ARSIVANA SAYFA
 
15 Temmuz '00
SAYI: 26
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Birleşik direniş ihtiyacı ve örgütlenme sorumluluğu
Faşist katliamları durduralım!
Yaşayanlar faşist katliam girişimini ve işkence...
Diz kapağına çivi çakmak
Burdur'da kanlı operasyon
SEKA işçisi özelleştirmeye karşı direniyor
Saldırıları püskürtmenin yolu sınıfı kazanmaktan...
EXSA grevinin güçlü ve zayıf yönleri
EXSA direnişçileri deneyimlerden öğrenmelidir!
Eminönü Belediyesi'nde de grev kararı asıldı
Reformizmin icazetçi ve bölücü rolü...
Kamu emekçilerinin eylemleri
Kıbrıs'ta işgal karşıtı tepkiler karşısında artan...
Hücre tipi işkenceye karşı direnelim!
Murat Dil'in cenaze töreninde devlet ablukası
Yaşamımızın hücreleştirilme sine dur...
İpekçi cinayeti ve kontr-gerilla devleti gerçeği
Rektör seçimleri skandalı!
Uyuşturucu sektörü
Ortadoğu: Çelişki ve çatışmalar yumağı büyüyor
Filistin halkına kurulan tuzaklar
Aydın sorunu üzerine
Burjuva basından seçmeler
Mücadele tarihimizden
Mücadele postası
 
Tüm başlıklar



 
 
Kıbrıs’ta işgal karşıtı tepkiler karşısında artan baskı ve provokasyonlar


Denktaş ve Klerides’in emperyalistler tarafından Cenevre’de dolaylı barış görüşmelerinde bir araya getirildiği günlerde, Kuzey Kıbrıs’ta gittikçe şiddetlenen bir tartışma ve siyasal arenada yankı yapan yeni bir takım gelişmeler yaşanıyordu.

Görünürde Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Ali Nihat Özayranlı ile Kuzey Kıbrıs’ın sosyal-demokrat parti liderleri arasında yaşanan tartışma, gerçekte Kıbrıs halkı içerisinde Kıbrıs’ın işgaline yönelik olarak güçlenen rahatsızlıklar karşısında TC’nin doğrudan müdahalesini ifade ediyordu. Burjuva medya tartışmayı GKK komutanı ile sol parti liderleri arasında yürüyen bir tartışma olarak yansıttı. Ancak tartışmanın bazı gazetecilerin ajan suçlamasıyla tutuklanmasına kadar vardığı düşünülürse, artık yaşanan gelişmelerin gerçek içeriğini saklamak mümkün değildir.

Kuzey Kıbrıs’ta yaşanan bu gelişmeleri iyi anlayabilmek için sürece genel hatlarıyla bakmak gereklidir.


Tartışma adı altında gizlenmeye çalışılan
TC’nin açıktan müdahalesidir

Tartışmanın patlak verdiği sorun, şu an hükümette olan TKP’nin (Toplumcu Kurtuluş Partisi) programına, GKK’ya bağlı 2 bin kişilik polis gücünün klasik normlardaki her devlet yapısında olduğu gibi İçişleri Bakanlığı’na bağlı olmasına ilişkin bir maddeyi eklemesiydi. Bu maddenin anlamı, başında bir Türk generalin olduğu ve doğrudan Türkiye Genelkurmayı’na bağlı olan GKK’nın denetimindeki polis gücünün hükümetin kontrolüne verilmesiydi. Tepeden tırnağa Türkiye Cumhuriyeti kontrolünde ve onun basit bir kuklası olan KKTC devletine böylece sınırlı olarak kendi askeri gücünü yönetme iradesinin verilmesi öngörülüyordu.

Ama, Kuzey Kıbrıs yönetiminin uşak ruhlu bir kukla rejimi olması nedeniyle böyle bir iradeden sözetmek mümkün değildir. TKP gibi partilerin de bu anlamda herhangi bir farklılığı yoktur. TKP programında bu talebe yer vererek, gerçekte gereklerini yapmak değil, halkın duyarlılığını sömürmek amacındadır. Burada söz konusu olan Kıbrıs halkında işgale karşı büyüyen tepkinin TKP programında somut ifadelerine kavuşmuş olmasıdır. Sorunun özü bu noktadadır.

Kuzey Kıbrıs halkının işgale yönelik tepkisinin büyüklüğünün göstergesi olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerini verebiliriz. Kaldı ki, TC’nin bu kadar açık bir müdahaleye ihtiyaç duyması, asıl olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo üzerindendir. TKP’nin programı bu açıdan sadece bir vesile olmuştur.

Birkaç ay önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde işgalin sembolü ve TC’nin bir numaralı uşağı Denktaş, açık bir biçimde seçilememe tehlikesiyle yüzyüze kalmış, yapılan müdahaleyle rakibi Eroğlu seçimden geri çektirilerek Denktaş kaba bir biçimde yeniden cumhurbaşkanı yapılmıştır. Eroğlu’nun da tescilli bir uşak olmasına karşın, burada Eroğlu’na yönelen oylar, işgalin sembolü Denktaş’a yönelik tepkinin somut bir ifadesiydi.

TKP programında yer alan ifade, GKK komutanı tarafından “vatana ihanet” nitelendirmesiyle yanıtlandı. GKK komutanı bu tavrı sergileyenlerin bunun bedelini ödeyeceğini söyleyerek, “yetkililer sahip çıkmazsa GKK devlete sahip çıkar” şeklinde tehditler savurdu. Bu açıklamaların arkasından Denktaş, GKK komutanına destek verirken, işgale karşı tutum alan Avrupa Gazetesi sahibi ve birkaç yazar ve çalışanı ajanlık yaparak vatana ihanet ettikleri gerekçesiyle tutuklandılar. Ancak mahkemeye bu suçlamaya ilişkin tek bir kanıt dahi sunulamadı.


İşgal karşıtı toplumsal dinamikler büyüyor

Tartışma TC’nin “otoritesinin tesis” edilmesiyle şimdilik kapanmış görünüyor. Ancak bu sadece görüntüde böyledir. Gerçekte olayın kendisi işgale ve kukla rejime yönelik büyüyen toplumsal muhalefete önemli bir ivme kazandırmıştır. Çünkü Kıbrıs halkı sözde barışı tesis etmek için bulunan Türk ordu güçlerinin işgalci konumu ve mevcut rejimin bir kukladan ibaret olduğunu bu olay vesilesiyle bir kez daha görmüştür. İşgale ve onursuzluğa karşı tepkiler bu olay vesilesiyle daha da artmış, burjuva medyanın sayfalarına yansıyacak düzeyde su yüzüne çıkmıştır.

Kıbrıs yıllardır Türk ordusunun işgali altındadır. Türk devleti Kıbrıs’ı bir eyaleti gibi görmekte ve tüm kirli ve kanlı işlerinin üssü olarak kullanmaktadır. Bugün Kuzey Kıbrıs, bir kumar, uyuşturucu ve kara para aklama merkezidir. Dahası kontr-gerillanın eğitim merkezi ve saldırı üssüdür.

İşgal, Kuzey Kıbrıs halkına onursuzluğu, teslimiyeti dahası açlık ve sefaleti getirmiştir. Bugün Kıbrıs halkı Türkiye’den aktarılan kirli paranın kırıntılarına talim ettirilmektedir. Çünkü Kuzey Kıbrıs’ın tüm üretim altyapısı işgalci güçler tarafından tahrip edilmiş, K.Kıbrıs halkı işgalci sermaye devletine avuç açar hale getirilmiştir.

Türk devleti şimdi de İMF patentli bir sosyal yıkım programını Kıbrıs halkına dayatıyor. Kukla rejim bu paketi uygulamakta gönüllü. Paketin uygulanmasıyla beraber
KKTC, Türkiye’nin Bir Eyaleti mi?

(...) Yakında başlayacak Cenevre görüşmeleri öncesinde Kıbrıs üstüne “resmi görüş”’ dışında yazılacak her yazı “ihanet”le suçlanır. Bunu göze alıp soralım: Türkiye’nin dış politikasına göre KKTC bağımsız bir devlet mi, yoksa resmi adı öyle bile olsa Türkiye’nin bir eyaleti mi?

Türkiye artık bu soruya yanıt vermekten kaçınamayacağı bir sürece girdi. Kıbrıs’ın geleceğini ya Kıbrıslılar belirleyecek; o zaman Türkiye için Kıbrıs, sıcak ilişkileri bulanan bir yakın komşu ülke olacak, ya da Türkiye “Bu aldatmacaya bir son verelim. KKTC’yi ilhak ederek Türkiye’nin bir eyaleti yapalım” diyecek.

KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğu, kendimizden başka kimseleri inandıramadan ha bire yineleniyor. Ama adadaki Türklerin güvenliğini sağlamak için orada bulunduğu söylenen, Türk ordusunun bir büyük askeri birliği, Kuzey Kıbrıs’ta “gerçek iktidar” anlamına gelecek yetki ve görevlerle donatılıyor. Örneğin Kuzey Kıbrıs polis gücü, KKTC Hükümeti’ne değil, doğrudan o birliğin komutanına bağlı. Bu minik sakıncayı düzeltmek isteyen Kıbrıslı politikacılar hain, bu ve benzeri “tuhaflıkları” kalemlerine dolayan gazeteciler de “casus” ilan ediliyor.

Yani Kıbrıs’ın geleceğini Kıbrıslıların belirlemesine izin verilmiyor.

Ama bu saçmalığa son verip Kıbrıs’ı ilhak etme kararı da verilemiyor. Bunun yol açacağı, düşünülmesi bile ürkütücü uluslararası sonuçları Türkiye dış politikasına yön verenler göze de alamıyorlar. (...)

KKTC gerçekten bağımsız bir devlet mi, yoksa Türkiye’nin bir eyaleti mi?(Aydın Engin/Cumhuriyet, 11 Temmuz ‘00)

Kuzey Kıbrıs halkını tam bir sosyal yıkım beklemektedir. Kıbrıs emekçileri bu yıkım paketine karşı tepkilerini yükseltmeye başladılar. Sendikaların aldığı genel grev kararı yüksek bir katılımla gerçekleştirildi. Kıbrıs emekçileri yıkım paketinin uygulanmasını engellemek için artık süresiz bir genel grevi hayata geçirme eğilimindeler.

Gelinen yerde Kuzey Kıbrıs’ta Türk devletinin iktisadi-politik ve askeri egemenliği her zamankinden daha fazla sorgulanıp, çeşitli somut tepkilere konu oluyor. Bu durum ise, Kıbrıs üzerine yaşanan emperyalist hesap ve çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemde Türk devleti açısından tam bir açmazı ifade ediyor. Emperyalist pazarlık masasında TC’nin elindeki gücün zayıflaması anlamına geliyor. Bu nedenle, önümüzdeki süreçte Türk devletinin Kıbrıs’ta daha doğrudan baskıcı müdahaleler içerisine gireceği görülüyor.


Kıbrıs halkları geleceklerini kendileri
belirleyeceklerdir

Ancak Kuzey Kıbrıs halkının kendi geleceği üzerinde söz söyleme ve irade belirleme yönünde içerisine girdiği tutumu sürdüreceğinin güçlü belirtileri var. 26 yıllık işgalin yarattığı her türden gerici zincirleri zorlamaya başlıyor. Bu açıdan süreç K. Kıbrıs halkı açısından bir silkiniş anlamına geliyor. Aynı şey Güney Kıbrıs Rum halkı içinde geçerlidir. Artık onyıllardır birbirlerine düşürülmeye çalışılmış bu iki halk, kaderlerini kendi ellerine alıp, Türkiye, Yunanistan ve onların adadaki taşeronu gerici işbirlikçi rejimleri adadan kovmak zorundadırlar.

Elbette ki, böyle bir mücadelenin kaderi, aynı gerici sınıf ve devletler tarafından inim inim inletilen Türkiye ve Yunanistan işçi sınıfı ve emekçilerine göstereceği tutuma bağlıdır. Bu iki ülkenin emekçileri, kendileri üzerindeki baskı ve sömürünün de kaynağı olan bu egemen sınıfların şoven politikalarının payandası olmayı reddetmelidirler. Kıbrıs halklarının birleşik-özgür bir Kıbrıs istemlerine sahip çıkmalıdırlar.

Kıbrıs’ta işgale son!
Yaşasın Kıbrıs, Türk ve Rum emekçi halklarının
birleşik-özgür Kıbrıs Cumhuriyeti!
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!