|
Clinton gezisinin perde arkası
Bill Clintonun çok işlevli Avrupa seyahatinin bilançosu tahmin edildiğinin de gerisinde kaldı. Bu ziyaretin tanımlanması konusunda başvurulan dolambaçlı tarifler bile kendi başına ciddi bir sıkıntının ifadesi oldular. Sözkonusu seyahate önce bir elveda ziyareti denildi, ardından Putinle bir ilk temas sayıldı, arasıra ABD/Rusya zirvesi olarak tanıtıldı vs... Yani hem önemli hem önemsiz gösterilmeye çalışıldı.
Sonuçta biçim ne olursa olsun, bu gezinin esasına ilişkin olarak iki noktayı hatırlatmak durumundayız.
Birincisi, bir ABD başkanının birçok Avrupa ülkesini ve özellikle de Rusyayı kapsayan gezisinin sıradan bir nezaket ziyareti düzeyine indirgenemeyeceği açıktır. İkincisi, bu gezi sırasında işlenmeye, tartışılmaya ve hatta önden pazarlığı yapılmaya çalışılan konudur. ABDnin geliştirmek istediği nükleer savunma kalkan projesi Bill Clintonun baştan itibaren tüm muhataplarıyla temaslarının ana konusunu oluşturdu. Demek oluyor ki, nezaket görüşmesi kılıfı altında ve üstelik pek fazla seremoniye girilmeden, güvenlik ve silahlanma gibi son derece ciddi bir sorun gezinin esas konusudur.
Gezinin çerçevesi ve esas amacı bu şekilde belirlendikten sonra, doğal olarak çok boyutlu değerlendirme gerekiyor. Ancak biz burada birkaç gözlemde bulunmakla yetineceğiz.
ABD emperyalizminin kendisini bir nükleer savunma kalkanı arkasına mevzileyecek kadar can alıcı bir savunma ihtiyacı nerden geliyor?
Bill Clintonun ifade ettiği iddialara bakıldığında, ABDnin hemen olmasa bile çok yakın bir gelecekte İran, Libya, Kuzey Kore, Irak gibi terörist olarak anılan devletler tarafından nükleer başlıklı kıtalararası füzelerle vurulma ihtimali var. ABD sorumlularının oluşturdukları bu düşman listesine göz atıldığında, bir eksiklik ve ciddiyetsizlik hemen farkediliyor. 7 Ağustos 98 günü Kenya ve Tanzanya başkentlerindeki ABD elçiliklerine karşı düzenlenen bombalı suikastların beyni olduğu iddia edilen Usama Bin Laden listede yer almıyor. Oysa bu adam yüzünden Afganistan ve Sudan füze yağmuruna tutulmuş, Hartumun biricik ilaç fabrikası toptan imha edilmişti. Son dönemde nerede bir taş kaldırılırsa, altında mutlaka Usama Bin Ladenin çıktığı iddia edilmektedir. Amansız bir hastalığa yakalandığı söylenen Usama Bin Laden tarifi zor bir sefaletin hüküm sürdüğü Afganistanda, muhtemelen tam bir teknik donanımı olan bir mağarada, internet aracılığı ile, Filipinlerin Jolo adasındaki rehine eylemini idare ediyor; Ortadoğudaki, Afrika kıtasının sayısız ülkesinde irtica örgütlerini yönlendiriyor; Çeçenistandaki savaşın kadro eğitimi, silah ve dolar ihtiyacını karşılıyor, vs... Kısacası bir devletten beter. Sorun açık ve ABDnin ileri sürdüğü nükleer donanımlı potansiyel düşman listesi üzerinde daha fazla durmak gereksiz.
Dünyada nükleer başlıklı ve kıtalararası menzilli füzeleri olan devletlerin hangileri olduğu biliniyor. Son yıllarda Hindistan ve Pakistanın yaptıkları denemelerden hareketle, onları da tam teşekküllü birer nükleer güç kategorisine koymak olanaklı değil. Zira nükleer patlamayı gerçekleştirmek ve havaya bir füze fırlatmak, bu teknolojiye vakıf olmak anlamına gelmiyor. Muhtemelen Hindistan ve Pakistan ellerindeki birkaç nükleer başlığı sabit bir hedefe yönlendirme kapasitesine bile sahip değildir. Kaldı ki bu iki ülkenin halihazırda kıtalararası menzilli füzesi ya da nükleer denizaltısı yoktur ve sahip olmaları da o kadar kolay değildir. Sonuç olarak, ABD ile sürtüşmeye girebilecek Rusya ve Çin halk Cumhuriyeti dışında bir güç sözkonusu değildir. Beyaz Rusya ile Ukrayna hisselerine düşen füzeleri Rusyaya devrettiler.
Bu arada belirtmek gerekir ki, ABD silah teknolojisini geliştirmek için olağanüstü bir çaba harcamakta, rakipleri ile arasına niteliksel olarak büyük bir fark koymuş durumda. US World Policy Institutede (New York) görevli araştırmacı William Hartungun yaptığı kıyaslama, konuya ayrıca açıklık getirmektedir. William Hartung; ABDnin 260 milyar doları aşan yıllık askeri bütçesinin ABDnin güvenliğini tehlikeye düşüren gerçek bir tehdite karşı tepki düzeyinde değil, sadece politik ve iktisadi bakımdan bir anlamı vardır. Böyle bir rakam Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti gibi büyük güçler başta olmak üzere Kuzey Kore, Irak, Libya, vb. ABDnin düşmanı sayılabilecek devletlerin toplam askeri bütçelerinin iki katından fazladır, diyor.
Dolayısıyla, ABD emperyalizminin hedefi başkadır. Sorunun kuşkusuz askeri boyutu mevcuttur, ama bu açıdan ABDnin inisiyatifi, en azından mevcut aşamada, sanıldığı kadar önemli değildir. Birincisi, nükleer savunma kalkanı projesi için öngörülen 50 milyar dolarlık bütçe, amaçlanan sistemin ihtiyaçları bakımından gülünç bir rakamdır. Saatte 25.000 km hızla ilerleyen bir değil birçok füzeyi atmosferde imha edebilecek bir sistemin oluşturulması öyle önden saptanan bir bütçeyle karşılanamaz. Astronomik rakamlarla ifade edilen yatırımlar ve harcamalar gereklidir. Pentagon sadece kamuoyunu ürkütmemek için piyasaya bir takım rakamlar sürüyor.
Projenin ikinci sorunu, teknik olarak gerçekleştirip gerçekleştirilemeyeceğidir. Bu konuda hiçbir uzman tam bir değerlendirme yapamamaktadır. Sadece konuya vakıf olmayan askerler ve politikacılar iddialı konuşmaktadırlar. Son dönemde yapılan deneme fiyasko ile sonuçlandı. Nükleer tehlikeleri azaltma koalisyonu (CRND) adlı kuruluşun sorumlusu Stephen W. Young, Bir kurşunla bir başka kurşunu vurmak mümkün. Ama gerçek koşullarda ve çok sayılı bir saldırı halinde durum çok daha farklılaşıyor demektedir. Fakat iddianın cüretliliğine, kurgu bilim kategorisine girmesine rağmen, bilimin ve teknolojik gelişmenin zamanla çok farklı olanaklar sunacağı da açıktır.
Ancak, henüz deneme aşmasında olan ve teknik açıdan nasıl bir akibeti olacağı bilinmeyen nükleer savunma kalkanı projesini ABD hemen yürürlüğe koyacakmış gibi davranıyor. Oysa, denemelerini sürdürmesine, sistemin yetkinliğini geliştirmesine engel olan uluslararası bir anlaşma yok. Yani deneme aşaması ile fiilen uygulamaya koyma aşaması birbirine endeksleniyor. Başka bir ifade ile, henüz varlığı sözkonusu olmayan nükleer savunma kalkanı faaliyete geçirilmek isteniyor. Böyle olunca, ABD ile Sovyetler Birliği arasında 72 yılında imzalanan ve anti-balistik füzelerin sınırlandırılmasını öngören ABM antlaşmanın bozulması gerekiyor. Washingtonun esas talebi nükleer savunma kalkanı projesini uygulamaya koymak değil, ABM anlaşmasını sabote etmek. Dolayısıyla, ABD emperyalizminin gerçek niyeti kendi güvenliğini sağlamak değil, uluslararası bağlamda yeniden bir silahlanma yarışı başlatmak.
ABDnin uygulamaya koymaya hazırlandığı bu senaryonun başlıca m
uhatabı, sanıldığının tersine, Rusya değildir. Sorun Rusyanın masraflı bir silahlanma yarışının faturasına katlanmanın olanaklarına sahip olup olmamasıyla da ilgili değildir. Tam tersine, günün Rusyasını böyle bir sınava zorlamak son derece tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Amaç, başta Almanya olmak üzere iktisadi bakımdan kudretli konumda olan orta ölçekli güçleri, bir koşuya sürmek, masrafa sokmaktır. Nasıl olsa bunların halihazırda askeri teknoloji alanında ABD ile yarışabilecek kudretleri yok. Ama sermayeleri var. Washington kendi pazarına el atan, dünya pazarında sürekli bir palazlanma süreci içinde olan bu güçleri kendi minderine çekerek yormak ve zayıflatmak istiyor. Sorunun özü ve özeti bu.
Bill Clinton ABD emperyalizminin bu amacı uğruna Avrupada sıkıntılı bir geziye katlanmak zorunda kaldı. Gidici konumda olan Clintonun Berlinde terslenmesi, Moskova havaalanında bir bakan tarafında karşılanması, Dumada yuhalanması, küfür yağmuruna tutulması, halen Moskovada iken Putinin Romaya uçması, Washingtonu fazla rahatsız etmedi. Çünkü Clinton bu faturayı ödemekle, sonbaharda seçilecek olan ve silah tekellerinin politikasını icra etmekle yükümlü yeni ABD başkanının işini kolaylaştırmış oldu.
|