ARSIVANA SAYFA
 
15 Temmuz '00
SAYI: 26
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Birleşik direniş ihtiyacı ve örgütlenme sorumluluğu
Faşist katliamları durduralım!
Yaşayanlar faşist katliam girişimini ve işkence...
Diz kapağına çivi çakmak
Burdur'da kanlı operasyon
SEKA işçisi özelleştirmeye karşı direniyor
Saldırıları püskürtmenin yolu sınıfı kazanmaktan...
EXSA grevinin güçlü ve zayıf yönleri
EXSA direnişçileri deneyimlerden öğrenmelidir!
Eminönü Belediyesi'nde de grev kararı asıldı
Reformizmin icazetçi ve bölücü rolü...
Kamu emekçilerinin eylemleri
Kıbrıs'ta işgal karşıtı tepkiler karşısında artan...
Hücre tipi işkenceye karşı direnelim!
Murat Dil'in cenaze töreninde devlet ablukası
Yaşamımızın hücreleştirilme sine dur...
İpekçi cinayeti ve kontr-gerilla devleti gerçeği
Rektör seçimleri skandalı!
Uyuşturucu sektörü
Ortadoğu: Çelişki ve çatışmalar yumağı büyüyor
Filistin halkına kurulan tuzaklar
Aydın sorunu üzerine
Burjuva basından seçmeler
Mücadele tarihimizden
Mücadele postası
 
Tüm başlıklar



 
 
Birleşik direniş ihtiyacı ve
örgütleme sorumluluğu



Sınıf mücadelesinin bugünkü tablosu işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden çok içaçıcı görünmüyor. Gerici-faşist karması hükümet İMF-TÜSİAD saldırı programını adeta engelsiz sürdürürken, işçi-emekçi hareketi binbir barikatla boğuşuyor, bir türlü ihtiyacı olan gelişme hızını tutturamıyor.


Sınıf hareketi yeni bir gelişme
eğilimi içinde

Toplusözleşmelerde “enflasyon hedefi” adı altında sefalet zamları dayatmasına sınıfın yanıtı “grev” oldu. Belediyelerde ard arda grev kararları asılıyor. Sendikasızlaştırma-işsizleştirme saldırısının bugünkü hedeflerinden biri olan deri işçileri polis terörü altında direniyorlar. Özelleştirme sırası açıklanan KİT’lerde (SEKA fabrikaları, Asil Çelik vb.) bir dizi direniş sözkonusu. Kamu hizmet sektörlerinde yeni açıklanan yarıyıl zamlarına, zorunlu tasarrufların gaspına, çeşitli bakanlıklardaki kadrolaşmayla gelen saldırılara karşı tepkiler zaman zaman sokağa taşıyor. Önümüzdeki aylarda TİS görüşmeleri yapılacak olan tekstil ve metal sektörlerinde de aynı sefalet zammı dayatmaları ve sınıftan benzer tepkiler bekleniyor.

Saldırı programının her adımı, sınıf hareketinde bir yükselişin doğal etkeni konumunda. Yukarıda birkaç örneği verilen tepkiler, neredeyse tümüyle “kendiliğinden”, yukarıdan bir örgütleme ve sevk sözkonusu olmadan gelişmektedir.

Eşzamanlı gelişen bu olaylara baktığımızda, gürül gürül akan bir sınıf hareketi görmek beklenebilir. Ne var ki, tüm bu gelişmeler neredeyse sessiz sedasız yaşanıyor. Her bir sektör, her bir işletme adeta sınıftan yalıtılmış, kendi içine kapanmış bir durumda. Güçler birleştirilemiyor, sesler çoğaltılamıyor.

Oysa, sermayenin topyekûn saldırısına karşı birleşik direniş ihtiyacı her vesileyle dile getiriliyor. Sınıf kitleleri bu yöndeki istek ve eğilimlerini eylemlerde sloganlarla dillendirirken, sendikacılar toplantı ve mitinglerdeki konuşmalarında, yazılı açıklamalarda vb., kitlenin bu talebine sözde tercüman oluyorlar. Ancak iş uygulamaya geldiğinde, tam tersi yaşanıyor.


Sınıf hareketinin engelleri

1. Sendikal ihanet mesafe katetmeye devam ediyor.
Dün açık simgesini Türk-İş’te bulan işbirliği ve ihanet çizgisi neredeyse tüm sendikalara hakim kılınmaya çalışılıyor. Çeşitli sendikalarda farklı tonlarda olmakla birlikte, tek renk sarı, günün modası haline geliyor.

En yeni örgütlenme olan, dolayısıyla mücadele mevzisi olma özelliğini halen koruması gereken kamu emekçi sendikalarının durumu, sendikal barikat ithamının çarpıcı örneklerini veriyor. Sınıf hareketinin birleşik mücadele ihtiyacı öylesine açık, kitlelerce öylesine sahiplenilmiş durumda ki, kimse bunun aksi bir fikir ortaya atamıyor. Tersine, her vesileyle bu yönlü nutuklar atmaktan geri durmuyorlar. Ancak, en keskin nutukları KESK ve bağlı sendikaların ağzı laf yapan yöneticilerinin attığını da teslim etmek gerekiyor. Oysa icraat tam tersi yönde gelişiyor.

Ankara’da gerçekleştirilen iki merkezi eylem (Eğitim ve SES) bu çelişkinin son çarpıcı örnekleri oldu. Çeşitli illerden Ankara’ya gidişte, destek katılımları azaltmak için binbir bahane-engel çıkarıldı. Pankart yasağı konuldu. “Bizim eylemimiz, dışarıdan katılım istenmiyor” türünden ucube gerekçeler getirildi. Alanda, düşmanın gözü önünde, provokatif saldırganlık örnekleri sergilendi (Eğitim-Sen eyleminde sendikacılar tutsak yakınlarına saldırdılar). Ancak bir yandan bunlar olurken, diğer yandan kürsüde birleşik mücadele nutukları atılmaya devam ediliyor, ihanet ikiyüzlülükle elele ilerliyordu.

Sendikal ihanet, sadece ESK örneğinde olduğu gibi düşmanla açık işbirliğinde, KESK’teki örneklerinde olduğu gibi “bölme-yalıtma” çabalarında kendini göstermiyor. SEKA işçilerinin de belirttiği gibi, iş işten geçtikten sonra alınan göstermelik eylem kararları da aynı kapıya çıkıyor.

2. Sistemin saldırıları boyutlanıyor, sertleşiyor.
Sermaye sınıfının, İMF-TÜSİAD saldırı programının eninde sonunda bir sosyal patlamaya yol açacağını öngördüğü, hazırlığını buna göre yaptığı biliniyor. Bu, sermayenin çeşitli sözcüleri tarafından, programın daha ilk evrelerinde dile getirilmişti. Her ne kadar süreç erken telaşlandıklarını ortaya çıkardıysa da, kodamanların korkusu hiç de boşuna değil ve eninde sonunda başlarına geleceği açık. Çünkü; ne İMF yıkım programları ilk kez ülkemizde uygulanıyor ve ne de Türkiye’de beklenen dünyanın ilk sosyal patlaması olacaktır. Dolayısıyla, sermayenin sınıf ve kitle hareketine karşı her girişim ve önlemi, uluslararası deneyimlerinin derslerinden süzülmüştür.

* Düzen, en sivri direniş mevzilerini en sert araç ve yöntemlerle ezmeye çalışıyor. Çorlu Deri direnişçileri, sürekli polis tehditi ve saldırısıyla karşı karşıyalar. Sık sık ziyaretçileriyle birlikte, coplanıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Sendika yöneticileri de aynı sertliğe maruz kalıyorlar.

Polis ve yargı terörü (bu vesileyle hatırlatalım hücreler!) sınıf mücadelesinin keskinleştiği her yer ve an için hazır bekletiliyor.

* Hareketin en zayıf olduğu mevziler ise, halen geçerliliğini koruyan aldatma/satın alma yöntemleriyle düşürülmeye çalışılıyor. Bu, sendikaların da düşürülmesi anlamına geliyor. Bu düşkünlüğün en açık-en kirli biçimini ESK’daki rolüyle ve merkezi düzeyde Türk-İş oynamaya devam ediyor.

Başka temas noktaları da var ve ne yazık ki çoğunda sermaye kazançlı çıkıyor. TİS’ler bu konuda açık ve bilinen örnektir. Gerçi görüşmeler kapalı kapılar ardında sürdüğü için, birebir ne teklif edilmiş, ne karşılığında satış gerçekleşmiştir, bilinemiyor. Ama elde edilen sonuç satışın su götürmez kanıtı oluyor.

Sendikal ihanet hala sermayenin sınıf hareketine karşı en büyük kozu durumundadır.

Sınıf hareketinin ihtiyaç ve imkanları

Sınıf hareketinin sermayenin saldırı programını püskürtebilmesi için, saldırıya denk bir mücadele yürütmesi gerektiği açıktır. Topyekûn saldırıya karşı birleşik mücadele şiarında ifadesini bulan bu ihtiyaç, denilebilir ki, sınıf kitlelerinin en fazla bilince çıkardığı yöndür.

Öte yandan, birleşik bir mücadelenin tek imkanı ve zorunlu koşulu olan örgütlülük konusunda yeterli bilincin oluştuğunu söylemek o kadar kolay değil. Sınıf hareketinin yıllardır hem “birlik” ve “dayanışma” şiarlarını dilinden düşürmemesi, hem de bir türlü yerellik/parçalılıktan kurtulamaması, bir anlamda bir kısır döngüde bocalaması biraz da bundan. Hareketin bu aşaması, biraz da kendiliğindenliğin sınırlarını gösteriyor.

Sınıf hareketinin önünün açılmasının birleşik mücadelenin örgütlenmesine, bunun da büyük oranda siyasal iradeye bağlı olduğunun bir kez daha altını çizmek gerekiyor. Bu belirleme, sadece komünistlerin sınıf hareketine karşı görev ve sorumluluklarına işaret etmiyor, aynı zamanda kendi varlığı ve geleceğini belirleyecek yolu da gösteriyor. Sendikal hareketin içinde bulunduğu durum ve sınıfa çıkardığı engeller gözetildiğinde, işin pek kolay olmayacağı düşünülebilir. Ancak, sendikal örgütlenmenin sınırlı olduğu ve tabanın eğilim ve ihtiyaçlarıyla çoğunlukla çeliştiği düşünülürse, buradan gelecek zorluğun fazla büyütülmemesi gerektiği görülecektir. Sendikaların tüm tersi çabalarına rağmen, sınıf kitleleri birleşik-örgütlü mücadeleye açıktır, hatta bu, eksikliğini giderek daha çarpıcı biçimde hissettiği bir ihtiyaç haline gelmektedir. Devrimci örgütlenmenin imkanları, kitlelerin bu eğilim ve açıklığında yeterince bulunabilir, bulunmak zorundadır.

İşçi sınıfının en büyük imkanı ise, sermaye sınıfının saldırı programı karşısında artık kendisinin de bir mücadele programına sahip olmasıdır. Altında birleşeceği, örgütleneceği ve sermayeye karşı seferber olacağı devrimci program, sınıf hareketini bugünkü kısır döngüden kurtarmanın ve ilerletmenin en önemli aracıdır. Öncülük misyonu, sınıfı bu programla tanıştırmak, orada ortaya konulan talepler etrafında birleştirmek ve savaştırmak eylem ve etkinliği içinde kazanılabilecektir. Sınıfın ihtiyacı olan kadrolar, böyle bir mücadele içinde yetişecektir.