bu insanların yeri, Yahudi düşmanlarının yanıdır. Bırakın onları, onların yanına, küçük işletmelerinin kurtulacağı vaadini işitmeye gitsinler; orada bu cafcaflı sözlerin kaç para ettiğini ve bunların cennetini dolduran kemanların ne havalar çaldığını öğrenecekleri zaman, daha az vaadeden ve kurtuluşu bir başka yanda arayan bizlerin, daha güvenilir insanlar olduklarımızı, sayıları gitgide büyüyerek, anlayacaklardır...” (Köylüler Savaşı, Sol Yayınları, s.148)

Bu pasajlar içerik ve anlam bakımından herhangi bir ek yorum gerektirmeyecek denli açık ve anlaşılırdır. Bütünlüğünü bozmadan okumam da bundan dolayıdır.

Bu durumda biz; iktisadi süreçlerin sürekli üzerinde yıkım yarattığı, teknik gelişmelerin sürekli geri plana düşürdüğü, tarımsal üretimdeki verimliliğin sürekli emeğinin değerini düşürdüğü bir ortamda, küçük köylüye; senin küçük işletmenin yıkılışı bu düzende kaçınılmazdır, bu senin için de acılı bir sosyal yıkım demektir türünden bir propagandayla niye gitmeyelim ki? İşin aslında, onun etinde-kemiğinde zaten duyduğu bir gerçeği, yaşamakta olduğu bir süreci, ona temelleriyle göstermeye ve bir çıkış yolu sunmaya çalışmış olacağız böylece.

Aykut: Bunu elbette yapabiliriz, yapmalıyız da. Ama bunu kısmi taleplerle, örneğin pancar üreticileri sözkonusu olduğunda, pancar fiyatı yükselsin gibi somut taleplerle birleştirerek yapmak çok daha sonuç alıcı olmaz mı?

Cihan: Elbette, bu sorunun ayrı bir yönü. Önemli olan, bunu, bununla köylünün böylece düze çıkabileceği inancı ya da hayali yaratacak tarzda yapılmamasıdır. Bunu unutmamak, önemini gözetmek kaydıyla, küçük köylünün pazara sürdüğü her türlü tarımsal ürünün gerçek değeri ödensin diyebiliriz, demeliyiz de

Aykut: Değerinden daha fazlası da verilsin...

Cihan: Kapitalizm koşullarında daha fazlasını neye göre talep edeceksiniz ki? Değerinin karşılığı verilsin diyebilirsiniz ancak. Burada yalnız incelikli bir başka nokta var. Bu, köylünün ürününün değeri kavramının nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgilidir ve daha çok teorik bir bakışaçısıyla kavranabilir. Kapitalizmin eşit değerlerin mübadelesi ilkesi çerçevesinde, bir işçiye sadece işgücünün değeri ödenir, üretim sürecinde yarattığı artı-değer ise gaspedilir. Ama köylünün toprak mülkiyeti ve üretim aracı kendisine ait olduğu için, onun artı-değeri, yanısıra toprağının rantı da ona ait aslında. Ama kapitalizmin fiili piyasa koşullarında, kapitalizmin gerçek işleyişi içerisinde ona ne yarattığı artı-ürün, ne toprağının rantı ödenir. Nerdeyse sadece ücret ödenir, vaktinde Marks’ın Fransız küçük köylülüğü üzerinden gözlemlediği gibi, gerçekte o bile tam ödenmez.

Ama köylüye ürününün değerini vermesini istesek ve sonuçta bu elde edilse bile, bu onu yine kurtarmaz. Neden? Çünkü tarımsal teknik ve dolayısıyla tarımda emek üretkenliği geliştiği ölçüde, bu gelişme onun emeğinin değerini de sürekli düşürür. Ürün kıtlığı koşullarında malı para eder de, tarımsal tekniğin gelişmesi ile birlikte ürün bollaştığında, o malını bunun üretimi için harcadığı işgücünün karşılığı olabilecek fiyata bile satamaz çoğu durumda. Toprağının rantı ve kendi patronu olarak kendisine ait olması gereken artı-ürünü bir yana.


2. Enternasyonal partilerinin reformist ve
parlamentarist yaklaşımı

Engels’in bütün bu gerçekliklerden hareketle bir işçi sınıfı partisine yaptığı temel önemde uyarıyı da okumak istiyorum:

Öyleyse partiye de, köylülere de, niyetimizin küçük toprak mülkiyetini sürekli bir biçimde korumak olduğu izlenimini uyandıran açıklamalarda bulunmaktan daha kötü bir hizmette bulunamayız. Bu köylülerin kurtuluş yolunu kapamak, partiyi gürültücü bir Yahudi düşmanlığı düzeyine düşürmek olur. Tersine, partimizin ödevi, köylülere, kapitalizm iktidarda olacağı sürece, o mutsuz durumlarını durup dinlenmeden açıklamak; küçük mülkiyetlerini, küçük mülkiyet olarak korumasının kesenkes olanaksız olduğunu, büyük kapitalist üretimin, tıpkı bir demiryolunun bir el arabasını ezdiği gibi, onların o güçsüz ve günü geçmiş küçük işletmeleri üzerinden geçmesinin kaçınılmaz bulunduğunu onlara göstermektir. Eğer böyle davranırsak, kaçınılmaz iktisadi gelişme yönünde davranmış olacağız, ve bu gelişme, küçük köylülere sözlerimizin doğruluğunu göstermiş olacak.” (s.151)

2. Enternasyonal partilerinin köylülüğü proleter devrim programına kazanmak gibi bir sorunu yoktu. Köylülüğü küçük-burjuva bir tabaka olarak sosyalizme düşman görüyor, bu yanıyla hesap dışı tutuyorlardı. Ama öte yandan da, parlamenter partiler olarak kırsal alanlarda oya ihtiyaçları olduğu için de, pratik politikada da kaba bir oportünizm yapıyorlardı. Parlamenter kaygılarla köylüye bol vaadlerde bulunuyorlar, kazara gerçekleşse bile büyük ölçüde zengin köylüye ve hatta büyük toprak sahiplerine yarayacak vaatler ileri sürüyorlardı.

Küçük köylünün yaşamakta olduğu yıkım üzerinden, onu kapitalizme karşı mücadeleye ve giderek proletaryanın yedeği olarak kazanmak hedefi ile, çeşitli yollarla geliri elinde sökülüp alındığı için, görünürde sahip olduğu mülkü onun gerçek mülkü haline getirmek, onun üzerindeki borç yükünü kaldırmak ve böylece onu bu düzenin mutlu bir küçük üreticisi yapmak hedefi, temelden farklı şeyler.

Biliyorum, biz küçük köylü üzerindeki borç yükünün kalkmasını istemekle ya da ürününün gerçek değerinin ödenmesini istemekle, neticede bu aynı sonuca yol açmış olmayacak mıyız, şeklinde bir soru var. Bu sorunun yanıtı, böyle bir sonucun kapitalizm koşullarında hiç de mümkün olamadığı gerçeğinde yatıyor.


Köylülüğü yıkıma götüren asıl etken

Ceren: Aslında burada şöyle temel bir sorun var. Biz sürekli olarak taban fiyatları yükseltilsin, vb. diyoruz da, tarımda kapitalizm geliştiği sürece, köylünün küçük toprağında geri üretim tekniği ile ürettiği ürünün fiyatı sürekli ve kaçınılmaz olarak düşecek. Çünkü büyük tarım işletmesi aynı ürünü çok daha ucuza maledecek.

Dolayısıyla taban fiyatlarını yükselterek, köylünün ürününe yüksek fiyat vererek sorunu çözemezsiniz. Yani bu kapitalizm koşullarında küçük üreticilerin örgütlü mücadelesiyle çözülebilecek bir sorun değil. Sorun bir takım taleplerin iktidara kabul ettirilmesi, mücadeleyle kazanılması meselesinden gelmiyor. Geri bir tarım tekniği ile üretim yapıldığı ve yatırım yapılamadığı ölçüde, bu köylülüğü zaman içerisinde giderek çöküşe götürüyor. Köylüyü yıkıma götüren salt sömürü değil, büyük sanayi karşısında küçük toprak parçası ve ilkel tarımsal üretim tekniğidir. Sorunun bu en temel yönü kavranmadıkça, sonuçta bir sürü karışıklığa düşülür.

Temmuz: Kalıcı bir şeye dönüşmez de, pancar fiyatları bir parça artabilir, sömürü bir parça sınırlanabilir. Sorun talepleri devrimci bir tarzda savunmak sorunu. Burada kurtuluşun yok, yokoluşun kaçınılmaz, kurtuluşun şurada demek sürekli. Pancar fiyatları artar, artmaz...

Cihan: Pancar fiyatları artar, beraberinde öteki fiyatlar da artar. Kapitalizm bir elle verdiğini öteki eliyle alır. Kapitalizm koşullarında bu zaten böyle olur, bunun çaresi yok.


Aslolan köylüyü sermayeye karşı
mücadeleye kazanmaktır

Cezmi: Ben bir başka noktaya değinmek istiyorum. Köylülük tarafından temel bir talep olarak yükseltilirse eğer, büyük kapitalist tarım işletmelerinin gerektiğinde köylünün toprak ihtiyaçlarının karşılanması çerçevesinde dağıtılması sorunu...

Bu kuşkusuz geriye dönük bir talep. Bunun dışında da köylülüğün geriye dönük bir takım özlemleri var. Ama bugün bizzat sermaye düzeninin kendisi iktisadi-tarihi gelişmenin önünde en büyük engeli oluşturuyor. Gelinen noktada, köylünün geriye dönük özlemlerinin üretici güçlerinin gelişmesinin önünde temel önemde bir engel teşkil etmesi gibi bir durumun bugün için sözkonusu olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle, kapitalizmin çürümüşlüğü ve aşılmak zorunda olduğu bugünkü tarihi koşullarda, bu soruna taktik-politik bir mesele olarak yaklaşmalı, kapitalizmin yıkılışını kolaylaştıracak en geniş güçlerin toparlanması kaygısını önplanda tutmalıyız.

Bu yönüyle, asıl belirleyici olan, köylü yığınlarının proleter devrime yedeklenmesi sorunudur. Reformist programla gidildiği koşullarda bunun yaratacağı sorunlar bambaşkadır.. Doğrudan doğruya geriye dönük hayalleri beslenecek, talepler onun geri yanları üzerinden kurulacaktır. Reformizm kurulu düzeni, kapitalizmi veri alıyor, köylülüğe de bu çerçevede gidiyor.

Biz ise kapitalizmi yıkmak perspektifiyle hareket ediyoruz; köylülüğe de onu proletaryanın devrim davasına ya da programına kazanmak için gidiyoruz. Ve yürüteceğimiz propaganda, onun kurtuluşunun işçi sınıfın kurutuluşuyla birlikte gerçekleşebileceği çerçevesinde olacak. Onun dışında acil taleplerine sahip çıkmak ve bu çerçevede mücadelesine katılmak konusunda çok kaygılı olmamız gerekmiyor.

Zaten sermaye küçük köylüyü sömürüyor ve derinleşen krizi ile beraber bu daha da şiddetlenecek. Bu bir nesnellik, biz bunu zaten ifade ediyoruz, ta Engels’ten beri. Bu talepler uğruna mücadele onu proletaryaya yaklaştıracak, sermayenin onu kendisine bağlamak için kullandığı birçok gerici önyargıyı kıracaktır. Zengin köylünün küçük köylü üzerindeki etkisini kıracak olan da budur. Bu, proletaryanın devrimci partisinin kırdaki çalışması, tarım proletaryası üzerindeki etkisinden bağımsız olarak, kendi içinde tartışılabilecek bir sorun da değil.

Vurgulamak istediğim daha kritik nokta, bizim küçük köylülükle bizzat devrim öncesi süreçte belli bir güven temelinde politik bağlarımızı geliştirebilmemizdir. Zaten kırsal alandaki hareketliliğin dışında kalmamız mümkün değildir. Tarım proletaryasını kazanmadan veya toplum nezdinde burjuvaziye savaş açıp onun üzerinden küçük köylülüğün yüzünü sınıf hareketine, sosyalizme, bu saflaşmaya çevirmeden, küçük köylü hareketini işçi hareketine yedekleyerek geliştirmek mümkün değil. Bizim önden ona dönük politikalarımızın, onun karşıt sınıf tarafından yedeklenmesinin önüne geçerek, onu kazanmamızı sağlayacak bir temelde olması gerekir. Ama onun mücadelesine katılmadan da bunu göstermek mümkün değil.

Aykut: Katılmak değil, destek vermek de olabilir, illa katılmak gerekmiyor. Onun kapitalizmin yıkımına karşı gösterdiği her tepki, mutlaka proletaryanın ondan yararlanabileceği koşulları yaratır.

Ama bazen başka bir tarzda da olabilir. Demin senin verdiğin örnek uç bir örnekti. Sen sermaye ile çatışma noktalarında onu zayıflatacak ve proletaryanın mücadelesine destek verecek bir çerçevede ele alırsın, böyle bakar ve desteklersin.

Öyle olur ki, örneğin yoksul köylü hareketi alır başını gider, toprak işgalleri başlar. Öbür taraftan da küçük köylülük, diyelim ki pancar fiyatının düşürülmesi talebini yükseltir. Kuşkusuz aynı süreçte bunların ortaya çıkması durumunda öncelik bellidir. Sen yoksul kır emekçilerinin toprak işgallerini, sermayenin egemenliğine karşı mücadelesini desteklersin. Küçük üretici köylünün taleplerine de bu çerçevede, çıkarlarını kollamak ve bu mücadeleyi geliştirmek çerçevesinde bakarsın. Mutlak bir şekilde küçük köylülük ve sermaye arasındaki tarihsel karşıtlığı ya da çatışmayı merkeze koyduğumuz ölçüde, bu soyut planda kalabilir.

Cezmi: Reform-devrim diyalektiğini kurmak çerçevesinde köylülüğün sorunlarına sahip çıkmak, buradan hareketle kazanmak konusunda zaten bir sorun yok. İşçi sınıfı içerisindeki çalışmada da biz zaten aynı şeyi yapıyoruz. Ama köylülük yok olan ve tarihsel olarak aşılan bir sınıf olduğu ölçüde, burada savunamayacağımız, uzak durmamız gereken özel şeyler var mı? Engels’in düştüğü kayıtların böyle bir karşılığı var mı? Tartışma ihtiyacı buradan doğuyordu.

Sorun, tarihsel olarak yok olan bir sınıf ile işçi sınıfı arasındaki farktan geliyor. Sorun reform-devrim diyalektiğini doğru bir tarzda kurmak, ele alınan her sorunda aslında bu düzen içinde kurtuluşun olmadığını, kurtuluşun bir proleter devrimde olduğunu anlatmak sorunu olduğu bir durumda, biz sağlam bir yerdeyiz demektir. Ama köylülük tarihsel olarak yok olan bir sınıf ve onun tarihsel olarak aşılması, sermayenin belli ellerde yoğunlaşması, herşeye rağmen üretici güçlerin gelişmesinde ileriye doğru bir adım. Bu çerçevede belli taleplerden uzak durmak zorunda mıyız, bu mesela bir soru işaretiydi bu tartışmaya kadar.


“Biz kesinlikle küçük köylüden yana olacağız”

Cihan: Köylülüğün küçük mülkiyet duygusunu okşayamayız. Onun kendi küçük mülkiyeti üzerinden mutlu bir yaşam, bireysel bir kurtuluş umudunun dayanaksızlığını göstermek için elimizden geleni yaparız. Ona, onu kendi küçük mülkiyeti üzerinde koruyup yaşatacağımız vaadinde bulunamayız.

Küçük işletmesinin kaçınılmaz olarak yıkıma mahkum olduğunu köylüye anlatmak bizim görevimiz; ama bunu, kapitalist sömürünün küçük köylü üzerindeki yıkıcı etkilerine karşı mücadele ederken yapmalıyız. Elbette onun kendi emeğinin karşılığını almasını istemek durumundayız. Biz onun en derin bir yoksulluk içerisinde, en derin acılar içerisinde yaşamasını ve böylece silinip gitmesini isteyebilir ya da bekleyebilir miyiz? Onun üzerindeki baskı ve sömürüye samimiyetle karşı çıkarız.

Ama buradaki en kritik noktayı yineliyorum; kendi emeğinin değeri küçük köylüye verilse bile, o bununla gene de kendini kurtaramayacaktır. Kapitalizm ve büyük sanayinin egemenliği koşullarında onun yıkımı kaçınılmazdır, bu belki geciktirilebilir, fakat asla engellenemez.

Engels’ten tartıştığımız konulara ışık tutacak bir pasaj daha:

Ayrıca, kapitalistler ile büyük toprak sahiplerinin küçük köylülere karşı savaşımının daha bugünden itibaren, daha dürüst araçlarla yürütülmesi, ve bugünkü dolaysız soygun ve dolandırıcılığın olanak ölçüsünde engellenmesi için, elimizden geleni de yapabiliriz. Bu ancak bazı ayrıksı durumlarda başarılı olacaktır. Gelişmiş kapitalist üretim biçimi içinde dürüstlüğün nerede bitip, dolandırıcılığın nerede başlayacağını kimse bilemez. Ama, kamu erkliğinin, yani iktidarın aldatılan ya da aldanan yanında olup olmadığına göre işler her zaman birbirinden çok başka olacaktır ve biz kesinlikle küçük köylüden yana olacağız; ...

Eşit değerlerin mübadelesinde, yani soygun ve dolandırıcılığın ortadan kaldırılmasında, biz kesinlikle küçük köylüden yana olacağız. Ama kapitalizmin yasallığı içinde, kapitalist meta üretiminin zemini üzerinde, küçük işletme tutunamayıp zamanla çökecektir, biz bu gerçeği de bir an için bile unutamayız. Orta ölçekli üretim bile uzun vadede çöküşe mahkumdur, kapitalizmin piyasa mekanizması içerisinde bu böyledir. Araya dolandırıcılık ya da soygun girmese bile, küçük işletme gene yıkıma mahkumdur. Sermayesi olmayan kişi ne yapacaktır? Bankalardan kredi alacaktır. Alınan krediye faiz ödemek kapitalizmin doğal bir sonucu değil mi? Kapitalizm koşullarında faiz dediğiniz şey sermaye geliri değil mi? Köylü kredi almışsa tabii ki faizini ödemek zorunda, kapitalizmde başka türlü olabiliyor mu?

Ceren: Köylülüğün yıkımı sadece yoğun sömürüden gelmiyor, esas olarak üretim tekniğinin geriliğinden kaynaklanıyor. Bu en kritik noktalardan biri ve tartışmalarda yeterince gözetilmiyor bence. Yoğun sömürü bu yıkımı ayrıca hızlandırıyor...

Cezmi: Proleter devrime yedeklemek açısından bakıldığında, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik vb. açılardan da çok kötü koşullarda yaşıyor emekçi köylü. Ve onu buradan hareketle de işçi sınıfının mücadelesi ile ortaklaştırabiliriz.


Emekçi köylünün kendine özgü sorunları
ve istemleri titizlikle saptanmalıdır

Cihan: Bir başka nokta daha. Taban fiyatları, girdiler vb. ile ilgili talepler genel olarak formüle edildiğinde, bunlar bütün köylülüğü kestiği için, zengin köylülüğün ve büyük toprak sahiplerinin de çıkarına olabilir.
Bu noktayı gözeterek, bir takım istemleri özel bir tarzda düşünüp, irdeleyip öyle formüle etmek gerekir. Örneğin, bugünün Türkiye’sinde kredi faizlerinin düşürülmesi istemini ileri sürdüğünüzde, küçük köylünün yaşam koşullarının farkında olmadığınızı göstermiş olursunuz. Tarımsal kredi piyasasında ancak belli bir büyüklükteki toprak parçası ipotek olarak gösterilebildiğinde kredi alınabiliniyor. Bu olguya, Türkiye’deki tarım ilişkilerini ve tarımsal kredi sistemini incelenmiş araştırmacılar özellikle dikkati çekiyorlar; küçük köylünün toprak büyüklüğü, örgütlü-resmi kredi piyasasından kredi almaya yetmiyor, diyorlar. Bu nedenle küçük köylü bankadan ya da tarımsal kredi kooperatiflerinden değil, örgütsüz kredi piyasasından, yani tüccar ve tefeciden borç alıyor. Bu, daha ağır koşullarda daha yüksek faizle borç almak anlamına geliyor.

Yakın zamanda EMEP’in konuya ilişkin olarak formüle ettiği talepler ele alınırken bu gerçek hatırlatılmıştı. Siz kredi faizleri ucuzlasın derken hiç de emekçi köylünün istemini dile getirmiş olmuyorsunuz, denildi onlara. Tersine, bu istem, örgütlü kredi piyasasından yararlanan zengin köylüye ve tarım burjuvazisine yarıyor. Çalışan köylünün daha acil, daha yakıcı talepleri varken, siz tarımsal girdilerin ucuzlatılmasını istiyorsunuz. Küçük köylü biçer-döver alamıyor ki, biçer-döverin ucuzundan yararlansın. Traktör alamıyor ki, traktörün ucuzundan yararlansın. Traktör alamadığı için benzin kullanmıyor ki, ucuz benzinden yararlansın. Engels aynı noktayı zamanında Fransız partisine hatırlatıyor. Perinçekçi Aydınlık, köylü traktörünü satışa çıkarıyor diye bağırıyor bugün. Böylece gerçekte zengin köylünün derdine yanıyor.

Bu dikkate değer bir hassas nokta. Küçük köylü buğday satıcısı olmak bir yana, buğday alıcısı ise, biz niye buğday taban fiyatlarının yükseltmesini isteyelim ki? Şeker pancarı, ayçiçeği, bunlar uzmanlaşmış tarım oluyor ve gerçekten yöredeki küçük üretici köylüler ekiyorlar. Devlet ya da bazı başka ürünlerde özel tekeller peşin kredi veriyor, teşvik ediyor, bağlıyor da. Köylü bunu bir avantaj sanıyor, kıştan ön avanslar almayı avantaj sayıyor. Tutuyor bu ürünü ekiyor. Ya da adam gidiyor, domates salçası ya da konserve fabrikası kuruyor. Köylüleri orada kullanacağı malların üretimine zorluyor. Bir takım şeylerle teşvik edince köylü buna yatıyor, sonra da bağımlı hale geliyor. Ve artık bu bir bağımlılık ilişkisine dönüşüyor. İstese de üreteceği ürünü değiştiremiyor, çünkü borçlar ve bağımlılık durmadan katmerleşiyor.

Taleplerimizi net bir biçimde küçük yoksul köylüye, çalışan emekçi köylüye göre formüle etmek zorundayız. Diğer türlü, zengin köylülük ve kapitalist toprak sahipleri ile kent burjuvazisi arasındaki çatışmada taraf olmuş oluruz. Oysa bu bizim işimiz değil.