ARSIVANA SAYFA
 
17 Haziran '00
SAYI: 22
Kızıl Bayrak'tan...
Hücre saldırısına karşı hazırlık!
Sosyal yıkım saldırısı sürüyor!
Sermaye enflasyonu düşürme masalıyla...
15-16 Haziran ve işçi sınıfının öncü rolü
İnsanca yaşanacak bir ücret için...
"Kararlılığımızı koruyarak sınıf adına mücadelemizi...
Devrimci kamu emekçileri sorumluluk...
Bu çizgi "zafer" değil, sürekli yenilgi getirir!
Eğitim-Sen bürokratları Ankara eyleminde...
Yaşamı devrimci tarzda dönüştürmek esas olmalı!
MHP'ye çekilen cila tutmaz!
Dönemi kazanmanın olanakları...
Hücre karşıtı faaliyetin durumu ve devrimcilerin görevi
İzolasyon politikası hücre tipi cezaevleriyle...
Katıl karşı duralım!...
Öldürtme, sahip çık!
"Cinsel Taciz ve Tecavüze Hayır" Kurultayı
Son İEP toplantısı ve...
Sol liberallerin "Emek Platformu" aşkı
Çoçuk emeği, kapitalizm ve sosyalizm!
Dünyanın en adaletsiz sınav sistemi
Hafız Esad'ın ölümü ve hassasiyet kazanan...
Arjantin'de bir kez daha genel grev!
Clinton gezisinin perde arkası...
Ateşi Çalmak
Mücadele Postası

 
 

İşkenceci devlet ne yapsa kirli sicilini silemez, kanlı yüzünü gizleyemez!


Son günlerde sık sık gündeme getirilen işkence sorununda, bakanından milletvekiline, emniyet müdürlerinden medyasına kadar, herkes işkenceye karşı olduğunu söylüyor. Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, anayasada işkenceyi yasaklayan maddeler vardır, diyor. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, işkence bir insanlık suçudur, diyor. Medya da bunların iyi bir propagandasını yapıyor.

Öyle şeyler söyleniyor ki, sanki bu devlet oldum olası işkenceye karşıymış gibi bir izlenim sergileniyor. Sanki bugüne kadar gözaltına alınıp kaybettirilen 520 kişiyi işkence ederek öldürüp kimsesizler mezarlarına, ormanlara, ırmaklara atanlar onlar değilmiş gibi. Gazeteci, sendikacı ve devrimcileri işkence ederek öldürenler bu devlet değilmiş gibi.

Herkes bu devletin işkencelere karşı olduğunu söylüyor. Peki madem işkence bir insanlık suçu ise, bu devlet bu insanlık suçunu niye işliyor! Yok eğer bu devlet işkence yapmıyor deniyorsa, o halde kim yapıyor bu kadar işkenceyi? Yoksa Hizbullah gibi onları da mı İran gönderdi? Her tarafıyla ipliği pazara çıkmış bu devletin valileri, terfilerini önce karakollarda, emniyet müdürlüklerinde kazandıkları işkenceci sicilleri sayesinde almıyorlar mı? Bizzat İçişleri Bakanı’nın kendisi buna bir örnek değil mi? Bir başka güncel örnek Kilis Valisi’dir. Bu devletin valisi olmadık haltlar çevirir, gören duyan olmaz. Durmadan devlet kurumlarında yükselir, terfi eder.

Tüm TV kanalları döne döne Hortum Süleyman lakaplı Süleyman Ulusoy’un yaptığı “vatani vazifesi”ni gösteriyor. Süleyman Ulusoy’un yaptığı işkencenin bugüne kadar iki bin civarında olduğu söyleniyor. Öyle anlatılıyor ki, Süleyman Ulusoy’dan başkası işkence yapmamış ve yapmıyor. Diğer taraftan da suç duyurusundan sözediliyor. Herhalde bu suç duyurusu iş olsun diye yapılmıyor. Bu kadar suç duyurusu yapılıyor da, neden hala hiçbir dava açılmıyor Süleyman Ulusoy hakkında? Hani anayasal bir suçtu işkence. Hani suç işleyen cezalandırılırdı. Neden hala karakolun birinde yetkili biri olarak görev yapıyor? Yoksa şimdiye kadar Türk anayasasını, Türk olmayanlar mı koruyordu, ithal savcılar mı bakıyorlardı? Veya şikayetçi olanlar mı TC anayasasını bilmiyorlardı? Yoksa, şikayetçi olanlar cumhuriyet savcılığı yerine spor toto bayiliğine mi şikayetlerini yapmışlar da, devletin haberi olmamış?

İstanbul Emniyet Müdürü acele konuyla ilgili bir basın açıklaması yapıyor. Hasan Özdemir önce savunur gibi bir tavır sergiliyor. Peşinden, ne istiyorsunuz, bakın pasif göreve aldık Süleyman Ulusoy’u, diyor. Ama hırçın bir biçimde basını tehdit eden de Hasan Özdemir. Siz mi ülkeyi yönetiyorsunuz, diye kızıyor. Orda işkence yapmışsa bu ükenin “istikrarı için” yapmıştır. Size ne, bakın bu ülkeyi yönetenler biliyor da ses çıkarmıyor, size ne oluyor demeye getiriyor. Açık açık devlet işkence yapar diyor.

Hasan Özdemir gibi Emniyet Genel Müdürü Turan Genç de; olaylar dört sene önce olan olaylardır, zaman aşımına uğramıştır, şimdiye kadar nerdeydiniz, diyor. Ne yapsın zavallı, yapılan şikayetlerden haberi yok. Bu suç duyurularını toto bayi yerine spor kulübüne yapsalardı belki haberi olurdu.

Bir de son zamanlarda İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt’ün hazırlamış olduğu dosyalardan sık sık sözediliyor. Pişkünsüt bir iki karakolda işkence yapılmış, çocuklara işkence yapılmış. Hep yapanlar da yalnız o bir-iki karakol. İşkence, devlet politikası değil de, birkaç kendini bilmezin yaptığı iş gibi gösterilmeye çalışılmakta. Pişkinsüt son 10 yılda binlere varan gözaltında kayıp ve işkencede katledilenlerin sayısını bilmiyor olamaz. Gözaltına alınıp tecavüz edilenleri Pişkinsüt acaba hiç duymadı mı? Yüzlerce insan işkencede katledildi. Pişkinsüt bir-iki karakoldan bir-iki alet çıkartmakla, bir-iki polis hakkında dava açtırarak, bu devletin o sicilli katil-işkenceci yüzünü gizleyemez. Boşuna çaba.

Daha sıcaklığını koruyan Ulucanlar katliamı yaşandı. Sema Pişkinsüt o zaman da İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’ydı. On devrimci işkence edilerek katledildi. Ulucanlar’da yaşanan insanlık suçu değil miydi? Adalet Bakanı işkence insanlık suçudur, diyor. Ulucanlar’da işkence yapıldığı herkes tarafından biliniyor. Pişkinsüt ne kadar gizlemeye çalıştıysa da açığa çıkartıldı. Peki işkencecileri cezalandıracak mısınız? Yoksa Ulucanlar’da 10 güzel insanı öldürdükleri, onlarcasını da yaradıkları için ödüllendirecek misiniz? Hiçbir biçimde hiçbir işkenceci cezalandırılmaz. Çünkü Ulucanlar’a devlet planlı ve bilinçli saldırdı. Daha öncesinden tespit ettikleri insanları önce katletti, ardından, hıncını alamadılar, işkence yaptılar.

Aslında devlet, içinde bulunduğu çıkmazdan, üstü örtülemez ufak tefek bazı olayları birilerinin üstüne yıkarak, yapmış olduğu bu kadar kirli işlerden kurtulmaya çalışıyor. Bir-iki karakolu, bir-iki polisi gözden çıkararak bu devletin kirli, kanlı ve karanlık yüzünü gizleyemezler. Suçlar bir-iki karakolda işlenmedi. Suçları bir-iki polis yapmadı. Ne Pişkünsüt, ne medya, ne de AB ve demokratikleşme hikayeleri kimseyi kandıramaz.



MHP’ye çekilen cila tutamaz!


Son dönemlerde en çok tartışılan partilerden biri MHP’dir. Kimine göre MHP kendi eski çizgisinden vazgeçmiş, yeni bir oluşum sağlamıştır. Kimisine göre de MHP aynı MHP’dir.

MHP kendi eski çizgisinden vazgeçiyor, ama buna ilişkin açıklama yapmıyor! Türkeş öldükten sonra Bahçeli gelince mi değişti MHP? Yoksa eskiden saldırgan bir MHP vardı da, şimdi ılımlı bir MHP mi var? Veya eskiden greve giden işçilerin üzerine ülkücüler gönderiliyorken, şimdi gönderilmiyor mu? Grev kırıcılık yapılmıyor mu? Hele hele eskiden okullarda parasız ve demokratik bir eğitim için mücadele eden öğrencilerin üzerine MHP saldırıyorken, şimdi saldırmıyor mu? MHP’liler eskiden mafyacılık, kara para, uyuşturucu işlerini yaparken, şimdi yapmıyorlar mı?

Kısaca MHP’nin öncesi ile şimdiki durumunu karşılaştıralım. MHP milliyetçi-faşist bir parti olarak Türkeş tarafından kurulan bir partidir. Oluşumundan bu yana devrimcilere, demokratlara, yurtseverlere saldırmak ve katletmek gibi bir ün sahibidir. Bu ülkücü besleme çeteler kısa zamanda kitleler tarafından tanındı ve dıştalandılar. Çünkü kan dökmek üzerine kendilerini varediyorlardı. Ankara Bahçelievler’de, Beyazıt’ta, Piyangotepe’de, Maraş, Çorum ve daha birçok yerde katliamlar gerçekleştirdiler. Bunların toplumun hafızasından silinmesi mümkün değildir.

Bunların hepsini “milliyetçilik” adına yapıyorlardı. Bu kadar milliyetçi olan tekelci sermayenin bu “çanak yalayıcıları”, Türkiye’de cirit atan Amerikalıların korumalıklarını yapıyorlardı. Emperyalistlere karşı kusur etmeyen bu vatan hainleri, kendilerini “milliyetçi” sayarak, anti-emperyalist gösterilere saldırıyor, göstericileri kurşunluyorlardı.

‘80’lerin ortalarından itibaren yeniden güç kazanmaya başladılar. Devlet içerisinde örgütlenerek, mafyavari işler ve uyuşturucu ticareti yaparak, çek-senet ve zorla para alarak büyük parasal kaynaklar oluşturdular. Özellikle asalak, lümpen ve serserilerle çeteler oluşturarak, devlet destekli tüm kirli işlere el attılar. Abdullah Çatlı bir MHP’lidir. Bu elikanlı katilin uyuşturucu ticareti dahil ne işler çevirdiği herkes tarafından biliniyor. Devlet gizli, MHP açıktan savundu Abdullah Çatlı’yı. Haluk Kırcı eskiden beri MHP’lidir. Kara para işlerinden katliamlara kadar tüm kirli işleri yapan bu azılı faşist de, dün ne kadar MHP’li idiyse bugün de o kadar MHP’lidir. Aynı biçimde mafya babası olarak bilinen katil Alaattin Çakıcı da eskiden neydiyse şimdi de odur. Bunlar bilinen birkaç örnektir.

MHP dün insan avına çıkıyordu da, bugün çıkmıyor mu? Ülkücü çeteler üniversitelerde devrimci-demokrat öğrencilere saldırmıyorlar mı? Polis desteğini ‘70’li yıllarda nasıl alıyorlardıysa, şimdi de alıyorlar. Satırlı, bıçaklı, silahlı saldırıyorlar. Hem de pompalı silahlarla, herkesin gözleri önünde. Kağıthane’de bir gencin öldürülmesinde, birinin de yaralanmasında kullanılan silah, MHP İlçe Teşkilat Başkanı’nın ruhsatlı silahı çıkıyor. Devlet silahı almayı gerekli görmüyor, sahibine iade ediyor. Aslında tek fark, devlet şimdi daha açıkça MHP’yi destekliyor.

Değişen ve ılımlılaşan MHP değil, kendini kandıran kafalardır. MHP ben değiştim, kendimi yeniliyorum, bizim bundan önce yaptıklarımız bir insanlık suçudur demiyor ki. MHP her fırsatta geçmişiyle övünerek kendisini savunuyor.

Çeteleşme, mafyalaşma, uyuşturucu ticareti, çek-senet ve haraç işlerini nasıl dün MHP-devlet elele yapıyorduysa, bugün de aynı biçimde yapıyorlar. Dün nasıl grev kırıcılığı yapıp işçilerin üzerine lümpen serserilerini gönderiyorlardıysa, bugün de gönderiyorlar. Dün nasıl sokakta devrimci-demokrat öğrencilere saldırıp öldürüyorlardıysa, bugün de aynısını yapıyorlar.