ARSIVANA SAYFA
 
1 Temmuz '00
SAYI: 24
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Düzen cephesinde krizler ve reformist solda hayaller
"Kriter" tartışmaları ve teslimiyet platformu...
"Kophenag kriterleri" tekerlemesi ve...
Sistem kontr-gerillasız yapabilir mi?
Sermaye patronları açık köle pazarına dönmüş...
24 Haziran İstanbul mitingi
Mamak belediyesi işçileri grev kararı aldı
Çorlu deri işçileri baskı ve teröre rağmen...
Asgari ücret mi, sefalet ücreti mi?
Enerji-Yapı Yol Sen üyelerinin ülke çapında...
Tüm Sosyal Sen ve SES'in ortak eylemi
Tekirdağ'da 20 bin kişilik üretici köylü gösterisi
TÜGSAŞ ve İGSAŞ'ın özelleştirilmesi...
Sivas katliamının perde arkasında...
Hırsızlık, Yolsuzluk, pislik ve "Yüce Meclis"!
Devrimci tutsakların "sağlıklı yaşam hakkı"...
İstanbul Barosu'nun cezaevi etkinlikleri
Emperyalist tekeller kâr uğruna doğayı katlediyorlar!
Ekim Gençliği'nden...
Almanya'da anlamlı öncü işçi etkinliği
Otomobil sektöründe neler oluyor!
Basında hücre saldırısı
Mücadele tarihimizden
Mücadele Postası
 
Tüm başlıklar



 
 
7. yılında katliamın gerçek sorumluları aklanmak isteniyor

Sivas katliamının perde arkasında
çete devletinin kanlı eli vardır


Sivas katliamı davası katliamın 7. yılında verilen 33 idam kararı ile sonuçlandı. Bugün cezalandırılanlar, katliamın sadece tetikçisi konumunda olanların bir bölümüdür.

Böylece Sivas katliamının asıl gerçekleri örtbas edilmek isteniyor. Katliamın perde arkasındaki güçler, katliamın asıl sorumluları gizlenmek ve korunmak isteniyor.

Sivas katliamının perde önünde faşist-şeriatçı kırması gerici yığınlar vardı. Peki asıl perde arkasında bu katliamı örgütleyenler kimlerdi? Bu katliamın asıl tertipçileri kimlerdi?

Daha önce Çorum’da, Maraş’ta ve daha sonra Gazi’de, Ümraniye’de, en son Ulucanlar’da olduğu gibi, Sivas katliamını örgütleyenler kimlerdi?

Katliam kararını alanlar, katliamı planlayanlar kimlerdi?

Katilleri örgütleyenler, kışkırtanlar, adım adım hedefe yönlendirenler kimlerdi?

Katliama seyirci kalanlar kimlerdi?

Katliama alkış tutanlar kimlerdi?

Katledilenleri suçlayanlar ve haklarında dava açanlar kimlerdi?

Kısacısı katliamın asıl sorumluları ve suç ortakları kimlerdi?

Tüm bunlar Sivas davasında soruşturma konusu bile yapılmadı. Aynı, Kanlı Pazar, 1 Mayıs 1977, Bahçelievler, Maraş, Çorum vb. katliamlarda olduğu gibi... Gazi ve Ümraniye katliamlarında olduğu gibi... “1000 gizli operasyon”da olduğu gibi... Kürdistan’daki binlerce “faili meçhul” cinayetlerde, Kürt halkına karşı işlenmiş kirli savaş suçlarında olduğu gibi... Susurluk soruşturmalarında olduğu gibi... “Umut” operasyonunda olduğu gibi... Yargısız infaz soruşturmalarında olduğu gibi... Ulucanlar katliamı davasında olduğu gibi...

Faşist-şeriatçı kırması yobazların, devlet ve düzen partileri eliyle insanlıktan çıkartılmış bu gözü dönmüşlerin Sivas katliamında oynadıkları rol bellidir. Bu kadarını herkes zaten bilmektedir.

Katliamın asıl yok sayılan, gizlenen, unutturulmak istenen yönü ise, burada devletin gizli ve açık tertipçi elidir.

Şimdi Sivas davasının itirafçılarına Hizbullah örgütü ile Sivas katliamı arasındaki bağlantılar “itiraf” ettiriliyor. Aynen düzmece “Umut” operasyonunda olduğu gibi, Sivas katliamının arkasında da İran’ın parmağı olduğu söyleniyor.

Sivas katliamının arkasında eğer İran devletinin parmağı varsa, Türk devletinin eli, kolu, gövdesi, kafası vardı. Sivas katliamının arkasında eğer Hizbullah varsa, Hizbul-kontranın arkasında devlet vardı.

Katliama seyirci kalan, katilleri her aşamada cesaretlendiren, dahası
Bu katliamların önüne
barikat örmenin yolu
sermaye iktidarına karşı
birleşmekten geçiyor


Sivas katliamında asıl hedef, ne kendi başına Alevilik ne de laiklikti. Katliamın perde arkasındaki güçlerin amacı ise, ne islam ne de şeriattı.

Devlet onyıllardır bu tür kanlı katliam ve provokasyonları tertipleyerek işçi sınıfı ve emekçileri kendi içinde bölmeye, mezhep temelinde birbirine karşı çatıştırmaya çalışıyor. Amaçları, Alevi-Sünni ayrımı yapmadan tüm işçi ve emekçileri ezen ve sömüren sınıf saltanatlarını ayakta tutmaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerin bu sınıf saltanatına karşı kendi sınıf çıkarları doğrultusunda birleşmesini ve mücadele etmesini engellemektir.

Türk-Kürt, Alevi-Sünni, tüm işçi ve emekçiler, tüm ezilen ve sömürülenler devrimci sınıf mücadelesinde birleşelim. Hak ve özgürlükler için birleşik mücadeleyi yükseltelim. Katliamların önüne barikat örmenin de, kurtuluşumuzu kazanmanın da yolu buradan geçiyor.

katliam öncesi dağıtılan “Müslümanlar” imzalı ölüm fermanının kendi fakslarından çıktığı daha sonra tespit edilen Sivas Emnniyet Müdürlüğü, Türk devletine değil de İran devletine bağlı olarak mı çalışıyordu?

Katliam göz göre göre gelirken takviye kuvvet göndermeyen Sivas askeri tugayı ve komutanı, İran ordusuna bağlı olarak mı çalışıyordu?

Katliam sonrasında “Halkla güvenlik güçleri karşı karşıya getirilmedi” diye açıklama yapan Mehmet Gazioğlu, İran İçişleri Bakanı mıydı?

“Halktan kimseye bir şey olmadı, meseleyi büyütmeyin” diyen Süleyman Demirel, İran Başbakanı mıydı?

Katliamın hemen öncesinde yardım çağrıları karşısında “devlete güvenin” demekten başka bir şey yapmayan SHP, İran hükümetinin ortağı mıydı?

Madımak Oteli yakılmadan hemen önce “içerde asker var mı?”, “içerde polis var mı?” diye oteli kontrole gelenler, İran devletinin asker ve polis şefleri miydi?

Katliam öncesinde katillere “gazanız mübarek olsun” diyerek hedef gösteren Karamollaoğlu, İran’da mı belediye başkanıydı? Şimdi İran meclisinde mi milletvekili?

Katliam sonrasında “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz!”, “Tahrikçi Nesin!” manşetleri atanlar, İran basını mıydı?

Günler öncesinden başlayarak adım adım tertip edilen ve 8 saati bulan kuşatma sonrasında 37 aydın insanın göz göre göre yakılmasına seyirci kalan devletin bizzat kendisi değil miydi? Sadece bu bile devletin katliamdaki sorumluluğunu göstermiyor mu? Sadece bu bile katliamın perde arkasında kontra-gerillanın varlığını işaret etmiyor mu?

Sivas davasının seyri

Sivas davasının seyri, adaletin, gerçek suçluların ve sorumluların açığa çıkartılmasının değil, devletin aklanması ve düzenin siyaset ihtiyaçları doğrultusunda yürütüldü.

İlk başta dava küçük cezalarla sonuçlandırıldı. Katliamın planlı ve organize olduğu kabul edilmedi. Çünkü bunun kabul edilmesi, katliamın arkasındaki güçlerin soruşturulmasını da beraberinde getirecekti. Dahası, “Aziz Nesin’in tahriki” gerekçe gösterilerek, verilen cezalarda ayrıca indirimlere gidildi. DGM Aziz Nesin hakkında “dine hakaret ve devletin manevi şahsiyetini küçük düşürme” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Mahkemeler katillerin saldırı ve gösteri salonlarına dönüştürüldü. Katledilenlerin davayı izlemeye gelen aileleri, dostları ise polisin coplu saldırılarına maruz kaldılar.

28 Şubat süreciyle birlikte davanın seyri de değişti. Devlet, Sivas davasını 28 Şubat manevrasının dolgu malzemesi ve aynı zamanda Alevi kitleleri yedeklemenin bir aracı olarak kullanmaya karar verdi.

Tabii ki bu değişimde, katliamda devletin gizli ve açık güçlerinin fiili ve siyasal sorumluluğunu açığa çıkarmak yönünde değişen hiçbir şey olmadı. Tersine, Sivas katliamı “laik devleti yıkmayı amaçlayan bir eylem” olarak gösterildi. Katliamın başlıca sorumlularından olan devlet, kendisini katliamın hedefi ve mağduru olarak gösterme yolunu tuttu.

Öncesinde “Sivasın katili sermaye devleti, katil devletten hesap soracağız” diyen kitleler, böylece “şeriata karşı laik devletin koruyucusu”, “MGK’nın, ordunun destekçisi”, “Cumhuriyetin bekçisi” konumuna doğru çekilmek istendi. Kitlelerin katliama, dolayısıyla devlete karşı birikmiş öfkesi, böylece yeniden devletin potasına akıtılarak düzen içinde eritilmek istendi.

Verilen idam cezaları ile devlet, dün bizzat katlettirdiği ve katledilmesine seyirci kaldığı kitlelerin bu sefer hamisi pozlarına büründü.

Davanın bugünkü sonucu, perde arkasındaki gerçek suçluları korumanın ve gizlemenin bir aracı haline getirildi. Devlet bu idam kararları ile Sivas katliamını örtbas etmeye, kendisini aklamaya çalışıyor.

Katliamı örgütleyen asıl güç devletin gizli elidir, CİA-MİT-Kontr-gerilladır.

Sivas davası işçi sınıfı ve emekçiler nezdinde sona ermedi. Katil devletten tüm katliamlarının hesabı soruluncaya kadar da sona ermeyecek.

Sivas ilk değildi son da olmadı!
Bu katliamlar birer devlet ve sınıf politikasıdır

Sivas ilk değildi. 1980 öncesinde Çorum, Maraş katliamları da, yükselen ve Alevi-Sünni, Türk-Kürt emekçi halkı birleştiren devrim mücadelesini, mezhep kutuplaşmasını ve çatışmasını kışkırtarak engellemenin, ilerici,
Ordu laikliğin değil
sermaye iktidarının
eli kanlı bekçisidir!


Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan, Alevilerin sorunlarının çözümü için meclisten ve meclisteki partilerden umudu kestiklerini ve bu konuda ordudan olumlu beklenti içinde olduklarını açıkladı.

Ordu laikliğin değil, sermaye iktidarının bekçisidir.

Sermaye iktidarını ayakta tutabilmek için, sosyalizme, devrime, işçi sınıfına, ezilen halka, ezilen mezhebe karşı dinsel gericiliği kirli ve kanlı bir silah olarak örgütleyenler, kullananlar bunlardır.

Emekçi halkı kendi içinde Alevi-Sünni diye bölmek, mezhep çatışmasını körüklemek için çalışanlar, taraf tutanlar, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarını organize edenler bunlardır.

1980 faşist darbesi ile dinsel gericiliğin hem önünü açan, hem yolunu düzleyen, hem de yarattıkları ekonomik-sosyal kültürel yıkım sayesinde besleneceği toprağı sulayanlar da bunlardır.

Kürt halkının ulusal mücadelesine karşı dinsel gericiliği bir kirli savaş aracı olarak kullananlar, Hizbul-kontrayı örgütleyenler de bunlardır.

28 Şubat ile bu kanlı ve kirli defter kapanmamıştır.

Devlet dinsel gericiliğin kökünü hiçbir zaman kurutmayacaktır. İhtiyacı olduğu zaman tepe tepe kullanmıştır. Dinsel gericilik sadece devletin bir aleti olma aşamasından çıkıp kendisi için iktidardan pay isteyince, ekonomik ve siyasi tavizler kopartmaya başlayınca, 28 Şubat süreci devreye sokulmuştur. Bu dinsel gericiliğin kökünün kurutulması değil, sadece nadasa bırakılma operasyonudur. Yarın ihtiyaç duyunca yeniden önleri açılacaktır. Dinsel gericiliğin sopası dün de devletin elindeydi, bugün de devletin elindedir. Devletten, ordudan, düzenden sorunlarımızın çözümü için medet ummak, yeni kanlı tuzakların yolunda ilerlemek demektir.

Peki, ya 28 Şubat süreci Alevi inanca sahip işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarında ne sonuçlar doğurdu? Bu açıdan sermaye işçi sınıfı ve emekçileri azgınca sömürürken, İMF-TÜSİAD ekonomik-sosyal yıkım saldırılarını dayatırken, haklarını arayanları zorbalıkla bastırırken, Alevi-Sünni ayrımı yaptı mı bir kez olsun? Alevi-Sünni tüm işçi ve emekçiler aynı sömürüyü, aynı baskıyı, aynı yıkımı yaşamıyorlar mı? 28 Şubat ile ordunun, MGK’nın yedeğine düşenler, sözde “laik cephede” birleşmek adına, tam da sermayenin bu saldırılarının hayata geçirilmesinin destekçisi haline getirilmediler mi? 28 Şubat ile amaçlananlardan biri tam da bu değil miydi?

devrimci kesimlere gözdağı vermenin ve faşizmin 12 Eylül darbesine zemin hazırlamanın birer aracı olarak CİA-MİT-Kontr-gerilla tarafından devreye sokulmuştu. Her birinde devletin gizli güçleri katliamların tertipleyicisi, açık güçleri (hükümet, ordu, emniyet) ise katliamların seyircisi konumundaydı.

“Alevi-Sünni çatışması” olarak gösterilmek istenen bu kitle katliamlarında MHP üzerinden devletin eli, CİA-MİT ve kontr-gerillanın örgütleyici rolü, daha sonra çeşitli itiraflarla, belgelerle, tanıklarla, bağlantılarla su yüzüne çıktı. Ama hiçbiri soruşturma konusu edilmedi. Açığa çıkan gerçekler örtbas edildi. Davaların hiçbiri tetikçilere verilen göstermelik cezaların ötesine gitmedi. Bugün bu katliamların baş tetikçileri bile mecliste milletvekili konumuna sahipler. Çünkü dün olduğu gibi bugün de hükmünü sürdüren, çürümüş sermaye düzeninin Susurluk devleti ve onun adaletidir.

Sermaye sınıfı, sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu emekçilerin, bir gün gelip uyanmasından, insanlık dışı düzenlerini yıkmasından korkuyor. Bu uyanışı engellemek ve geciktirmek için her türlü kirli ve kanlı oyunu tezgahlamaktan çekinmiyor. En öldürücü silahları üretmek için trilyonlar harcıyor. Canlı ölüm makinalarını örgütlemek ve eğitmek için hiçbir masraftan kaçınmıyor. İşçi ve emekçi kitlelerin mücadele isteğini bunlarla boğmaya, yok etmeye çalışıyor. Aydın, devrimci, komünist, insanlığını korumaya, bu barbar düzene muhalefet etmeye çalışan her kesime karşı katliam ve baskı uyguluyor. Sömürü düzeninin devamı için insanca olan herşeyi yoketmek, etkisiz hale getirmek istiyor.

Üçok, Aksoy, Mumcu, Sivas ve Gazi katliamları da aynı güçler tarafından ve aynı çıkarlar doğrultusunda devreye sokuldu.

Devletin katliamlar zincirinin son halkası ise Ulucanlar’da 10 devrimci tutsağın kurşunlanarak ve işkence edilerek alçakça katledilmesidir.

Devletin katliam politikasında dünden bugüne değişen bir şey olmamıştır.

Sermayenin sınıf iktidarı, işçi sınıfı ve emekçilerin sadece sefaleti değil aynı zamanda, dökülen kanı üzerinde yükselmektedir. Kararlılıkla uygulanan ekonomik sosyal yıkım saldırılarına karşı gelişecek direnişi ezmek için sermaye devleti kitlesel katliamlara girişmekten yarın da geri durmayacaktır. 1000 gizli operasyonun örnekleri olan Çorum, Maraş, Sivas, Gazi katliamlarındaki gerçek suçluların ve sorumluların gizlenmesinin, kollanmasının nedeni de budur. Devlet yarın yeniden ihtiyaç duyacağı kanlı icraatlar için kont-gerilla örgütünün elini soğutmak istemiyor.

Sermayenin Susurluk devleti hala işbaşındadır. Operasyonlarına gizli ve açık olarak devam etmektedir. Susurluk devletini unutmak, Sivas katliamını unutmak demektir. Susurluk devletinden hesap sormamak, Sivas katliamından hesap sormamak demektir. Susurluk devletine karşı mücadele etmemek, yeni katliamlar için fırsat tanımak demektir.

Sermayenin kanlı iktidarı yıkılmadıkça bu katliamların da sonunun gelmeyeceğini biliyoruz. Ama bu katliamların hesabı devletten bugün sorulmadıkça, devlet yarın benzeri katliamları örgütlemek konusunda çok daha rahat ve pervasız hareket edecektir.

Tutulması gereken yol Gazi direnişinin yoludur. Gazi direnişi ile devlet ilk kez baltayı taşa vurdu. Gazi şehitleri ve Gazi’de ölümüne direnen emekçiler gelecek katliamların önüne dikilen gerçek birer barikat taşı oldular. Ama Gazi sonrası süreçte devlet bu birleşik devrimci emekçi barikatını bu kez reformistler ve Alevi tacirleri eliyle sulandırarak etkisizleştirme yolunu tuttu.

Devletin, sermayenin bugünkü saldırı ve katliam politikalarına karşı durulmadan dünün hesabı da sorulamaz. Ulucanlar katliamının hesabının sorulması ve hücre saldırısına karşı direnişin yükseltilmesi bugünün en yakıcı görevidir. Bu, aynı zamanda Maraş’ın, Sivas’in, Gazi’nin hesabının da sorulması demektir.




2 Temmuz, katil sermaye
devletinden hesap sorma günüdür!


2 Temmuz son yıllarda “laikliği ve cumhuriyeti koruma ve savunma günü” olarak kutlanmak isteniyor.

Hangi “laiklik” korunacak 2 Temmuz’da?

Dinsel gericiliği bizzat kendi eliyle örgütleyen ve halkın dini duygularını sömüren devletin laikliği mi?

Sünniliği tek ve resmi din olarak örgütleyen devletin laikliği mi?

Okullarda, gene bir mezhebe bağlı din derslerini zorunlu olarak dayatan devletin laikliği mi?

Dinsel gericiliği bütçeden, halkın vergileriyle besleyen devletin laikliği mi?

Hangi “laiklik” savunulacak 2 Temmuz’da?

Devletin resmi dini var, resmi fiili mezhebi var, resmi Diyanet İşleri kurumu var. Halkın eğitimine, sağlığına vb. ayrılan bütçe payları sürekli azalırken, Diyanet İşleri’ne ayrılan fonun sürekli artması var. Devletin resmi maaşlı imamları, resmi Kur’an kursları, resmi ibadet yerleri var.

Bu mudur laiklik?

Alevi tacirleri Alevi emekçilerini sözde laik devletin baş destekçisi haline getirmeye çalışıyorlar. Ordudan medet umar konuma düşürmeye çalışıyorlar. 28 Şubat siyasetinin ve MGK’nın savunucusu yapmaya çalışıyorlar.

28 Şubat süreci yukarıdaki hangi gerçekleri değiştirdi? Devlet 28 Şubat’tan sonra laik mi oldu? Devlet 28 Şubat’tan sonra dinin bir gericilik aleti olarak kullanılmasına son mu verdi? Dinsel gericiliğin kökü mü kurutuldu? Dinsel gericiliği besleyip büyüten, bunu işçi sınıfı ve emekçilere karşı kirli ve kanlı bir silah olarak kullanan bizzat devletin kendisidir.

Alevi tacirleri bu gerçekleri bilmiyorlar mı? Biliyorlar, ama onların gerçek çıkarları inanç sosuna batırılmış sermayeye endekslidir. Tarikatlardan boşalan yere kendileri talip oluyorlar. Alevi tacirlerinin asıl isteği devlet bize de bütçeden para versin, bize de Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsilcilik versin. Peki bunun karşılığında onlar devlete ne verecekler? Bunun karşılığında Aleviliği, aynen bugün Sünniliğin kullanıldığı gibi, emekçi kitleleri afyonlamanın ve bölmenin daha etkin bir aracı olarak kullanacaklar ve sömürü düzeninin hizmetini daha aktif olarak görecekler. Talep ettikleri ve karşılığında vaadettikleri budur. Bunlar Sivas’ta katledilen canlarımızı bile kendileri için bir rant kapısına, çıkar aracına dönüştürmeye çalışmışlardır. Alevi-Sünni kutuplaşmasının artması ve bu temelde kitlelerin denetim altına alınması devletin olduğu kadar Alevi burjuvazisinin de işine gelmektedir. Bunu seçimlerde oya, ihalelerde paraya tahvil etmektir onların gerçek çıkarları.

Sermaye iktidarı hüküm sürdükçe, sermaye devleti dini bir gericilik aracı olarak örgütlemeye ve emekçi halkın dinsel duygularını sömürmeye devam edecektir. Alevi tacirleri işte bu sömürüde “eşitlik” talep ediyorlar. Sünniliğin olduğu gibi Aleviliğin de dinsel gericiliğin daha etkin bir aracı olarak kullanmasında “eşitlik” istiyorlar.

Bu Alevi burjuvazisinin siyasetidir. Aleviliğin dinsel gericiliğin bir aracı haline getirilerek devlet tarafından tepe tepe kullanılması ve sömürü düzeninin çıkarlarının hizmetine sokulmasındaki eşitlikte Alevi işçi ve emekçilerinin hiçbir çıkarı yoktur. Bu din tacirliğinin bir başka türüdür, laiklik değildir.

Laiklik, işçi sınıfının özgürlük mücadelesinin bir parçası olarak, ancak sermayenin gerici sınıf iktidarının yıkılmasıyla gerçekleştirilebilecektir. Laiklik, işçi sınıfı ve emekçilerin Alevi-Sünni kutuplaşması ve çatışması ile değil, devrimci sınıf mücadelesinde Alevi-Sünni ayrımı yapmadan sermayeye karşı birleşilmesi ile kazanılacaktır.

Ankara’da dağıtılan Kızıl Bayrak bildirisinden...

Katliamların hesabını soralım!


İşçiler, emekçiler!
Egemenlerin tarihi, ezilenlere karşı gerçekleştirilen sayısız provokasyon, cinayet ve katliamlarla doludur. Sivas katliamının yıldönümü yaklaşırken bu gerçek kendisini bir kez daha doğrulamaktadır. Sivas ne ilk olmuştur, ne de son olacaktır. Sermaye devleti biz işçi ve emekçiler üzerindeki sömürü ve tahakkümünü sürdürebilmek için eli silahlı çeteleriyle, tankıyla topuyla, şeriatçı kuklalarıyla baskı ve teröre sarılmaktadır.

İstiyorlar ki, açlığa ve sefalete karşı susalım... İstiyorlar ki, yozluğun ve çürümüşlüğün önünde diz çökelim... İstiyorlar ki, bedenimizi ve beyinlerimizi teslim edelim... İstiyorlar ki, bizi birbirimize düşürüp bu sömürü düzenlerini devam ettirebilsinler...

Sivaslar, Çorumlar, Maraşlar, Gaziler, “bin operasyonlar” bunun için yapıldı.. Biz birer birer katledilirken, onlar çürümüş düzenlerini bizlerin kanlarıyla ördüler. Devletin üst zirvelerinde hazırlanan kirli katliam ve provokasyonlar, yeri geldi ülkücü faşistler eliyle, yeri geldi kontr-gerilla ve kolluk güçleriyle, yeri geldi ordu karargahlarında yetiştirilen hizbul-kontra çeteleriyle uygulamaya sokuldu. Hangi piyon kullanılmış olursa olsun, yapılan tüm katliamlar devletin üst zirvelerinde kararlaştırıldı, sermaye düzeninin esenliği için yapıldı.

Ellerinde kanlarımızı taşıyanlar, sorumluluklarını iki-üç tane tetikçinin üzerine atarak, laikliğin bekçisi kesilip sahte temizlik operasyonları düzenleyerek aklanmaya çalışıyorlar. İstedikleri boyunlarımızı ellerine teslim etmemizdir. Katliamla boyun eğdiremediler, şimdi gözlerimizi bağlayarak amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Ya katliamcılara boynumuzu uzatacağız, ya da döktükleri her damla kanın hesabını soracağız.
(...)

Kızıl Bayrak