ARSIVANA SAYFA
 
1 Temmuz '00
SAYI: 24
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Düzen cephesinde krizler ve reformist solda hayaller
"Kriter" tartışmaları ve teslimiyet platformu...
"Kophenag kriterleri" tekerlemesi ve...
Sistem kontr-gerillasız yapabilir mi?
Sermaye patronları açık köle pazarına dönmüş...
24 Haziran İstanbul mitingi
Mamak belediyesi işçileri grev kararı aldı
Çorlu deri işçileri baskı ve teröre rağmen...
Asgari ücret mi, sefalet ücreti mi?
Enerji-Yapı Yol Sen üyelerinin ülke çapında...
Tüm Sosyal Sen ve SES'in ortak eylemi
Tekirdağ'da 20 bin kişilik üretici köylü gösterisi
TÜGSAŞ ve İGSAŞ'ın özelleştirilmesi...
Sivas katliamının perde arkasında...
Hırsızlık, Yolsuzluk, pislik ve "Yüce Meclis"!
Devrimci tutsakların "sağlıklı yaşam hakkı"...
İstanbul Barosu'nun cezaevi etkinlikleri
Emperyalist tekeller kâr uğruna doğayı katlediyorlar!
Ekim Gençliği'nden...
Almanya'da anlamlı öncü işçi etkinliği
Otomobil sektöründe neler oluyor!
Basında hücre saldırısı
Mücadele tarihimizden
Mücadele Postası
 
Tüm başlıklar



 
 
“Kriter” tartışmaları ve
teslimiyet platformunun çöküşü


Geçtiğimiz birkaç haftaya, “Kopenhag kriterlerine uyum” doğrultusunda oluşturulan kurulun hazırladığı rapor üzerine yapılan tartışmalar hakim oldu.

Burjuva basından yansıyanlara göre, kurul tarafından hazırlıkları yapılan rapor, Dışişleri Bakanlığı ile MGK arasında yürüyen iki farklı tutumun çatışması sonrasında MGK’nin isteklerinin kabul edilmesiyle sonuçlandırıldı. Buna göre; Dışişleri Bakanlığı “kapsayıcı anayasal vatandaşlık”, “Kürtçe TV ve eğitim”in önünü açacak düzenlemelerin yapılmasını talep ederken, MGK ise Kürtler’in bir azınlık olmadığını, Türklerle eşit haklara sahip olduğunu, bu nedenle “eşit vatantaşlık ilkesi”nin geçerli olacağını, Kürtçe eğitim ve TV’nin bölücülüğü teşvik edeceğini ifade etmişti.

İlk önce şunu belirtmek gerekir. Dışişleri Bakanlığı ile MGK arasında bir fikir ayrılığı olduğu iddiası bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü düzenin işleyişinde, Dışişleri Bakanlığı’nın rolü politika üretmek değil uygulamaktır. Düzen politikalarına yön veren ve oluşturan MGK ve özelde generallerdir. Fikir çatışması olarak lanse edilen, olsa olsa, AB’nin belirlediği kriterlerin tartışmaya açılması ya da Kürt halkı üzerinde yaratılmaya çalışılan toz pembe hayalleri sürdürmeye dönüktür.

Rapor vesilesiyle gerçekte her sınıf ve siyasal çizgi bir kez daha Kürt sorunu üzerindeki tutumunu koydu. Sorunun geldiği noktada yapılan hesaplar ve çelişkiler bir kez daha su yüzüne çıktı.

Son birkaç ay, sermaye devletinin yanısıra, emperyalistlerin de bölgeye ilişkin politikaları doğrultusunda hamlelerini yoğunlaştırdığı, bu yönde çelişki ve müdahalelerin artığı bir dönem oldu. Öyle ki, emperyalistlerin bölgeye gönderdiği heyetlerden biri gidiyor biri geliyor. Çelişki ve çatışmaların artması, hesapların gerçeğe dönüşmesinin koşullarının olgunlaşması, beraberinde, sorun üzerinde edilen onca lafın arkasındaki gerçeklerin daha çıplak bir biçimde görülebilmesinin de yolunu açıyor.

Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri hesaplarını artık daha doğrudan ifade ederlerken, pratikte de buna uygun adımlar atılıyor. Böylesi bir zeminde Kürt halkının özlem ve talepleri bir yana itilirken, teslimiyetçilerin kendilerine biçtikleri taşeronluk rolü biraz daha açığa çıkıyor.

“Şahinler-güvercinler” politikası bu kez de
Genelkurmay üzerinden boşa çıktı


Teslimiyetçi politikaların bulandığı sıvalar bir bir dökülüyor. Özellikle rapor üzerinden MGK’nın aldığı tutum, teslimiyetçi çizginin yaydığı hayal ve beklentilerin temelden çöküşü anlamına geliyor. Artık PKK çizgisinin bu son gelişmeler üzerine Kürt halkının özlem ve talepleri konusunda herhangi bir siyasal duyarlılığının dahi kalmadığı görülüyor.

Emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri arasındaki çelişkilere oynamak, PKK çizgisinin öteden beri temel politika yöntemlerinden birini oluşturuyor. Emperyalist masalarda, emperyalistler arası çelişkilerde aranan çözüm, PKK’yi reformcu çözümden teslimiyete kadar getirdi. Bu süreç boyunca yaşanan değişim, belli bir pazarlık gücüyle birlikte bir parça yaratılan etkiden gelinen yerde emperyalistlerin ve onların taşeronlarının onursuz bir aleti durumuna gelmeyi ifade ediyor.

Bu yol, günü geldi ABD’ye yaslanmaya, günü geldi hareketin kaderinin AB emperyalistlerinin ellerine bırakılmasına kadar vardı. Roma süreci ABD ile AB ve Rusya arasında bölgesel planda yaşanan çelişkilere bel bağlanarak atılan adımları ifade ediyordu. Ancak emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkiler, güçler dengesi ve karşılıklı verilen tavizlerle uzlaştığı yerde, Öcalan trajik bir biçimde TC’ye teslim edilmişti. ABD’nin bu süreçteki etkinliği, PKK çizgisini artık, teslimiyet batağında atılan adımlarla beraber, ABD ve bölgesel politikaları karşısında tam bir boyun eğiş ve gönüllü taşeronlukla sonuçlandırdı. Artık ne komplo kalmıştı, ne de zerre kadar onur.

PKK çizgisinin “çelişkilere oynama” politikası, emperyalist merkezler dışında kendisini Türkiye’de de somut ifadelerine ulaştırdı. Bu, yeri geldi gerici düzen partileri, yeri geldi çeşitli düzen politikacıları oldu. “Şahinlere karşı güvercinlere yaslanma” değişmeyen bir çizgi olageldi. Ancak bu tarz her defasında gerçeklerle karşılaştığında tuzla buz oldu. Mücadeleye olan inanç tükendikçe, bu politika daha bir laçkalaştı ve onursuzlaştı. Dünün şahinleri anında yeni dönemin güvercinleri haline geldiler. Ancak PKK’nin hayal dünyası ve Kürt halkına dönük yarattığı beklentiler, değişen her durumda kolayından kabuk değiştirdi.

Teslimiyetçi dönemle beraber, PKK’nin teslimiyetçi politikalarına düzen içerisinde bulduğu dayanak Genelkurmay oldu. Genelkurmay bir takım adımlar atma yanlısıydı, ancak hükümetler ve bazı düzen partileri Genelkurmay’ın bu yönelişinin önüne engel çıkarıyorlardı. MHP bu açıdan PKK’ye yaptığı kurgulamada bir dayanak oluşturdu. Engel MHP olarak lanse edildi. Ancak bu politikada dahi bir tutarlılık bulunmuyordu. MHP’nin göstermelik bir takım açıklamaları anında sahiplenilerek, MHP’nin demokratikleşme çabası güttüğü balonları uçuruldu.

Koşulsuz şartsız teslimiyet!


Rapor tartışmalarıyla Genelkurmay’ın açıktan aldığı tutum, PKK’nin teslimiyet çizgisine düzen içerisinde yaratmaya çalıştığı temel dayanağın boş bir hayal olduğunu göstermiştir. Teslimiyetçi çizgi, Kürt sorununu bir kimlik ve kültür sorununa indirgemiş, bireysel haklar planında gerçekleştirilecek bir takım düzenlemelerle beraber sorunun ortadan kalkacağını savunmuştu. “Yeni dünya düzeni” ile beraber oluşan “demokratik ortam”, bu sorunları çözecek koşulları yaratıyordu. Bu çizgiye göre, sermaye devleti zaten bir takım adımlar atmıştı, artık yeni adımların atılması da planlanıyordu. Ancak silahlı mücadele ve ayrılıkçı çizgi bu adımların atılmasının önünde engeldi. Bu nedenle artık tüm bu engeller kaldırılmalıydı. Kaldırılırken, devletten hemen bir adım atması da beklenmemeliydi. PKK devrime, özgürlüğe ve mücadeleye ilişkin ne varsa soyunacak, karşılığında devlet de yapmayı planladığı düzenlemeleri gerçekleştirecek koşulları bulduğu için adımlarını atacaktı.

Genelkurmay’ın rapor üzerinden açıkladığı tutum, bugün tam da teslimiyetçi sürecin birinci yılına rastlıyor. Bu bir yıl, PKK’nin karşı taraftan hiçbir somut adım atılmaksızın üzerinde fazlalık olarak gördüğü tüm değerlerin teslimi anlamına geldi. Teslimiyetçi çizginin resmi çizgi haline getirilmesi, silahlı güçlerin dağıtılması, belli güçlerin barışa katkı adı altında devlete teslimi, geçmişin tüm argümanlarının bir yana bırakılarak devletin resmi dilinin günlük politik söylemlere hakim hale getirilmesi, sürecin önünde engel olarak görülen devrimci tutumlara dönük çok yönlü saldırılara kadar yürünülen çizgide önemli mesafeler alındı. Ancak teslimiyet cephesinden atılan bu adımlar karşısında düzen cephesi, yaratılan beklentiler yönünde tek bir adım dahi atmaktan kaçındı.

Rapor tartışmaları vesilesiyle ortaya çıkan manzara teslimiyetçiler için bir hiçtir. Dahası, 15 yıllık bir mücadele ile beraber yaratılan tüm değerler ve kazanımlarda artık kaybedilmiş, Kürt halkı yolun başına geri döndürülmüştür.

Teslimiyetçiler kılıf arayışında


Yaşanan son gelişmeler teslimiyetçi çizginin yaratmaya çalıştığı beklentilere büyük bir darbedir. Ancak PKK temsilcileri ortaya çıkan bu durumu artık klasikleşen yöntemlerle gözlerden kaçırma çabası içerisindeler. Yapılmak istenen ise, Kürt halkının gözlerine kalınca bir bağ çekmekten öteye gitmiyor.

Bu durum Özgür Politika sayfalarına Mehmet Şahin’in kaleminden şöyle yansıyor: “Kürtler ‘99 sonunda Helsinki’de Avrupa Birliği kapısının aralanması için büyük bir özveri ve katkıda bulundular. AB yolunda en büyük katkı Kürtlerindir. Böyle olduğu halde ‘Kürde hak yok’ demek zevahiri kurtarmaya yetmez. AB yolunda, ABD’nin Türkiye’ye biçtiği yeni rolde Kürtlere, adım adım da olsa hak var, hem de çok.

Bu satırlarda çaresizlik ile hezimet içiçe. Ama amaçlanan, Kürtlere karşı alınan tutumları eleştirmek değil, Kürt halkını içine sokulduğu uykudan uyandırmamak. Bu niyet hemen alttaki satırlara yansıyor:

Kürt hareketi, PKK bu oyunu boşa çıkarmalı, yeni yolda, barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde ısrarlı olmalı, kitle hareketini geçen yıl 7 Mart’ta Diyarbakır’da ve seçimlerde, bu yıl Newroz ve en son Düsseldof’ta olduğu gibi devrede tutmalıdır. (...) Kısacası Kürtlere düşen yeni yöntem ve metodlarda mücadeleyi derinleştirmek ve oyuna gelmemektir. Güneşin doğuşuna fazla kalmadı. Biraz daha sabır.

O. Öcalan ise, aynı konuyla ilgili yaptığı açıklamada, devrimci ve komünistlerin ortaya çıkan hezimet üzerinden Kürt halkı üzerinde yaratacakları etkiyi bloke etmeye çalışıyor. Özgür Politika gazetesinden yansıyanlar şöyle:

Çözümü ve atılacak adımları devletten beklemenin gerçekçi olmadığını belirten Öcalan, PKK’nin sürece derinlikli yaklaştığını ve çalışmalarını bu esas üzerinde yürüttüğünü kaydetti. Türkiyeli sol güçlere marjinal konumlarından çıkma çağrısı yapan Osman Öcalan, sözkonusu güçlerin değişim ve dönüşümü en başta kendilerinde başlatmaları gerektiğinin altını çizdi.

Teslimiyetin mimarı A. Öcalan ise tam bir kör ve sağırı oynuyor. Ö. Politika’nın “Ufuktan” köşesinde bu durum şöyle dile getiriliyor: “Öcalan, hükümetin, MGK’nin ve Genelkurmay’ın demeç ve açıklama bombardımanı karşısında, şaşkınlık yaşayan kesimleri (acaba kim bunlar!!!) uyarmaya çalışıyor. Aynı zamanda, Türkiye’deki durumu papatya falına dönüştürerek, ‘değişiyor’, ‘değişmiyor’ sığlığıyla ele alan çevrelerin kolaycılığı da eleştiriliyor.

Bizzat şaşkınlığı yaşayanlar, yine Kürt halkının gözünü boyamak için tozu dumana katarak “değişiyor” nakaratlarını tekrarlayanlar kendileri değil midir? Gerçekte sözkonusu olan kayıtsız şartsız bir teslimiyet olunca, bu gerçeği saklamak için hiçbir dalavereden kaçınılmıyor.

Teslimiyet platformu aşılmalıdır!


Teslimiyet platformu bir burjuva platformudur. Dolayısıyla bu platformla, Kürt emekçi halkının iktisadi-sosyal talepleri bir yana, en küçük bir ulusal hak elde etmesi dahi mümkün değildir. Çünkü Kürt burjuva ve orta sınıfları için “yeni dünya düzeni” koşullarında ulusal bir pazardan sözetmek dahi anlamsızdır. Kürt burjuva ve orta sınıfları bir sınıf olarak gelişip varolmanın yolunu emperyalizmin eteklerine tutunarak gerçekleştirilebileceğini görüyorlar. Teslimiyet süreci de bu sınıfsal kimlik ve ihtiyaçlar tarafından şekillendiriliyor. Bu nedenle en küçük bir reform talebinden dahi özenle kaçınılıyor. Ancak bu çizgi, Kürt emekçi halkının boynuna atılan yeni çemberler getirecek, köleliğini derinleştirecektir.

Kürt emekçi halkının devrimci enerjisinin ezilmesiyle yürüyen bu süreç, ancak Kürt emekçi halkının Türk işçi ve emekçileriyle kuracağı sınıfsal bir birliktelik ile, emperyalizme, kapitalizme ve onların dayanağı işbirlikçi burjuva-feodal sınıflara karşı açılacak sınıf kavgasıyla değiştirilecektir. Ulusal zincirleri kırmanın yolu da buradan geçmektedir.