ARSIVANA SAYFA
 
15 Temmuz '00
SAYI: 26
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Birleşik direniş ihtiyacı ve örgütlenme sorumluluğu
Faşist katliamları durduralım!
Yaşayanlar faşist katliam girişimini ve işkence...
Diz kapağına çivi çakmak
Burdur'da kanlı operasyon
SEKA işçisi özelleştirmeye karşı direniyor
Saldırıları püskürtmenin yolu sınıfı kazanmaktan...
EXSA grevinin güçlü ve zayıf yönleri
EXSA direnişçileri deneyimlerden öğrenmelidir!
Eminönü Belediyesi'nde de grev kararı asıldı
Reformizmin icazetçi ve bölücü rolü...
Kamu emekçilerinin eylemleri
Kıbrıs'ta işgal karşıtı tepkiler karşısında artan...
Hücre tipi işkenceye karşı direnelim!
Murat Dil'in cenaze töreninde devlet ablukası
Yaşamımızın hücreleştirilme sine dur...
İpekçi cinayeti ve kontr-gerilla devleti gerçeği
Rektör seçimleri skandalı!
Uyuşturucu sektörü
Ortadoğu: Çelişki ve çatışmalar yumağı büyüyor
Filistin halkına kurulan tuzaklar
Aydın sorunu üzerine
Burjuva basından seçmeler
Mücadele tarihimizden
Mücadele postası
 
Tüm başlıklar



 
  Günlük basından seçmeler...


İki ayrı Türkiye

AC Nielsen Zet araştırma kuruluşunun, Türk toplumunun tüketim harcamalarından yola çıkarak ‘‘İki ayrı Türkiye’’ gerçeğinin bulunduğunu gösterdiği araştırması bir süredir Türk basınında tartışılıyor.

Bu araştırma, Türkiye'de nüfusu altı kategoriye ayırıyor.

A grubunda ayrıcalıklı 558 bin hane var. Nüfusun yüzde 4.5'unu oluşturan bu grupta 2 milyon 790 bin kişi yaşıyor. Bu gruptaki haneler, ayda ortalama 5.200 dolar, yani yaklaşık 3 milyar 240 milyon lira harcıyor.

Nüfusun yüzde 10.3'ünü oluşturan B grubundaki (6 milyon 386 bin kişi) haneler ise ayda 1 milyar 414 milyon lira (2.270 dolar) harcıyor.

Nüfusun 16.9'unu oluşturan (10 milyon 478 bin kişi) C1 grubundaki hanelerde aylık harcama düzeyi 485 milyona (780 dolar) düşüyor.

Nüfusun 13.8'ini oluşturan (8 milyon 556 bin kişi) C2 grubundaki haneler ise ortalama 397 milyon (637) harcıyor.

En kalabalık kesiti oluşturan D grubunda ise nüfusun yüzde 36.6'sı, yani 22 milyon 692 bin kişi yaşıyor. Bu gruptaki haneler ayda ancak 257 milyon (412 dolar) lira harcayabiliyor.

Bir de nüfusun yüzde 17.8'ini oluşturan, 11 milyonluk en alt gelir (E) grubu var. E grubundaki haneler ayda 166 milyon lira (266 dolar) harcıyor.

Türk-İş'in en son asgari geçinme endeksinin 433 milyon lira olduğu hatırlanırsa, bu araştırmaya göre, Türk toplumunun yaklaşık yüzde 85'inin asgari geçinme sınırına yakın ya da bu sınırın altında bir yaşam düzeyine sahip olduğu ortaya çıkıyor. (...)

Görüleceği gibi, ister harcama düzeyi, ister gelirden alınan pay açısından yaklaşın, gerçek değişmiyor. Türkiye'nin bu rahatsız edici tabloyu tartışma zamanı çoktan gelmiştir. (Sedat Ergin/Hürriyet, 11 Temmuz ‘00)


Çürüme ve kutuplaşma

İnanılmaz bir medya bombardımanı altındayız. Toplumumuz şaşkına döndürüldü. (...) Ama her şey kötüye gidiyor ve insanların gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar.

Örneğin Devlet Planlama Teşkilatı'nın saptama ve tahminlerine göre, içinde bulunduğumuz yıl memur ve emeklilerin maaşları ciddi bir biçimde erimiş olacak. Fakat aynı günlerde, GSMH'nin ilk 3 ayda yüzde 4.6 arttığından bahisle, pembe tablolar çiziyorlar. Memurun, emeklinin, işçinin ve çiftçinin geliri azalırken, GSMH artsa ne olur, artmasa ne olur. Eğer dengeli bir paylaşım olmazsa, gelir artışı neye yarar?

Bir yandan işsizlik, bir yandan hızlı fukaralaşma ve buna karşılık sonsuz bir oburluk içinde, görgüsüz bir zenginleşme...

Kapısında silahlı muhafızların beklediği, yüzme havuzlu sitelerde gününü gün etmeye bakan ''aymazlar'' bu çürümenin sonunu hiç mi hiç merak etmezler? (...) Sınıflar arasında böylesine bir uçurum yaşanan ve uçurumun gitgide derinleştiği ülkelerde neler olabileceğini hiç düşünmüyorlar... (Toktamış Ateş/Cumhuriyet, 6 Temmuz ‘00)


Sevgili Aziz Nesin Usta...

(...) Ekonomi dünyası da tam size göre. Hükümet işin kolayını buldu, her şeyi IMF'ye göre ayarlıyor. Eskiden, ekonomi IMF'ye teslim oldukça hükümetler eleştirilirdi. Şimdi tam tersi, hükümet IMF'ye ne kadar teslim olursa, o kadar başarılı oluyor. Üstelik bu başarıları sıradan tanımların ötesinde, “cesur, muhteşem, dünya çapında” gibi sözcüklerle ödüllendiriliyor.

IMF'nin Türkiye Masası şefi var; Cottarelli ... Arkadaş arada bir Türkiye dışına çıkıyor. Siz olsanız ekonomideki duruma bakar, şu yorumu yapardınız: “IMF'siz kalan bir hükümetin, hayat damarlarının tümü kopmuş demektir!”

(...) Başarı grafiğimizin giderek yükseldiği tek alan, mafya. Ünümüz sınırlarımızın dışına taştı. (...) Az kalsın unutuyordum. Yolsuzluk yapanlar artık hak ettiği cezayı görüyor. Son olarak Özer Baysal , Kalkınma Bankası'nı 80 milyar lira zarara uğrattığı için, 1 milyon 633 bin lira para cezasına çarptırıldı. Ne dersiniz? Tam Aziz Nesin'lik. Bu cezayı siz bile öderdiniz! (Mustafa Balbay/Cumhuriyet/9 Temmuz ‘00)


Özelleştirmeye gerekçe kalmadı

İşletmeci Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) son 10 yılda mal ve hizmet satış hasılatını 204 kat, işletme kârlarını da 393 kat arttırdı.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) verilerine göre, özelleştirme kapsamındakiler dahil işletmeci KİT'lerde personel sayısı 1990-1999 döneminde yüzde 29.8 oranında geriledi. 1990 yılında işletmeci KİT'lerde 643 bin 58 kişi çalışırken 1999 yılında bu rakam 451 bin 743 kişiye geriledi. Dönem başında çalışanların yüzde 67'lik kısmını işçi, geriye kalan bölümünü de memur ve sözleşmeli personel oluştururken 1999 yılında personel içinde işçilerin ağırlığı yüzde 60.6'ya geriledi. (...)

1990'da 4.1 trilyon lira kâr eden KİT'ler geçen yıl bu rakamı 1 katrilyon 619 trilyon liraya çıkarmayı başardı. 1990 yılında KİT'ler 1 trilyon 424 milyar liralık dönem zararı açıklarken geçen yıl 1 katrilyon 897 trilyon lira kâra geçti. (Cumhuriyet, 10 Temmuz ‘00)


“F tipi” reklamı yapan Adalet Bakanı

(...) Bu kadın milletvekili Ankara Ulucanlar'da olanları dürüstçe incelemiş olsaydı, ortaçağa da rahmet okurdu... Ardından da Kartal'ı ziyaret etseydi, "baba lüksü"ne feleği şaşardı. (...)

Bizde, Adalet Bakanı gazetecilere tur attırıp "kendine göre" bir cezaevi gerçeği açıklıyor, "F tipi" reklamı yapıyor. Ve sorumluluğundaki bir cezaevinde 10 kişinin "güvenlik suretiyle" öldürülmüş olmasından herhangi bir sorumluluk duymuyor. Daha da beteri, yine bazı gazetecilere o Ulucanlar'da turistik gezi yaptırılarak, öldürülenlerin birbirlerini öldürdüğünün kanıtlanmaya çalışılmış olması tabii.(Umur Talu/Milliyet, 8 Temmuz ‘00)


“Sevinçlerini küllendirecek olumlu gelişmeler”

Yargıtay 8. Ceza Dairesi Erbakan'a ilişkin kararında "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu" vurgusunu yaptı. Yargıtay, Anayasa'nın 66. Maddesi'nde geçen "Türk" kavramının "Irk" değil, "Vatandaşlık" ifade ettiğini iddia etti. Yani Türkiye'de Kürt vatandaş, Ermeni vatandaş,
Türkiye'de işkence ne politikası?


TBMM İnsan Hakları ve İşkence İzleme Komisyonu Başkanı DSP Milletvekili Sema Pişkinsüt , ''İşkence devlet politikası değil'' diyor. Peki, Türkiye'de işkencenin ayyuka çıktığı bir dönemde, işkence aletlerinin bizzat Sema Hanım tarafından sergilendiği bir zamanda Türkiye'de işkence ne politikası?..

Her karakolda cop çıkacak, filistinaskısı çıkacak, falaka malzemeleri çıkacak, aynı işkence yöntemi değişik mekânlarda, değişik resmi görevliler tarafından uygulanacak, sonra da işkence devlet politikası değildir, denilecek. Peki, işkence Türkiye'de ne politikası?..

(...) Demek ki, işkence sistematik değil... Her karakolda, her siyasi şubede, ülkenin dört bir yanında yürüyüşlerde, demokratik eylemlerde yapılanlar demek ki sistematik değil. Münferit ya da tek tek sayılan şeyler. Bu kadar inada da pes doğrusu...

Acaba karakollarda çıkan coplar, işkence aletleri, filistinaskıları, falaka bağları semt pazarlarından mı alınıyordu, yoksa uluslararası ihalelerle mi satın alınıyordu? (Hüseyin Kıvanç/Cumhuriyet, 10 Temmuz ‘00)

Rum, Çerkez vatandaş olmaz, sadece Türk vatandaş olur! Erbakan şahsında ırkçılığı, ayrımcılığı cezalandırdığını belirten Yargıtay kararının kendisi tam aksine ırkçı ve ayrımcı! Anayasal ve yasal ayrımcı hükümler değiştirilmesi gerekirken, pekiştirilmeye çalışılıyor.

Şimdi yine kendi yarattıkları yel değirmenlerine saldıran "biz dememişmiydik" çilerimiz el oğuşturuyordur. Ama ne yazık ki sevinçlerini küllendirecek olumlu gelişmeler de var! MGK'da Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı, Harekat Başkanlığı, Genel Sekreterlik görevlerinde bulunmuş Orgenaral Doğan Beyazit vefatından sonra 28 Şubatçıların olduğu söylenen Ulusal Strateji Dergisi'nde yayınlanan anılarında, "nüfus sayımında etnik ve dinî alt kimlikler belirtilebilsin; Kürt'üm, Boşnak'ım, Çerkez'im veya Nakşi'yim, Nurcu'yum, Caferi'yim, Nusayri'yim diyebilsin, parti kurabilsin" diyor. Beyazit, seçim sisteminde barajın yüzde 5'e indirilmesini de istiyor. Aktüel dergisinde kardeşinin anılarını değerlendiren Orgenaral Vural Beyazit da bu görüşlerin "Herşeyine katılıyorum" dedi. Vural Beyazit, kardeşinin bu görüşlerinden dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın da haberdar olduğunu ve "menfi" bir şey söylemediğini de belirtti. Vural Beyazit Yargıtay'ın tersine "Türk Vatandaşlığı" teriminde diretmiyor, bunun bir mahzuru olmadığını ama "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı" teriminin de "yeterli" olabileceğini kabul ediyor.

Kürt sorununu savaş sıcaklığında yaşamış Orgenarellerin görüşleri, umarız Ecevit'in "Kürt sorunu yoktur. Siyasal bölücülüğe müsade etmeyeceğiz" şeklindeki saplantısını bir ölçüde değiştirir. (Mehmet Özgül/Özgür Politika/9 Temmuz ‘00)


Birlik için fırsat

(...) Diyalog yerine gerginliği tırmandıran Ecevit ve Adalet Bakanı, F Tipi adı verilen ölüm hücrelerini devreye sokmak için provakasyon çabalarını yoğunlaştırdı. Demokratik reformlardan çokça sözeden ANAP'ın sessizliği de dikkat çekici. Erbakan'a ceza verilince ayağa kalkan FP'liler ölüm hücrelerine ilişkin kıpırdamıyorlar.

Şimdiden ölüm sınırına dayanan tutsaklar var. Ölüm çığlıklarına sessiz kalan insan değildir. Kürt hareketinin geliştirdiği yeni stratejinin doğru algılanmaması diyalog, işbirliği halinde olması gereken bir çok demokratik gücü bundan yoksun bıraktı. Her işte bir hayır vardır! Ölüm hücrelerine karşı direniş demokratikleşme, barış, özgür birlik temelinde biraraya gelmek için tarihi fırsat sunuyor. Bunu değerlendirmekten kimsenin kaçınmaya hakkı yok.(Özgür Politika/Başyazı, 9 Temmuz ‘00)


İdam etmekten beter hale sokmaya hazırlık

Türkiyemizde insanlık komedileri bitmez. Birini yaşarken bir başkası güncelleşir ve günlerce sürer gider. (...) Çağdaş insanlık ilkelerinden söz etmekte aydınımız, medyamız ve ilim bilim adamlarımız ve en başta siyasetçilerimiz yarış halinde. Örneğin; kamuoyunda yıllardır tartışılan idam, ortaklar arasında uzlaşma olmadığı için hükümet tasarısına dönüşüp TBMM'ye önerilemiyor. ANAP Grup Başkanvekili Beyhan Aslan , idam cezasını kaldıran bir yasa önerisi hazırlamış, açıkladı. İyi yaptı demeye vakit kalmadı. Yasa önerisi haberini kamuoyuna sunan gazetede göze çarpan büyüklükteki şu başlığa ne dersiniz: “Ağırlaştırılmış müebbede çarptırılacak idam mahkûmunun 'dünyayla tüm ilişkisinin kesilmesi' öneriliyor!”

Siyasetçilerimiz insanı idam etmekten beter hale sokmaya mı hazırlanıyorlar, ne dersiniz? (Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet, 6 Temmuz ‘00)






Kanlı, kirli ve karanlık suç örgütleri:

MİT, JİTEM, Polis...


Yeşil, namı diğer Mahmut Demir, namı diğer Mahmut Yıldırım... Taa 1971'den beri 'icrai sanat' eyleyen bir kişi. Sayısını kendisinin de unuttuğu kadar çok insan öldürmüş. Zaman zaman 'Terminatör' adıyla da anılması bu yüzden. PKK ile yürütülen mücadelede Türkiye'nin resmi güvenlik güçleri demek öylesine bir karışıklık ve acz içine düşmüşler ki, Yeşil'in 'hizmetlerinden' bile medet umulmuş. Yüzyıl başından beri İrlanda'da boğuşan İngiltere bir kez bile Yeşil benzeri hiçbir resmi sıfatı olmayan kişileri operasyonel amaçla kullanmamışken, bizim Yakup Cemil-Topal

Osman geleneğimiz hemen bu çeşit 'gönüllü'leri ortaya çıkarıveriyor.

Sadece o mu? Abdullah Çatlı ne, Haluk Kırcı ne?

Daha da ilginci, anayasasında 'hukuk devleti' yazan ülkenin 'kanun uygulama kuvvetleri' yani polisi, jandarması bu tip 'gönüllü'leri hiç yadırgamıyor. Yeşil, polis tarafından işkenceli sorgudan geçiyor, dört gün ifadesi alınıyor ve sonra hiçbir işlem yapılmadan serbest bırakılıyor. Ne savcının haberi var Yeşil'den ne başkasının...

Yeşil, jandarmaya ait sosyal tesislerde kalıyor, "Binbaşı A.Ö.'ye, gel operasyona gidiyoruz, dedim mi, sorgusuz sualsiz gelir" diyor. Jandarma onu yadırgamıyor, dönemin Jandarma Komutanı "Yeşil'i bölgede herkes tanır" diyor.

Yeşil, MİT tarafından günlerce 'de-brief' (sorgu değil, dikkat edin) ediliyor. Burada övünerek bazı cinayetleri anlatıyor. Sonra elini kolunu sallaya sallaya gidiyor. MİT'ten maaş almaya devam ediyor. (...)

İşte bu noktada Yeşil geçmişte PKK'yi nasıl manipüle ettiğini anlatmak için bazı örnekler veriyor ve Musa Anter'i kendisinin öldürdüğünü övünerek anlatıyor.

Peki bunu anlatıyor da ne oluyor? MİT elemanları hemen meraka kapılıp Yeşil'e bu konuyla ilgili sorular mı soruyorlar? Hayır. Hiçbir şey olmuyor. MİT, Kürt yazar Musa Anter'le ilgili tek bir soru dahi sormuyor.

Aynı şekilde, Yeşil'in anlatımlarının tümü okunduğunda, yıllardır aranan bir dizi cinayetin zanlısı olan Abdullah Çatlı'dan söz açıldığında da MİT'in uzman elemanları kıllarını kıpırdatmıyorlar. Şaşırmak ne kelime, söylenenleri yadırgamıyorlar bile.

Yine Yeşil'in anlatımları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en önemli birimlerinden birinin, Özel Harekat Dairesi'nin başındaki bir insanın (İbrahim Şahin) çeşitli işadamlarını haraca bağladığı, o işadamlarının da 'vergi' adı verilen bu paraları çeşitli rütbeli polisler aracılığıyla gönderdiklerini, bu paralardan kendisinin de nasiplendiğini anlatıyor. Yine tık yok. Kimse yadırgamıyor anlatılanları, bu işte bir acayiplik var, diye düşünmüyorlar.

Hep MİT'in üstüne gidiyormuşum gibi oldu ama eldeki belge bunu yapmamı kolaylaştırdığı için böyle yazıyorum. Yoksa polis teşkilatında da, jandarmada da durum farklı değil.

Kimse kimseden daha temiz ya da daha kirli değil anlayacağınız. (...)

Bir de bu 'ifade' ya da 'bilgi notu' ve içerdiği bilgiler bunca yıl ortaya çıkmıyor, zamanında hukuki sonuç doğurma ihtimali varken hiçbir işlem yapılmıyor...

(İsmet Barkan/Radikal, 13 Temmuz ‘00)


***


(...) İsrail’den getirilen biri Susurluk kazasında, diğeri Çatlı’da, üçüncüsü Nurettin Güven üzerinde bulunan kayıp silahlarla ilgili olarak, mahkeme talebi üzerine yapılan idari soruşturmada Mehmet Ağar, müfettişlere, “Korkut Eken’e genel müdürlüğüm sırasında gizli bir görev verdiğim ve bahse konu silahların bu amaçla kullanıldığı tarafımdan bilinmektedir; konu TCK’nın 132-137. maddelerinde yeralan devlet sırrı kapsamındadır” demişti. (...)

Mehmet Ağar’ı, Emniyet Müdürlüğü’nü siyasi ve idari açıdan sorumsuz kılan, suçtan ve cezadan muaf tutan “devlet sırrı” bugünü de tayin etmeye devam ediyor. DGM savcısı örneğin; kayıp silahlar için bazı polisler hakkında 18 yıl hapis cezası istemesine karşı, Ağar’ı mahkemeye ifadeye bile getirtemiyor, “devlet sırrı nedir” sorusunu değil sormak, telaffuz bile edemiyor, suç örgütünün tepesine ulaşmayı aklına bile getiremiyor. Ve Susurluk çetelerinin onlarca, hatta yüzlerce tetikçisi, üst düzey amiri görevlerini sürdürüyor. (...)

Birkaç gündür Mehmet Eymür’ün internetteki sitesinde yayınlanan, basının pek yüz vermediği Yeşil’in MİT ifadesi buna bir örnek. Susurluk kazasından bir yıl önce alınan bu ifadenin bugüne kadar yargıya intikal etmemiş olması, ifadeyi alan birimlerin suç ortaklığının en açık delillerinden birisi. Bu yönüyle ifade “devlet sırrı”nın içeriğini tutan en net ışık. (...)

Bunlarda Yeşil’in, MİT ve JİTEM’in, çeşitli subaylarla giriştiği eylemleri, Musa Anter cinayetini, ikamet ettiği jandarma lojmanlarını, görüştüğü genarelleri, Ağar, Çatlı ve İbrahim Şahin’le ilişkilerini, bu kişiler arasında dönen para musluğunu göreceksiniz. “Devlet sırrı”nın ne olduğunu anlayacaksınız...

(Ali Bayramoğlu/Yeni Binyıl, 12 Temmuz ‘00)