Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Şubat 2004
Sayı: 69
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yasa tasarısını püskürtmek için alanlara!
  YÖK yasası çıkmazı
  Teziç'in "aile fotoğrafı" gençliği temsil edemez!
  Sırada YÖK yasa tasarısı var!
  Açlık grevi sürecindeki eylem ve etkinlikler...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
   Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Soruşturma ve yasa karşıtı eylemlerden...
  Bir dönemin ardından...
  NATO: Emperyalist saldırganlık ve savaşın kurumsallaşması
  6. Filo'yu unutmayın!
  "Her alanda ve her düzeyde devrimci seferberlik!"
  Gençlik hareketinin sorunları...
  Gençlik içerisinde reformizmin etkisi ve görevler
  Taşra üniversiteleri ve Teknokentler
  Okullarda "demokrasi" oyunu!
  "Bayram bizim sokağa da gelecek!"
  Üniversite-AŞ'de yurt yaşamı
  Irak yeniden yapılandırılıyor!
  Kendi tarihini kavgayla yazan halk!
  ABD emperyalizmi/1
  Gerçekler devrimcidir!
  14 Şubat: Vitrinlerde satılan sevgiler
  "Seni halk adına ölümü mahkum ediyorum!"
  Oyun yazarının türküsü!
  1848 Şubat Devrimi ve şanlı Haziran Ayaklanması... "Umutsuzluğun devrimi"
  Bir toplu katliam belgeseli: Carandiru



 
 
Filistin, yarım asrı deviren direnişiyle tüm ezilen halkların umudu olmaya devam ediyor...

“Bayram bizim sokağa da gelecek!”

I. emperyalist paylaşım savaşından galip çıkan İngiltere, 2 Kasım 1917’de Balfour bildirisinin yayımlanmasının ardından Filistin topraklarındaki Osmanlı himayesine son verdi ve Filistin 1920’de İngiliz mandasına verildi. Artık Filistin halkı emperyalistlerin elinde oradan oraya savrulacak ve son olarak toprakları ellerinden alınacaktı.

II. emperyalist paylaşım savaşı sonunda kurulan kapitalist dünyanın yeni ortaklık aracı olan Birleşmiş Milletler, Filistin’in yazgısını belirleme görevini üzerine aldı. Bu örgütün genel kurulu 29 Kasım 1947’de Filistin’i kağıt üzerinde üç bağımsız bölgeye ayırdı: Bir Yahudi devleti; bir Arap devleti; uluslararası statülü Kudüs. Arapların tüm karşı çıkmalarına karşın bu bölüşüm gerçekleşti. Kapitalizmin lordları, Ortadoğu’ya yönelik uzun vadeli planlarını uygulamaya başlamıştı bile. Bölgeye siyonizm hareketi sonucunda Yahudi göçü başladı.

Kararda, önceden toprağın %6’sına sahip Yahudiler’in bölüşümde bölgenin %55’ini alması öngörülüyordu. Yani paylaşım önceden yapılmış, şartların yerine getirilmesi, yani nüfus çoğunluğunun elde edilmesi işi sonradan bölgeye taşınacak Yahudilerle sağlanıyordu. O dönemde toplam nüfus, 1 milyon 250 bin Arap ile 700 bin Yahudi’den oluşmaktaydı.

Hiç vakit kaybedilmeden 15 Mayıs 1948’de İsrail devleti kuruldu. Bu sırada İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki ilk çatışma patlak verdi. Bu çatışma soncunda Yahudi devleti büyüdü; ama Kudüs Arap devleti kurulmadı. Bölge topraklarının bir bölümü ile Kudüs’ün yarısı Ürdün’e bağlandı, Gazze hattı da Mısır’ın yönetimine geçti. Böylece Filistin haritadan silindi. Herkes kendi çapında yağmadan pay alırken ortada ülkesi elinden alınmış, onuru çiğnenmiş bir halk ve mülteci kamplarına sığdırılan yaşamlar kalmıştı.

1948 savaşı sonunda yaklaşık 700 bin Filistinli baskılar sonucu topraklarını terketmişti. İsrail’de artık 879 bin kişilik nüfusun 150 bini Filistinli’ydi. BM ülkelerinden ayrılan Araplar’ı ikiyüzlü bir tavırla topraklarına dönmeye çağırdı. Bir yandan Araplar’ı geri dönmeye çağıran BM, öte yandan el konulan mallarına karşılık tazminat ödenmesi için hiçbir girişimde bulunmadı. Mülteci kamplarında sefalete mahkum edilen Filistin halkı tüm bunlar yetmezmiş gibi bu kamplarda da katledildiler. Tüm dünya halkaları tarafından ‘Beyrut Kasabı’ olarak anılan bugünkü İsrail Başbakanı Şaron, bu sıfatı 1982 yılındaki Lübnan işgali sırasında, Sabra ve Şatila katliamlarına ön ayak olarak edinmişti.

İsrail devletini Ortadoğu’nun kalbine bir bıçak gibi saplayan emperyalistler, çok kısa sürede kurdukları bu devleti tüm Ortadoğu’yu kontrol altında tutacak bir ileri karakol olarak düşünmüşlerdi. Yeraltı kaynakları bakımından zengin ve büyük karışıklık içindeki bu coğrafya, hızlı bir şekilde kontrol altına alınması ve faydalanılması gereken bir yerdi.

Ama işler onların beklediği gibi gelişmedi. Filistin halkı onların beklediği gibi yıkımı kolayından kabul etmedi. 1948, 1956 ve 1967 yıllarında çıkarlarını korumayı diğer Arap ülkelerine bırakan Filistinliler, bundan bir sonuç çıkmayacağını anladılar ve kendi yollarını kendileri çizmeye ve kendilerine biçilen kefeni yırtmaya başladılar. Yaklaşık 50 yıllık bir geçmişe sahip Filistin direnişi bugün hala dimdik ayakta. ABD emperyalizminin şımarık çocuğu siyonist İsrail, Filistin halkına yaptığı tüm katliam, işkence ve baskılara rağmen bu halka henüz boyun eğdirebilmiş değil. FKÖ’nün kurucusu ve Filistin direnişinin simgesi haline gelen Arafat’ın bile bitirmeye çalıştığı bu savaşı, Filistin halkı zafere kadar taşıyacağını haykırıyor. Emperyalistler tüm güçleriyle Arafat’ı ikna etmeye uğraşırken şunu unutuyorlar: Arfat’ı yaratan ve kendi içinden çıkaran Filistin halkıdır, bugün direniş Arafat’ın adına sıkışmayacak kadar büyük ve engellenemez bir nitelik kazanmıştır.

Bugün Filistin’de direnişi kırmaya yönelik çabalar devam ediyor. Son olarak İsrail, bölgeye güvenlik duvarı inşa ederek Yahudi ve Arap bölgelerini ayırmayı planlıyor. Böylece İsrail, Filistin topraklarının yeni bir bölümünü gaspetmekle kalmayacak, Filistin’den kendi topraklarından geçişi kontrol edebilecek ve Araplar’ın kendi topraklarında çalışma imkanlarını azaltacak. Daha önce de Almanlar Yahudileri, Güney Afrika’da apartheid rejimi siyah çoğunluğu gettolara kapatmış ve soykırım uygulamıştı.

Bir avuç kapitalistin çıkarlarına kurban edilmek istenen Filistin halkı belki tarihin en onurlu direnişini sergiliyor. İlkokul çağındaki çocuklar yaşamı kitaplardan değil sokaklardan ve direnişten öğreniyor. Ölüm kusan İsrail tanklarının ve plastik kaplanarak yumuşatılmaya çalışılmış mermilerin arasında büyüyorlar, ölü bedenleri emperyalistlerin karşısında Filistin halkının barikatları oluyor. Dünyanın bu ufacık coğrafyasında gün direnişle doğuyor, direnişle batıyor ve her geçen gün Filistin halkının zaferini müjdeliyor.
Bugün Filistin topraklarında sürdürülen katliamın boyutları artıkça tüm dünya halklarından ve kendi halkından gelen tepkiler büyüyor. Askerlik yapmayı reddeden yarbay Eytan Ronel, rütbelerini İsrail Genelkurmay Başkanı’na iade ederek istifa ederken, İsrail ordusunun bazı savaş pilotları artık bu katliama ortak olmayacaklarını söylüyor, onlarca vicdani retçi ve operasyonlara katılmayı reddeden asker, askeri mahkemelerde yargılanıyor hapse atılıyor. Siyonist İsrail, Filistin halkına uyguladığı baskıları kendi halkına da uyguluyor.

Büyük ağabeyi ABD, saplandığı Irak batağında debelenirken, İsrail de direnişin gücü ve tüm dünyadan direnişe verilen destek yüzünden iyice arsızlaşmış durumda. Artık hiç saklamaya gerek duymadan sivillerin üzerine ateş açan, Filistinliler’e ait yerleşim yerlerini yıkan İsrail güç gösterisi yapma uğraşında. Ancak herkes biliyor ki bu bir güç gösterisi değil, açıkça acizliğinin resmidir.

Filistin yarım asrı deviren direnişiyle tüm ezilen halkların umudu olmaya devam ediyor. Siyonist İsrail’i muazzam boyutlardaki destek ve yardımlarıyla besleyip, onu bir savaş makinesi ve nükleer güç olarak Ortadoğu halklarının üzerine salan ABD emperyalizmidir. Ancak İsrail ve arkasına aldığı ABD emperyalizmi tüm gücüne rağmen kendini taşlarla ve sapanlarla koruyan Filistin halkının direnişi karşısında çaresiz kalmış durumda.

Filistin direnişi öğretiyor ve Filistin halkı, Nazilere karşı kahramanca savaşan Sovyet halklarının umut dolu çağrısını dünyaya yayıyor: “Bayram, bizim sokağa da gelecek!”