|
Hafız Esadın ölümü ve
hassasiyet kazanan Ortadoğu dengeleri
Suriye Devlet Başkanı Hafız Esadın ölümü, hem bu ülkenin iç politik yaşamında, hem de Ortadoğu sorununda ciddi sonuçlar yaratabilecek bir sürecin başlangıcı olma riski taşıyor. Başka bir ifadeyle, Hafız Esadın ölümü, her iki alanda otuz yıldır egemen olan denge politikasını, statükoyu yeniden tartışmaya açmış, bir istikrarsızlık dönemine sokmuş bulunuyor. Suriyenin önemli bir aktörü olduğu Ortadoğu sorunu gibi son derece hassas bir çelişkiler yumağında böyle bir sürecin önünün açılmış olması, doğal olarak, bu ülkenin sınırlarını aşan bir önem arz ediyor.
Hafız Esadın ölümü ile gündeme giren sorunun tanımlanıp irdelenmesinin zor olmayan yönü, Suriyenin iç politik yaşamına ilişkin boyutudur. Çünkü, rejimin yüzyüze kaldığı veya yakın gelecekte kalacağı sorunların muhtevası genel hatları ile bilinmektedir. Bölgedeki başka ülkelerde de değişik rejimlerin biçim olarak benzer çıkmazlarla karşı karşıya kaldıklarına sık sık tanık olunmaktadır. Bu ülke gündemindeki toplumsal-siyasal sorunlar, politik akımları ne denli özgün olsa da, sonuçta geleneksel tahlil yöntemi ve kalıpların birer öğesidir.
Osmanlı egemenliği ve Fransız mandasından
gerici iç boğazlaşmalara...
Suriye genç bir devlettir. Birinci emperyalist savaşın karmaşık koşullarında Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinden kurtulmuştur. Ancak, Suriye üzerindeki Osmanlı egemenliğinin son bulması Arap milliyetçiliğinin başlıca ekseni olan salt bir ulusal kurtuluş savaşının ürünü değildir. Ortadoğudaki İngiliz ve Fransız kışkırtmaları günümüz Suriyesinin tarihinde önemli bir rol oynamış ve hatta onun ilk oluşum sürecini belirlemiştir. Ve bunun doğrudan bir sonucu olarak Osmanlı egemenliğinden kurtulan Suriye, kendisini onyıllar boyu Fransız mandası altında bulmuştur.
Süreç içinde Suriyede Fransız emperyalizmine karşı mücadele dinamikleri doğdu ve gelişti. Ama sürecin nihai karakterini esas olarak ikinci emperyalist savaşın sonuçlanma koşulları belirledi. Bir başka ifadeyle, nasıl ki asrın başındaki emperyalist boğazlaşma Suriyenin Osmanlı egemenliğinden sıyrılmasını kolaylaştırdıysa, aynı şekilde ülkenin bağımsızlığı da ikinci emperyalist savaşın bir yan ürünü olarak gündeme geldi ve Şamdaki Fransız mandası son buldu. Böyle bir sürecin içinden süzülerek Şamda işbaşına oturan iktidar, toplumun temel talep ve ihtiyaçlarının taşıyıcısı olmak bir yana, emperyalist destekli ve köstekli bir iktidar olmanın ötesinde bir vasfa sahip olamadı. Fransız mandasının yerini bu kez gerici bir boğazlaşma aldı. Bir düzine askeri darbenin seyrini belirlediği bu boğazlaşmanın tozu ve dumanı içinde, toplumun ileri kesimini temsil eden güç ve akımlar tasfiye edildiler, ezildiler, gerici kliklerin destekçisi konumuna düşürüldüler.
Baas partisi bünyesinde yer alan değişik klikler düzen içi iktidar boğazlaşmasının başlıca aktörleri oldular. Hafız Esadın başını çektiği 13 Kasım 1970 askeri darbesi ile iktidarı tek başına ele geçiren akım, bu kliklerden birisi, onların esas olarak asker kökenli olanı idi. Böylece bir cunta ile Suriyede cuntalar dönemi, en azından otuz yıllık bir süre için kapanmış ve günümüzde sözü edilen iç politik istikrara kavuşulmuş oldu. Onun için, Hafız Esat iktidarı ülke tarihinde bir kilometre taşı olarak önem taşıyor. Suriyenin iç ve dış politikasını, Ortadoğudaki rolünü tanımlamada başlıca kıstas işlevi görüyor.
Hafız Esad rejimi de özünde gerici
bir diktatörlüktür
Hafız Esad rejimi Ortadoğudaki Arap rejimlerinin ilerici olanı olarak tanımlanıyor. Bir bakıma belli bir doğruluk payı olan bu tanım görecelidir ve özünde tümüyle dış kriterlere dayanmaktadır. Soğuk savaş koşulları, Şam rejiminin Sovyetler Birliğine yaslanması, Ortadoğudaki emperyalist tahakküm, başka gerici Arap rejimlerinin kişiliksizliği ve uşaklığı, İsrail yayılmacılığı vb., bu tanımlamanın yapılmasında asıl kriter oldu. ABD emperyalizmine uşaklık etmenin Ortadoğudaki birçok Arap rejiminin biricik misyonu olduğu koşullarda, Hafız Esad rejimi ister istemez kendisini ilerici bir kategoride buldu.
Bu tanımlamanın, tali de olsa, bazı iç dayanakları da mevcuttur. 70 askeri darbesini gerçekleştiren Hafız Esad ekibi, Baas partisinin askeri ve üstelik gerici kanadını temsil ediyordu. Ama bu kliğin gericiliği, Baas partisinin içindeki en gerici ve en işbirlikçi akım karşısında doğal olarak olumlandı, kutsandı, ilerici sayıldı. Bir de rejimin popülist pratiği ve milliyetçi söylemi, gerilimli bölge koşullarında, onun kitle desteği görmesini kolaylaştırdı. Rejim bu kitle desteğine dayanarak toplumsal dinamikleri bastırmakta, muhalif akımları ezmekte zorluk çekmedi. Ama, daha şimdiden yüzyüze kaldığı iç sıkıntıların ve boğazlaşmaların da kanıtlamaya başladığı gibi, gerici bir diktatörlükten ibarettir.
Rejimin temelinde var olan bu yapısal çürüklük, bugün kendisini iktidarın babadan oğula geçtiği monarşist bir gelenek olarak ifade etmektedir. Bu yüzden, Şam rejimi, kurucusunun ölümü ile birlikte sadece olağan bir istikrarsızlık dönemine girmiş olmamakta, daha köklü yapısal sorunlarla yüzyüze gelmektedir. Son aylarda Şamda intiharlar, ihraçlar ve sürgünler üzerinden kendini ortaya koyan boğazlaşmanın önü eğer şiddet politikası ile alınmaz ya da bunda başarısız kalınırsa, çok daha bunalımlı bir dönemin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Hafız Esadın ölümü Ortadoğu yumağını
daha da karmaşıklaştırmıştır
Hafız Esadın ölümü ile doğan boşluk esas olarak Ortadoğu sorunun geneli üzerinden kendisini ifade edecektir. Emperyalizmin bölgede icra etmek istediği ve parça parça uygulamaya koyduğu toplu çözüm paketinin toptan iflas ettiğini 20. sayımızda Lübnan sorunu üzerinden işlemiştik. Lübnandaki siyonist işgalin çökmesiyle birlikte oluşan koşullara Hafız Esadın ölümünün de eklenmesi, zaten karmaşık olan çelişkileri daha da boyutlandırmaktadır. Zira, emperyalist güçlerin temsilcilerinin son günlerde döne döne vurgulamak zorunda kaldıkları gibi, Hafız Esad rejimi bölgede bir istikrar unsuru idi. Küçük hesapların ustası Hafız Esadın ölümü ile Şam rejimi üzerinden ortaya çıkan belirsizlik, bölgedeki hassas dengeleri iyice bıçağın sırtına bindirmektedir.
Suriye rejimine Lübnan, Ürdün vb. devletler ile bir arada bakıldığında, Hafız Esadın bölgedeki krizler konusunda ciddi bir muhatap olduğu, belli bir politikasının ve iddiasının bulunduğu bir gerçektir. Bölge devletleri arasında Suriye, ayrı bir yer tutmakta ve krizlerde kendisini muhataplarına ciddi bir taraf olarak dayatmakta ve kabul ettirmekte zorluk çekmemiştir. Diğer taraftan, Ortadoğu sorununun doğrudan muhataplarından olan Ürdünün durumu meydandadır. Arafatın ne bir otoritesi ne de itibarı kaldı. Lübnanda ise devlet mekanizması 35 bin Suriye askerinin işgali sayesinde ayakta durabilmektedir.
Sonuçta Ortadoğu sorunu, deyim yerindeyse, bir arap saçına dönmüş durumda. Emperyalist güçler nereden ve nasıl müdahale edebileceklerini, inisiyatifi nasıl ele geçirebileceklerini bilemez konumdadırlar. Hafız Esadın cenaze törenine batıdan Jacques Chirac dışında kimsenin gidememiş, gitmek istememiş olması, bu rahatsızlığın bir ifadesidir. Geçen yıl Şubat ayında Kral Hüseyin için tavır çok daha farklı olmuş, irili ufaklı tüm emperyalist güçler, gerici devletler, en yüksek sorumlularını Ammana göndermişlerdi. Sorun sadece ABDnin Suriyeyi terörist devlet listesine koymuş olmasından kaynaklanmamaktadır. Bölge yeniden bir barut fıçısına dönüşmüştür. Lübnanda Hizbullah gerillaları haftalardır zafer çığlıkları atıyorlar, Filistin halkını ayaklanmaya çağırıyorlar, Filistin yerleşim birimlerinde kitleler özerk idarenin teslimiyet politikasını hiçe sayarak direnişe atılmaya hazır olduklarını gösteriyorlar. İnisiyatifi elden kaçıran İsrail, bir taraftan nasıl bir yöntem uygulayacağı konusunda terreddüte düşerken, öte yandan içte bir hükümet krizine doğru sürükleniyor, vb.
Bu durum emperyalist güçleri ihtiyatlı davranmaya, açıktan angajmana girici tavırlar almamaya zorluyor. Buradaki ihtiyat sadece yerel sorunların karmaşıklığından kaynaklanmıyor. Yani emperyalistler ortalığın durulmasını beklemiyorlar. Nitekim ABD ve Fransa dışişleri bakanları bölgede mekik dokuyorlar.
Rusyanın Ortadoğuya ilişkin hesapları
Ortadoğuda, henüz potansiyel konumda olmasına karşın, deyim yerindeyse, pusuda fırsat kollayan, ama kimsenin adını anmadığı bir yeni faktör var. Bu faktör Rusyadır ve onun bölgeye ilişkin politikasıdır. Elbette Rus politikasına ilerici sıfat yakıştırılamaz. Mevcut uluslararası güçler dengesi, nesnel veriler, potansiyel dinamikler üzerinden irdelendiğinde ve Rusyanın bir güç olarak hakkı iade edildiğinde, bu zaten mümkün değildir. Sovyetler Birliğinin Ortadoğuda ciddi mevzileri vardı ve özellikle Suriye rejimi bir dayanak teşkil etmekteydi. Bu mevzilerin kökü kazındı ve on yıldır Moskovanın bölge ülkelerinde diplomatik temsilciliklerinden başka bir varlığı yoktur.
ABD emperyalizmi bu boşluktan çok iyi yararlandı, Filistin sorununa ilişkin çözüm paketini dayattı, Suriyeyi İsraille pazarlık masasına oturmaya zorladı, vb.. Emperyalizmin bu boşluktan yararlanarak dayattığı barış planının çökmesi, Rusyanın iddialarına sahip çıktığı dönemle çakışmaktadır. Putin Ortadoğu konusunda henüz bir şey söylemiş, somut bir adım atmış değildir. Ama Yeltsin düşkününün Kremlini terketmesi ile birlikte tanık olunan diplomatik aktivite ve inisiyatifler, Moskovanın Ortadoğuya da el atmasının gündemde olduğunu gösteriyor. Örneğin, iki Kore arasındaki tarihi zirvenin arifesinde Putinin Kuzey Koreye ziyarette bulunacağını ilan etmesi basit bir zaman çakışması değildir. Putinin kimsenin selam dahi vermeye cesaret edemediği Kuzey Koreyi bu şekilde onurlandırmış olması, ABDnin beşinci kolu konumundaki Güney Korenin küstahlığına, dolayısıyla Washingtonun girişimlerine taş koyma anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde, içinde Ortadoğunun da yer alacağı Moskovanın bu tür inisiyatiflerinin frekansının artması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Chiracın Şama giden batılı tek lider olmasının gerçek anlamı da bu düzeydedir. Eski sömürgeci güç, Fransa-Suriye tarihi ilişkileri, vb. türden argümanların bir ciddiyeti yoktur. Düne kadar Hafız Esad rejimi konusunda Paris de Washingtonun ağzı ile konuşuyordu. Moskovanın ABDye karşı uygulamaya başladığı basınç, yeniden Fransız emperyalizminin geleneksel politikasına hayat hakkı tanımakta, onun mevzi kapma yarışında aktif olmasını sağlamaktadır.
Rusyanın Ortadoğu politikasının yolaçacağı sonuçlar
Rusyanın Ortadoğuya el atmasının önden görülebilecek bazı sonuçları vardır. Birincisi, ABD emperyalizminin bölgede önüne gelene gelişi güzel saldırarak, dilediğince at oynatması zorlaşacaktır. Hareket alanı az da olsa daralacaktır. İkincisi ve buna bağlı olarak, ABD emperyalizminin deneme tahtasına dönüştürülmüş devletler yıllardır yaslanacak bir güç, tutunacak bir dal arıyorlar. Bunların başında kuşkusuz Irak, Suriye, Filistin Özerk idaresi vb. gelmektedir. Örneğin, ABD başkanı İsrail başbakanını ve Arafatı yanyana getirdiğinde, ortaya garip bir manzara çıkıyor. Arafatın zaten perişan bir konumda olduğu oyunda, ABD hem hakem hem de oyuncu rolünü oynuyor ve zirve bir pazarlık veya uzlaşma toplantısı değil, Arafata bir ültimatom imzalatma törenine dönüşüyor.
Ancak sorun sadece devlet politikası hesapları düzeyinde değildir. Bölge halkları, oradaki anti-emperyalist direniş ve mücadele dinamikleri kendilerini ifade edecek, açığa çıkarabilecek ortam arıyorlar. Bölgede Rusya ABDnin stratejik hesaplarına engel çıkartmaya başladığında, tarihsel deneyim, biriken öfke, kandırılmış ve ezilmiş olmanın verdiği hırs, kendisine mücadele kanalları açmakta zorluk çekmeyecektir. Irak halkı ABDnin yaptırım politikasını delmeye çalışacak, Filistin halkı özerk idarenin teslimiyet ruhuna daha güçlü bir biçimde bayrak açabilecek, Suriye kendisine dayatılan çözüm formülüne direnme cesareti bulabilecektir, vb.
Diğer emperyalistlerin ABDyi Rusya
üzerinden dizginleme hesapları
Ayrıca, Ortadoğunun önemi, oradaki mevzilenme yarışı, devrimci ve anti-emperyalist damarları kesme çabaları, güncel ve konjonktürel değildir. Eskiden olduğu gibi bundan sonra da birçok başka çelişkinin hesabı da burada görülecektir. ABD, İsrail ve Türkiye ittifakının özetlediği ABD politikası, farklı alanlarda ve adım adım uygulanıyor. Bugüne kadar Washingtonun bu yatırımına bir tepki gelmedi. ABD ile çıkarları çelişen diğer emperyalist güçlerin bu girişimden rahatsız oldukları açık. Fakat bir şey yapma kudretine sahip değiller. Tavır belirleme gereği duyan Fransadır. O bir yandan Lübnanla yakınlaşmaya çalışırken, öte yandan ABD ile çelişmeme denklemi kurarak politika saptamaya çalışıyor. Jacques Chirac Arap dünyasında destek arıyor, Şama cenaze törenine koşuyor, Abdülaziz Buteflikayı Pariste ağırlıyor, vb.
Fakat, Ortadoğuda Rus faktörünün devreye girmesi ile birlikte çok farklı hesaplar yapmak gerekecektir. Çünkü Moskovanın, ABD emperyalizminin arpalığı saydığı mekanlara, özellikle de Ortadoğuya el atmaktan başka bir seçeneği yoktur, dahası buna mecburdur. Washington Rusyanın nüfuz alanlarına açıktan el atmış, Kafkasyayı tutuşturmuş, Gürcistanı bir üssüne dönüştürmüş durumda. Kremlin duyduğu rahatsızlığı bugüne kadar Çeçen halkına saldırmakla ifade etmeye çalıştı. Ama bu bir çaresizlikten başka bir şey değildir ve sonucu değiştirmeyecektir. Grozniyi bombalamakla, Eduvard Şevernadzeye karşı suikast tezgahlamakla, Erivan parlamentosunda cinayet işlemekle, ABDnin Kafkasya seferinin dizginlenemeyeceği, stratejik hesaplarının bozulamayacağı açıktır.
İşte Kuzey Kore konusunda Putinin yaptığı jest gerçek anlamını böyle bir perspektif içinde bulmaktadır. Rusya hedef olduğu çok yönlü sataşmanın önünü almak için hasımlarının mekanlarında onların en ince damarına basmak zorunda. Bunu icra etmenin en ideal alanı ise Ortadoğudur. Daha açık bir ifadeyle, uluslararası bağlamda Rusyanın önünde duran en acil misyon, ABDnin küstahlığına engel çıkartmak, onun hareket alanını daraltmaya çalışmaktır. Bir başkasının üstlenemeyeceği bu misyon Rusya için bir ihtiyaç, başkaları için de bir talebe dönüşmüş durumdadır. Burada nesnel bir çıkar birliği sözkonusudur. Putinle birlikte orta ölçekli emperyalist güçlerin ABD karşısında, en azından ticari konularda, tok konuşmaya başlamış olmalarının, Clintonun nükleer savunma kalkanı projesini reddetmelerinin arkasında bu talep yatıyor. Li Pengin Belgradda ABD emperyalizminin barbarlığını teşhir etmesinin, ona karşı Yugoslav halkının yiğit direnişini övmesinin pek etkisi olmuyor. Ama Kremlinin sıradan bir basın açıklaması anında rahatsızlığa yol açıyor.
Uluslararası gelişmelerin böyle bir sürece girmesi elbette bir zaman sorunudur. Ama zamanın hızla ilerlediğini, kriz odaklarının dünyanın dört bir yanında silahlı çatışmalara dönüşerek çoğaldığını görüyoruz. Washington İMF ve Dünya Bankası kredileri üzerinden Rusyaya kelepçe vurmakta geri durmayacaktır. Fakat, hızlanan gelişmeler, artan ve keskinleşen çelişkiler, böyle bir perspektifin açılmasını adeta zorlamaktadır. Ortadoğudaki gelişmeler, Hafız Esadın ölümü, Arafatın günlerinin sayılı oluşu, bu bağlamda büyük bir önem taşımaktadır.
|