ARSIVANA SAYFA
 
15 Temmuz '00
SAYI: 26
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Birleşik direniş ihtiyacı ve örgütlenme sorumluluğu
Faşist katliamları durduralım!
Yaşayanlar faşist katliam girişimini ve işkence...
Diz kapağına çivi çakmak
Burdur'da kanlı operasyon
SEKA işçisi özelleştirmeye karşı direniyor
Saldırıları püskürtmenin yolu sınıfı kazanmaktan...
EXSA grevinin güçlü ve zayıf yönleri
EXSA direnişçileri deneyimlerden öğrenmelidir!
Eminönü Belediyesi'nde de grev kararı asıldı
Reformizmin icazetçi ve bölücü rolü...
Kamu emekçilerinin eylemleri
Kıbrıs'ta işgal karşıtı tepkiler karşısında artan...
Hücre tipi işkenceye karşı direnelim!
Murat Dil'in cenaze töreninde devlet ablukası
Yaşamımızın hücreleştirilme sine dur...
İpekçi cinayeti ve kontr-gerilla devleti gerçeği
Rektör seçimleri skandalı!
Uyuşturucu sektörü
Ortadoğu: Çelişki ve çatışmalar yumağı büyüyor
Filistin halkına kurulan tuzaklar
Aydın sorunu üzerine
Burjuva basından seçmeler
Mücadele tarihimizden
Mücadele postası
 
Tüm başlıklar



 
 
Murat Dil’in cenaze töreninde devlet ablukası...

Tüm engellemelere rağmen Murat sloganlar
ve marşlarla uğurlandı



Devletin devrimci tutsaklara yönelik yoketme politikasının bir parçası olarak hayata geçen sessiz imha ile bugüne kadar onlarca tutsak yaşamını yitirdi. Polat İyit, Erkut Direkçi, Uğur H. Gürdoğan bunlardan yalnızca birkaçı. Murat Dil bunların sonuncusu oldu. Halen cezavlerinde sağlık koşullarından kaynaklı olarak onlarca tutsak ise ölüm sınırında yaşıyor.

Murat Dil’in ailesi ve yoldaşlarınca organize edilen cenaze töreni için ilk olarak Okmeydanı Cemevi’nde toplanıldı. Cemevi’ne çıkan sokakları tutan polis, tüm engellemelere ve yasaklamalara rağmen 400’e yakın kişinin Murat’ı sahiplenmesine engel olamadı.

Murat’ın cenazesinin arabaya yerleştirilmesinin ardından, kitle yürüyüşe geçti. Ancak kitlenin önü polisce kesildi. Ailesinin avukatlarıyla Emniyet Müdürleri arasında yapılan konuşmalar çerçevesinde, güvenlik çemberi içinde, slogansız bir şekilde, alkışlarla Hasköy Mezarlığı’na gidildi. Mezarlığın girişinde pankartlar açıldı. Gerçekleşen dini törenin ardından, Murat şahsında tüm devrim şehitleri adına saygı duruşunda bulunuldu. Bir yoldaşının yaptığı konuşmada ise, Murat’ın ölümünden devletin sorumlu olduğu, Murat’ın tedavi edilmemesinin hücre saldırısının bir ayağı olarak düşünülmesi gerektiği ve bu çerçevede tüm tutsaklara sahip çıkmak için hücrelere karşı mücadele etmek gerektiği vurgulandı.

Sağlık koşullarından kaynaklı olarak cezaevlerinde yaşamını yitiren ve hala ciddi sağlık problemleri olan tutsakların resimlerinin dışında, TUYAB’lı aileler de dövizleriyle katıldılar. “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Murat yoldaş ölümsüzdür!”, “Katil devlet, hesap verecek!” sloganlarıyla ve marşlarla Murat uğurlandı.






Antakya:

İHD kongresinde devrimcilere saldırı!


İHD Antakya Şubesi göstermelik kongresini yaptı. Tamamıyla sahtekarca tutumların sergilendiği kongrede, devrimcilere dönük sözlü ve fiili saldırılarda bulunuldu. Yıllardır Antakya İHD’nin tepesinde çöreklenen düzenbaz-devrim düşmanı ne idüğü belirsiz bir çetenin varlığı düşünüldüğünde, bu tip saldırıların sürekli bir nitelik taşıdığı açıktır.

Bu, Hatice-Mithat Can ikili çetesinin toplumsal muhalefetin asıl özneleri olan devrimcilere yönelik ne ilk ne de son saldırısıdır. Hatice-Mithat Can ikilisi, 1999 yılında İHD’nin başkanlığına Av. Ekrem Dönmez’i getirdi. Bu şahısta devrimcilere karşı aynı tutumu sürdürdü. Çünkü bu ikili merkezden koordine edilen bir kukla niteliğine sahipti.

Antakya sosyalist basın temsilcileri olarak aylardır Ekrem Dönmez’le birçok kez görüştük. Döne döne hücre tipi cezaevleri konusunda çalışmalar yapılması gerektiğini vurguladık. Onlarsa yönetim olarak sosyalist basınla yan yana çalışma yapmayacakları kararını aldılar. Bir çalışma olursa İHD çatısı altında olacağını ifade ettiler. Tereddütsüz kabul ettik. Bu aşamadan sonra ya oyalama yoluna gidildi. Ya da ortada hiç bir çalışma yokken, “biz çalışma yürütüyoruz, siz merak etmeyin” şeklinde baştan savma tutumlar sergilendi.

Kongreyi önceleyen süreçlerde devrimci basın çalışan ve okurları olarak İHD’ye üye olmak istediğimizi söyledik. Maddi sorunu karşımıza çıkardılar. 1 yıllık aidat olarak 5.000.000 TL. ödenmesi gerektiğini söylediler. Biz de 3 aylık aidat 1.200.000 TL.’yi ödeyeceğimizi belirttik. Kabul etmediler. Anlaşıldığı üzere bu saldırılar zinciri devrimcilerle İHD arasındaki organik bağı tamamıyla yoketmeye dönüktü. Her kongrede olduğu gibi bu kongrede de Hatice-Mithat Can ikilisi asli rolü oynadı.

Okunan faaliyet(sizlik) raporundan sonra söz alan devrimciler, İHD’ye üye olmadıkları gerekçesiyle susturulmak istendi. Provokatif tavırlar kongrenin sonuna kadar sürdü. Mithat Can’ın basına dönerek “İHD’yi şu ana kadar susturmak isteyen karanlık güçlerin varolduğunu, (devrimcileri kastederek) bunlar da bu karanlık güçlerle aynı telden çalmaktadır” diyerek devrimcileri sermaye devletiyle aynı kefeye koyarak, asla affedilmeyecek bir tavır sergiledi. Oldukça gergin geçen kongrede başkanlığa Hatice Can getirildi. Yönetim kurulundaki bir kişi de devrimcilerden yana tavır aldı.

Kongrede devrimcileri üye olmadıkları gerekçesiyle susturmak isteyenler, üye olmayan dört kişiyi yönetime seçtiler. Doğrusu bu kadar sahtekarca bir tutumu onlardan daha iyi sergileyen olamazdı. Anlaşılan şu ki; İHD’nin bir sonraki kongreye kadar işlevsizleştirilmesi ve bir tabela derneği olabilmesi yönünde hesaplar yapılmış ve başarılı olunmuştur. Hatice-Mithat Can ikili çetesi İHD’yi bir siyasi rant aracı olarak kullanmaktadır.
Devrimcilere yönelik saldırgan tutumlar, yoksul emekçi sınıfların özgürlük mücadelesine dönük saldırgan tutumlarla birdir. Mithat Can, Hatice Can ve kukla Ekrem Dönmez denilen devrim düşmanlarının içyüzü er ya da geç açığa çıkacaktır. Bu sahtekar takımı günü gelecek devrimci öfkenin şiddetinden kaçacak delik arayacaklardır.

Antakya’dan Kızıl Bayrak okurları






Antakya:

Hücre Karşıtı Platform’un faaliyetleri yoğunlaşıyor


Sermaye devleti sözcülerinin, F tipi cezaevlerinin ne pahasına olursa olsun uygulamaya geçirileceğini belirten peşpeşe açıklamaları yeni katliam girişimleriyle beraber devam ediyor. Bu saldırıya toplumsal muhalefet güçleri tarafından yapılan bir takım çalışmalarla karşı konulmaya çalışılıyor. Bu çalışmalardan biri de Antakya’da Atılım, Alınterimiz, Direniş ve Kızıl Bayrak tarafından oluşturulan platform çalışmalarıdır.

Daha önce hem kartpostal bastırarak devrimci tutsaklara maddi yardım sağlamak, hem de hücreleri kitlelere anlatmak amaçlı bir çalışma yaptık. Sonra hücre tipi cezaevleriyle ilgili bir panel düzenledik. “Bu senin öykün, hayatına sahip çık!” başlıklı bir bildiri kaleme aldık. Semtlerde ve sanayi sitesinde yaygın olarak 6000 adet dağıttık. Genel olarak olumlu tepkiler aldık. Ancak 12 Eylül postallarının kitlelerde derin izler bıraktığı, ‘80 yenilgisinin yarattığı korku ve sinmişlikle yaşayan insanlarla karşılaştık. Yine 12 Eylül faşizminin yarattığı apolitik ortamın rüzgarından etkilenen insanları da gördük. Bu insanlar, hücre tipi cezaevlerini, bu cezaevlerinin neleri getireceğini, son olarak yaşanan Ulucanlar katliamını bilmiyordu. Onlara hücre tipinin neler getireceğini anlattık. Aynı zamanda devrimci dayanışma ekseninde yürütülen çalışmaların, bazı insanların kafasında varolan “bunlar yanyana gelemez” anlayışını boşa çıkardığını gördük.

Çalışmalarımız sürecek. Amacımız; hücre tipi cezaevleri konusunda gereken duyarlılığı sağlamak, gelişen tepkileri örgütlemektir.

Kızıl Bayrak/Antakya






Helvacı davası duruşması yapıldı


Ulucanlar katliamında şehit düşen Habip Gül’ün İzmir’deki cenaze törenine katılmak için Helvacı Köyü’ne giden 100’ü aşkın insana jandarma saldırmış, hiçbir gerekçe göstermeden içlerinde parti, sendika, İHD, TİHV üye ve yöneticileri ile duyarlı insanların ve devrimcilerin de olduğu yaklaşlık 70 kişiyi gözaltına almıştı. Dövülerek gözaltına alınan insanlar hukuk dışı gerekçelerle 3 gün gözaltında tutulmuş ve aralarından 14’ü yine düzmece beyanlarla tutuklanmış ve “ibret-i alem” için kendi yasalarını bile hiçe sayan devletin adalet mekanizması tarafından 3 ay boyunca gayrı-meşru bir şekilde cezaevlerinde tutulmuşlardı.

Ulucanlar katliamının resmi dosyalara geçen tek mahkemesi olan bu dava hala sürmekte. 11 Temmuz günü Aliağa’da yapılan duruşmaya sanıklarla birlikte yaklaşık 50 kişi katıldı. Habip Gül’ün ablası Kibar Kebude’nin de tanık olarak dinlendiği mahkeme, yeni tanıkların dinlenmesi için 19 Eylül 2000 tarihine ertelendi.

Mahkeme çıkışında, Aliağa’da bulunan Petrol-İş binasının toplantı salonunda yurtdışından dayanışma amacıyla gelen işkence tedavisiyle ilgilenen örgütlerin temsilcileri ile bir toplantı yapıldı. TTB (Türk Tabipler Birliği) ve TİHV temsilcilerinin de katıldığı toplantıda, F tipi cezaeviyle amaçlanan izolasyon-tecrit saldırısı ve yurtdışında bu maksatlarla yapılan çalışmalar hakkında kısa bir değerlendirme yapıldı.

Ulucanlar katliamının 1. yıldönümünün 1 hafta öncesine denk gelecek olan önümüzdeki duruşma, hafızalardan silinmeyecek olan Ulucanlar katliamının, bundan sorumlu olanların ve hücre saldırısının teşhiri için iyi bir fırsat olduğu gibi, katliam sonucu öldürülen devrimcilere sahip çıkmanın da göstergesi durumundadır. Bu davaya kitlesel katılım her yönden önemli ve anlamlıdır.

Kızıl Bayrak/İzmir






İzmir’de hücre tipiyle ilgili panel


Sermaye devletinin içerde ve dışarda yaşamı hücreleştirme konusundaki ciddiyeti Burdur Cezaevi’ndeki katliam girişimiyle somutlanmışken, hücre karşıtları da yavaş yavaş durumun aciliyetini anlamaya başlıyor. İzmir’de 12 Temmuz Çarşamba günü İzmir Tabip Odası tarafından organize edilen ve Tabip Odası Salonu’nda yapılan panel de bu durumun bir göstergesi oldu.

İzmir Barosu adına Avukat Hamdi Yıldırım, Tabip Odası adına Dr. Ata Soyer, TİHV adına Dr. Alp Ayan ve İHD Cezaevi Komisyonu adına da tutsak anası Ayhan Okukan’ın katıldığı panele sayı olarak çok fazla insan katılmamasına rağmen, böyle bir panelin organize edilip, hücre saldırısının boyutlarının İzmir Barosu, Tabip Odası, İHD ve TİHV gibi kurumlar tarafından aynı eksende değerlendirmesi bir olumluluğu ifade etmektedir.
Panelistler tarafından işlenen ortak tema; hücre tipi cezaeviyle amaçlananın, düzen muhalifi olanların ideolojik-politik olarak teslim alınamadığı koşullarda kişilik imhasının gerçekleştirilmesiydi.

Tek tip insan, boyun eğen insan modelinin temel alındığı bu saldırı, Barolar Birliği, Tabip Odası, İHD, TİHV gibi kurumları da kuruluş amaçlarının doğası gereği ortak paydada buluşturuyor. Örneğin, Burdur’daki katliam provası sonrası Burdur’a giden avukatlar keyfi olarak engellerle karşılaşıyor. Ki, çıkarılan genelge avukatların meslek ahlakına da bir saldırı durumunda. Bu ve benzeri ortak noktalar, “ben insanım” haykırışına, onuruna sahip olabilmek için “ben hücre karşıtıyım” demeyi zorunlu kılıyor.

Kızıl Bayrak/İzmir