Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Şubat 2004
Sayı: 69
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yasa tasarısını püskürtmek için alanlara!
  YÖK yasası çıkmazı
  Teziç'in "aile fotoğrafı" gençliği temsil edemez!
  Sırada YÖK yasa tasarısı var!
  Açlık grevi sürecindeki eylem ve etkinlikler...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
   Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Bir dönemin ardından...
  NATO: Emperyalist saldırganlık ve savaşın kurumsallaşması
  6. Filo'yu unutmayın!
  "Her alanda ve her düzeyde devrimci seferberlik!"
  Gençlik hareketinin sorunları...
  Gençlik içerisinde reformizmin etkisi ve görevler
  Taşra üniversiteleri ve Teknokentler
  Okullarda "demokrasi" oyunu!
  "Bayram bizim sokağa da gelecek!"
  Üniversite-AŞ'de yurt yaşamı
  Irak yeniden yapılandırılıyor!
  Kendi tarihini kavgayla yazan halk!
  ABD emperyalizmi/1
  Gerçekler devrimcidir!
  14 Şubat: Vitrinlerde satılan sevgiler
  "Seni halk adına ölümü mahkum ediyorum!"
  Oyun yazarının türküsü!
  1848 Şubat Devrimi ve şanlı Haziran Ayaklanması... "Umutsuzluğun devrimi"
  Bir toplu katliam belgeseli: Carandiru



 
 
1848 Şubat Devrimi ve şanlı Haziran Ayaklanması...

“Umutsuzluğun devrimi”

Avrupa’da kapitalist gelişmeyle birlikte 17. ve 18. yüzyıllarda güçlenmeye başlayan burjuva sınıfı, 1789’da Fransa’da olduğu gibi, aristokrasiyi devirerek iktidarları ele geçirmeye başlamıştır. Halkın desteğini alarak başarılı da olmuştur. Burjuvazinin güçlenmesini sağlayan kapitalist iktisadi gelişme ve nihayet sanayi devrimi, ona karşıt bir güç olarak işçi sınıfını da doğurmuştur. Bu iki sınıfın uzlaşmaz çıkarları, iki sınıf arasında çatışmaya ve bir dizi ayaklanmaya yol açmıştır.

Bunun ilk örneklerinden biri 1831’de Lyon’da patlak vermiştir. Lyon dokumacılığın çok geliştiği bir kentti. Halkın büyük bir bölümü dokuma fabrikalarında düşük ücretlerle ve ağır koşullarda çalıştırılıyordu. Çalışma koşullarının ve ücretlerinin iyileştirilmesini isteyen işçiler patronlarla görüşmüş fakat bir sonuç alamamışlardı. Bunun üzerine atölyelerini terk ettiler ve şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. “Çalışarak yaşamak veya dövüşerek ölmek” yazılı bir pankart taşıyorlardı. Şehirde bulunan ve çatışmalar sırasında bir bölümü işçilerin safına geçen ulusal muhafızlar, silahlanan işçileri durdurmakta yetersiz kalınca şehir işçilerin denetimine geçti. Ne yapacakları konusunda çok da bilinçli olmayan işçiler, 3 gün sonra 30 bn kişilik bir orduyla karşı karşıya kaldılar. Çatışmalar sonucunda yüzlerce işçi şehit düştü, düzen güçleri şehrin denetimini yeniden ele geçirdiler.

Lyon ayaklanması yeni bir dönemin habercisiydi. Proletarya ile burjuvazinin ilk silahlı hesaplaşmasıydı ve bu daha bir başlangıçtı. Daha sonra derneklerde örgütlenmeye devam eden işçiler, 1834 Lyon, 1834 ve 1839 Paris ayaklanmalarını gerçekleştirdiler. Fransa’nın çeşitli şehirleri grevler, eylemler ve ayaklanmalarla, işçi sınıfının yükselen mücadelesine tanık oldu. Yükselen bu işçi hareketi nihayet Fransa’da 1848 Şubat’ında devrime vardı. Savaşan ve 1830’da kurulan Temmuz Monarşisi’ni deviren işçiler olduğu halde iktidarı burjuvazi ele geçirdi.

Olaylar şöyle gelişti: Monarşist hükümet işçilerin düzenli olarak yaptığı gösteri ve yürüyüşleri 19 Şubat 1848 günü yasakladığını açıkladı. Buna rağmen işçiler 22 Şubat günü yürüyüş yapmaya karar verdiler. Ulusal muhafızların ateşiyle karşılaşan işçiler gün boyunca çatıştılar. Gece silah dükkanlarını ve karakolları yağmalayarak silahlanan halk, ertesi gün postane, emniyet müdürlükleri ve istasyonlar gibi önemli yerleri ele geçirdi ve çeşitli yerlerde barikatlar kurarak şehri kontrol altına aldı. Bütün şehir kızıl bayraklarla donatılmıştı. Kral önce işçileri yatıştırmak için hükümeti değiştirdi, bu da işe yaramayınca çareyi İngiltere’ye kaçmakta buldu. Meclisin de işgal edilmesiyle, ayaklanma bir burjuva demokratik devrim halini aldı. Mecliste iki temel parti varı. Biri burjuvazinin partisi, diğeri ise küçük burjuvazinin partisi olan Montaignerler idi. Devrimin gerçek savaşçıları olan Paris işçilerinin henüz kendi siyasal birlikleri bulunmuyordu. İki parti bir hükümet kurup burjuva cumhuriyeti ilan ettiler.

Yeni kurulan hükümette burjuvaların belirgin ağırlığı vardı. İşçilerin talepleri hala görmezden geliniyor, yasalar çıksa bile uygulanamıyordu. Montaignerler ise Marks’ın sonrasında komedi olarak niteleyeceği bir oyun oynuyorlardı ve aslında siyasal iradeden tümüyle yoksundular. Yavaş yavaş toparlanmaya başlayan burjuvazi, durumu kontrol altına alarak yönetimde hakim güç durumuna geldi. Meclisin aldığı kararla yapılan ve eşit oy sistemine dayanmayan seçimde de burjuvazi onun kuyruğundan kopamayan küçük-burjuva sosyalistleri karşısında ezici bir üstünlük sağladı. Bu üstünlükle siyasi ve ekonomik olarak toparlanan burjuvazi, çok geçmeden dişlerini göstermeye başladı.

Artık işçi sınıfıyla burjuvazi tekrar karşı karşıyaydı. Yer yer işçilerin protestolarıyla süren gerginlik, 25-26 Haziran günlerinde çatışma halini aldı. Artık askeri hakimiyeti de sağlayan burjuvazi karşısında işçi sınıfının yapabileceği tek şey ayaklanmaktı. Ancak yine Marks’ın tanımlamasına göre bu “umutsuzluğun ayaklanması”ydı. Paris proletaryası zaferi kazanamayacağını hissettiği halde dört gün boyunca onuru için kahramanca çarpıştı. Burjuvazi, Kuzey Afrika’dan getirdiği lejyon birlikleri ile barikatlara saldırdı. Artık 1830’da olduğundan farklı bir biçimde, barikatlara toplar ve obüslerle saldırılıyordu. Vahşice bastırılan bu ayaklanma sonucunda onbinlerce işçi katledildi, bir o kadarı da tutuklanarak sürgüne gönderildi.

Fransa’da başlayan devrim, çok kısa bir zamanda bütün kıtaya yayılarak dev bir yangın halini aldı. Almanya, Avusturya ve İtalya burjuva devrimleri ile sarsıldı. Buralarda da genelde tutarsız küçük burjuva partilerin önderliği ile yüzyüze kalan devrimler, tam zafere ulaşamadan ya yenildiler, ya da aristokrasi ile uzlaşarak yozlaştırıldılar.

Paris’te şanlı 1848 Haziran Ayaklanması yenilgiye uğradı. Bu yenilginin en büyük sebeplerinden biri, küçük burjuva demokratlarının iradeden ve iktidar perspektifinden yoksun politikalarına uzunca bir süre inanan ya da belki sadece katlanan, ama kendi siyasal birliğini ve sınıf bağımsızlığını oluşturamayan işçi sınıfının deneyimsizliğiydi. Fakat 1848 Haziran’ı bize bugün hala son derece değerli dersler bıraktı. Bu derslerden en iyi yararlananlar öncelikle, tarihin en kızıl sayfalarından birinde yerini alan yiğit Paris Komünarları oldu.

Bu dönemin sınıf mücadeleleri Marksizmin devrim ve ayaklanma konusundaki gelişiminde temel bir rol oynamıştır. Bu devrimlerden çıkan dersler, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Almanya’da Devrim ve Karşı-devrim, Louis Bonapart’ın 18 Brumair’i isimli kitaplar ile birçok temel klasik eserin konusu olmuştur. O dönemin mücadelelelerinin ve deneyimlerinin bugünkü mirasçıları genç komünistler, kendilerine bırakılan silahların paslanmasını engellemeli, Marks ve Engels’in temel önemdeki eserleri üzerinden bu dersleri incelemeli ve gereğince kavramalıdırlar.



Sosyalizme dair...

...
Sosyalizm,
yani şu demek ki, dayı kızı,
sosyalizm,
senin anlıyacağın yani,
elkapısının yokluğu değil de,
imkansızlığı.
Ekmeğimizde tuz
kitabımızda söz,
ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,
yahut, başkası yel de,
sen yaprakmışsın gibi titrememek,
bunun tersi yahut...
Sosyalizm,
devirmek dağları elbirliğiyle,
ama elimizin öz biçimini
öz sıcaklığını yitirmeden.
Yahut, mesela,
sevgilimizin bizden ne şan, ne para,
vefadan başka bir şey beklemeyişi...
Sosyalizm,
yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın,
yahut, mesela
- bu seni ilgilendirmez henüz -
esefsiz,
güvenle,
emniyetle,
gölgeli bir bahçeye girer gibi
girebilmek usulcacık ihtiyarlığa,
ve hepsinden önemlisi,
çocukların, ama bütün çocukların,
kırmızı elmalar gibi gülüşü...
...

Nazım Hikmet
(Lehistan Mektubu’dan.../1954)