Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Şubat 2004
Sayı: 69
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yasa tasarısını püskürtmek için alanlara!
  YÖK yasası çıkmazı
  Teziç'in "aile fotoğrafı" gençliği temsil edemez!
  Sırada YÖK yasa tasarısı var!
  Açlık grevi sürecindeki eylem ve etkinlikler...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
   Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Bir dönemin ardından...
  NATO: Emperyalist saldırganlık ve savaşın kurumsallaşması
  6. Filo'yu unutmayın!
  "Her alanda ve her düzeyde devrimci seferberlik!"
  Gençlik hareketinin sorunları...
  Gençlik içerisinde reformizmin etkisi ve görevler
  Taşra üniversiteleri ve Teknokentler
  Okullarda "demokrasi" oyunu!
  "Bayram bizim sokağa da gelecek!"
  Üniversite-AŞ'de yurt yaşamı
  Irak yeniden yapılandırılıyor!
  Kendi tarihini kavgayla yazan halk!
  ABD emperyalizmi/1
  Gerçekler devrimcidir!
  14 Şubat: Vitrinlerde satılan sevgiler
  "Seni halk adına ölümü mahkum ediyorum!"
  Oyun yazarının türküsü!
  1848 Şubat Devrimi ve şanlı Haziran Ayaklanması... "Umutsuzluğun devrimi"
  Bir toplu katliam belgeseli: Carandiru



 
 
14 Şubat:

Vitrinlerde satılan sevgiler

14 Şubat! Sevgililer Günü... Dinsel bir seremoni adeta. İnsanların tanrıları olan kapitalizme paralarını ve artık rahat rahat parayla ölçülebilen duygularını kurban ettikleri bir ayin. Tüketim toplumunun en büyük tuzaklarından biri. Yeni yetmelerin en çok yedikleri yem. Kalp şeklinin sinir bozucu bir simge haline geldiği, kültür emperyalizminin “I love you” aracılığıyla vitrin süsü olduğu, Love Story filminin televizyonda bir kez daha verildiği gün. Bütün yerli yabancı dizilerde çiftlerin birbirlerine jestler yaptığı, hediyeler aldığı ve evliliği 20. yılına girmiş bir teyzenin bu görüntüleri seyrederken kocasından adeta nefret ettiği gün.

Bu büyük gün 14 Şubat, Sevgililer Günü. Sevginizi uygun kurdan paraya çevirin, karşılığıyla da sevgilinize hediye alın ve elbette onu yemeğe götürün. Sevginizin piyasadaki değerine göre maddi karşılığı artacaktır. Hediyenizin fiyatı sevginizin değerini açığa çıkaracaktır. Ama ne alırsanız alın, kırmızı olsun ve üstünde italik bir el yazısıyla “I love you” yazsın. Yaratıcılığınızı kullanmayın. Piyasa değeri yok.

Medyatik, aynı zamanda tatminsiz aşklar döneminde yaşadığımız için, insanlar sürekli birbirlerine karşı taşıdıkları duyguları kontrolden geçirme ihtiyacı içine giriyor. İlişkiler birbirine karışmış yün yumak gibi. Kimse kimseyi anlamaya çabalamıyor. Herkes sadece kendini anlayabilmek ve kendini anlatabilmek derdinde. İnsanlara yaşadıkları, ait olup da kendilerini ait hissedemedikleri alanlarda o kadar az ilgi gösteriliyor, o kadar az önem veriliyor ki, uzun uğraşlar sonucu sahip olabildikleri ikili ilişkilerine sımsıkı sarılıp, en azından o iki kişilik dünyada en önemli olabilmek istiyorlar. Kaybetme korkusu ile 14 Şubatlar’da rüşvet saçıyorlar. Karşılarındakilere kendilerini böyle ispat ediyorlar.

İlişkiler artık tercih değil, dayatmadır!

Yozlaşmış olan değerlerimiz bizleri özveride bulunmaktan, hoşgörülü olabilmekten, karşımızdaki insanları anlamaya çalışmaktan uzaklaştırdı. Duygulara isimler verip onları kategorilendirmeye ve ödüllendirmeye zorlandık. Duygularımızı sürekli ispat etmeye ve insan ilişkilerimizi sürekli kıyaslara tabi tutmaya mecbur kaldık. Sistemin ince ince işlediği bilinç yapımız, onunla fazlasıyla ilgilenen ve onu herşeyden daha önemli gören bir değerler sistemini hiç direnmeden kabullendi. Ve sonuçta her daim sahiplenen, kuşatan, ama bir o kadar güvensiz üç günlük ilişkilere bölünmüş bir dünyaya hapsolduk. Gündelik hayatımızda o kadar büyük bir yer kapladı ki bu ilişkiler, düşünce ve duygu dünyamızda çoğu kez bir üçüncü kişiye yer kalmadı. Yaşadığımız herşeyi sosyal izolasyon kaygılarıyla sürdürd¨ğümüz için şovlara döktük. İlişkileri afişe etmek pompalandı beynimize, süslemek, yapay, naylon film repliklerine dökmek. Aşk şiirlerini Brezilya dizilerinden ilham alarak yazmak. En büyük şairleri sadece bir-iki aşk mısrasıyla anmak. Ağaçlara, masalara, duvarlara yazmak.

Gerçeklerin dünyasından koptukça, masallara sürüklendikçe daha da traji-komik bir duruma düştük. Yozlaşmış masallar yaşamaya çalışmak zor. Uğruna dünyaları devirdiğimiz ilişkilerimizden üç gün sonra vazgeçtik. Sevgili sayımızla hayat tecrübemizi denk tuttuk.

İlişkilerimizde karşı tarafa hiç önem vermedik. Bize öğretilen, yalnız kendini düşünmek anlayışından hiç sapmadık. Bütün insanlara yer açmış bir dünya yaratmaya çalışmadık. Dürüst olmadık. Hayatı değil, filmleri paylaştık. Gerçekleri değil, uydurduklarımızı... Hissettiklerimizi değil, söylememiz gerekenleri söyledik... Derken 14 Şubat geldi. Ve bu çabalarımızı paraya dökmemiz söylenmişti. Bütçemize uygun en büyük jesti yaptık. Çünkü bize bu öğretilmişti!

Sevgilinize her gün düşlerinizi hediye edin!

Maalesef bugün yüz kişiden doksanının duygu dünyası yukarıda yansıtıldığı gibi. Toplumsallığın toplum dışına itilmesinin sonucu özel hayatın allanıp pullanılması ve sosyalleştirilmesi oluyor. İnsanların iç dünyası, duyguları ve zaafları ekonomik pazarın ilham kaynağını oluşturuyor. Üretimdeki çokluk, seçeneklerdeki takip edilemez artış, işlevselliğin önüne geçmiş olan estetik kaygılar bugün bunun ispatı. Her 14 Şubat’ta insanlara sevdikleri için tüketmeleri dayatılırken, aslında en zaaflı oldukları nokta seçiliyor. Uzun ve hummalı bir çalışma sonucu (14 Şubat öncesi gazete haberleri, televizyon programlarıyla) öncelikle beklentiler yaratılıyor. Daha sonra özel üretimler ve vitrin süsleriyle yaratılmaya çalışılmış olan kültür ve duygu kalıbı ile insanlara baskı yapılıyor. Ve en son noktaya kadar edilgen kalan bir dolu insan, tüketim nktasında baskılar karşısında dayanamayarak bu basit oyuna katılıyor. Ve paralar saçılmaya başlanıyor. “En pahalı hediyeyi alan, en çok sevendir” öncülü haftalarca işlendikten sonra, zaten insanlara başka bir seçenek bırakmıyorlar. Yalnız kişilere ise büyük bir sendrom kalıyor 14 Şubat’tan geriye. Çünkü onlara satır aralarında anormal oldukları söyleniyor.

Tüm bu hediye alışverişi saçmalığına, sevgiyi ispat etme, ölçme, somutlama çabalarına, insanlar açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken böylesine iki kişilik düşünmeye ve harcamaya mecbur bırakılmaya, değer yargılarının, duyguların metalaştırılmasına karşı çıkmak gerekiyor. Ortada olan bir gerçek var, bütün bunlar, hediyeler, söylenen sevgi sözcükleri, beraber geçirilsin diye bütün planların ertelendiği o gün tümüyle sahte. Gerçek yaşam hiç de bu kadar pembe değil. Gerçek yaşam kalp şeklinde yastıklara sahip olmakla güzelleşmiyor. Hayatı paylaşmak için önce hayata beraber sahip çıkmak gerekiyor. Aşk iki kişiyle yaşanan bir yalnızlık değil, koca dünyaya seslenmekle güzelleşecek insani yanımız. İnsanlara verilen değer elden ele değişerek kirlenmiş paralarla değil, acak insanlığa verilen değerle ölçülebilir. Yaşama gerçek yüzüyle bakabilmek gerekiyor. Gerçekleri görmenin sonucu biraz öfke, biraz mutsuzluk olsa bile, öylesine direngen bir umut veriyor ki insana, bu umudu taşımanın hediyesini sunuyor her gün sevdiği insanlara.

Vitrinlerde sevgilerin satılığa çıkarıldığı böyle bir günde buna alet olunmamalı. Bir insan gerçekten birini seviyorsa, gerçekten insanları seviyorsa, onlara parayla ölçülemeyecek bir hediye vermek isteyecektir: Parayla ölçülmeyen sevgilerin olduğu bir dünya!

A. Eylül