Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Şubat 2004
Sayı: 69
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yasa tasarısını püskürtmek için alanlara!
  YÖK yasası çıkmazı
  Teziç'in "aile fotoğrafı" gençliği temsil edemez!
  Sırada YÖK yasa tasarısı var!
  Açlık grevi sürecindeki eylem ve etkinlikler...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
   Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Bir dönemin ardından...
  NATO: Emperyalist saldırganlık ve savaşın kurumsallaşması
  6. Filo'yu unutmayın!
  "Her alanda ve her düzeyde devrimci seferberlik!"
  Gençlik hareketinin sorunları...
  Gençlik içerisinde reformizmin etkisi ve görevler
  Taşra üniversiteleri ve Teknokentler
  Okullarda "demokrasi" oyunu!
  "Bayram bizim sokağa da gelecek!"
  Üniversite-AŞ'de yurt yaşamı
  Irak yeniden yapılandırılıyor!
  Kendi tarihini kavgayla yazan halk!
  ABD emperyalizmi/1
  Gerçekler devrimcidir!
  14 Şubat: Vitrinlerde satılan sevgiler
  "Seni halk adına ölümü mahkum ediyorum!"
  Oyun yazarının türküsü!
  1848 Şubat Devrimi ve şanlı Haziran Ayaklanması... "Umutsuzluğun devrimi"
  Bir toplu katliam belgeseli: Carandiru



 
 
Bir toplu katliam belgeseli: Carandiru

Carandiru gerçekçi anlatımıyla izleyen her insanı etkileyebilecek güçte bir film. Doktor Drazuio Varella’nın Carandiru hapishanesinde edindiği deneyimleri aktarıyor. Olay Brezilya’nın Sao Paulo şehrinde yaşanıyor. Filmde özellikle toplu katliam tümüyle gerçeklere dayanıyor.

Carandiru hapishanesi binlerce adli mahkumun bulunduğu devasa bir hapishane (4000 kişi kapasiteli fakat 7500 kişiyi barındırıyor). Uyuşturucu kaçakçılığının, uyuşturucu kullanımının ve fuhuşun hapishanenin kendi iç kanunlarınca serbest olduğu bu hapishanede, insanlar pislik içinde, son derece sağlıksız koşullarda yaşıyorlar. Birbirlerini türlü sebeplerle öldürmelerine aldırılmıyor. Doktor’un hapishane üzerinde inceleme yapmasına sebep olan asıl problem ise, AİDS’in burada yaşayanlar için grip kadar kolay bulaşabilen bir hastalık olması.

Yönetmen konu buraya gelene dek son derece nesnel davranıyor, ancak daha sonra izleyicinin önyargılarıyla alay etmeye başlıyor. Kendini hapishanedeki herhangi bir mahkumla özdeşleştiremeyen izleyici, filmi baştan sona doktorun gözleriyle izliyor. Dolayısıyla yönetmen doktorun düşünce akışını aktardıkça, onun yaşadığı düşünsel evrimin aynısını yaşayan seyirci, filmin sonuna geldiğinde, başta düşündüklerinden bambaşka duygular içinde olduğunu gözlemliyor.

İlk önce bütün mahkumlara tiksintiyle bakıyorsunuz, hepsi uyuşturucu bağımlısı, katil, birçoğu dejenere cinsel yaşamları sebebiyle AİDS olmuşlar. Doktorun onlarla arasına koyduğu mesafeyi koruyarak, başka dünyaların insanı olduğunuz bilinciyle onlara acıyorsunuz. Ancak zamanla mahkumların tümünün hikayeleri olduğu bilincine ulaşıyorsunuz. Doktor onları tanıdıkça, siz de tanıyorsunuz.

Yönetmen ilginç bir ayrım yapıyor filmde. Tecavüzcüler ve çocuk katillerini hapishanedeki toplumsal yaşamın tamamen dışına itiyor. Onlar diğer hikayeli mahkumların da dışında tutuluyorlar ve herşeyden-herkesten korkuyorlar. Diğer mahkumların suçlarını tamamen toplumun hastalıklarıyla ilişkilendirirken, bu suçluların doğuştan suçlu oldukları ve suçlarının mazur görülebilecek hiçbir gerekçesi olmadığı mesajını veriyor. Bunu yaparken onların insanca muamele görmelerinin herşeye rağmen gerekli olduğu bakışını yadsımıyor. Ancak onlara doğuştan suçlu gözüyle bakarak, onları suç işlemeye iten, psikolojik olarak sağlıksız bireyler olaylar yetişmelerine yol açan bir toplumsal düzen gerçekliğini tümüyle gözardı ediyor.

Filmde romantizme de gerçek dışı yaklaşımlara da rastlamıyorsunuz. Örneğin doktor bir anda herkesin saygısını kazanmıyor ya da hayatı onlara öğretmek gibi bir misyon yüklenmiyor. Aksine doktor hayatı orada öğrendiğini filmin sonunda ifade ediyor.

Mahkumların bir kısmı içinde bulundukları yozluktan ve suçlarından arınmanın yolunu dinsel arınmada buluyorlar. Ancak yönetmen filmin sonunda bu yaklaşımı da darmadağın ediyor.

Film 1992 yılında çıkan bir isyanın bastırılması için polislerin hapishaneye müdahale ederek, 111 mahkumu katletmesi ile son buluyor (Olay gerçekte de tam da bu tarihte ve aynı rakamlarla gerçekleşmiştir.) Polisler büyük bir nefretle ve hiçbir acıma duygusu beslemeksizin teslim olmalarına rağmen mahkumları hunharca katlediyor. Bu sahneleri seyrederken, insanın aklına ister istemez 19 Aralık katliamı geliyor. Buradaki hedef siyasi mahkumlar olmasa da başvurulan yöntem ve devletin yaklaşımı aynı. Polis isyan eden mahkumlar dışında hücrelerinde oturmakta olanları da öldürüyor. Ayrıca dinsel arınma ile günahlarının affedileceğine ve tanrının kendisini koruduğuna inanan bir mahkum da elinde İncili ile öldürülüyor.

Bu katliamdan sonra hapishane 2002 yılına dek açık kalıyor. 2002 yılında kalan mahkumlar başka hapishanelere sevkediliyorlar. Sonra hapishane kapatılıyor ve en sonunda da yıkılıyor. Sanki bina ortadan kalkınca katliam unutulabilirmiş gibi... Hapishanelerde yaşanan sorunların evrensel bir yanı olduğunu ve kapitalizmin insana verdiği değerin hiçbir coğrafyada farklı olmadığını anlatan anlamlı bir film Carandiru.

A. Eylül