Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Ağustos 2003
Sayı: 63
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Amerikan jandarması olmayacağız!
  ÖSS sendromu bitmiyor!
  Eğitim hakkımıza bir saldırı aracı: Yaz okulları
  Yıldız Teknopark AŞ kuruldu!
  Okullarımızı satmak istiyorlar...
  Özel Okulları Destekleme Projesi ve Uluslararası Ortak Lisans Programları...
  Çuval ABD'nin "bağımsızlık ve demokrasisi"dir!
  Genç komünistlerin bölge faaliyetlerinden...
  İşgalci ABD'ye destek, Ortadoğu halklarına ihanettir!
  Genç işçilerle kölelik yasası ve Irak'a asker gönderme üzerine konuştuk...
  Sanayi sitelerinden...
  Genç bir komünistin bir günü...
  Üniversite sermaye işgali altında!
  Şovenizm ve saldırgan milliyetçilik!..
  "Pozitif milliyetçilik"...
  Kurtuluş yok tek başına!
  Reklamlarla dayatılan...
  Ya da bir kutu kızıl boyayala dünyayı tüm renklere boyayın!
  "Dünyayı değşitirin, çünkü değiştirmek gerekiyor"
  Geçmişten bugüne halk ozanlarımız
  Alternatif bir dünya için kendi alternatif devrimci sanatımızı yaratalım
  "Yağmurları temizlemeli çocuklar yine koşabilsin yağmurların içinde..."
  Ayak sesleri...
  Okur mektupları



 
 
Ayak sesleri...

Sabah gün doğmamıştı, camın önünde kurşuni renkte bir serçe ölüsü vardı, belli ki yeni ölmüştü. Hala titriyordu. Seherine kan sıçramamıştı. Sessizlik kalın ve örtülecek yorgan gibiydi etrafta...

Hüzün yanımla sızlayarak rüzgarın tersine bıraktım ruhumu ve kalakaldım birden; zayıf yıpranmış ellerinde sandıklarıyla, ayak seslerinin kuşattığı yüreklerinde henüz ölmemiş, hüznü ve sevgiyi taşıyan, içlerine bir yara salınmış çocukların arasında. Geri dönmeyen kuşların gidişini duyabilmek için sığınıyordum köşede, sırf terkedilmek için sevilen seher yeli kızların, tutulmamak için verilen kan renginde sözlerin, yirmi dört saatlik dostlukların, yaralı insanların acı boşluğuna birikmiş kentte. Dalgalar kırılıyordu içlerinde; saygısızca seslenişlerinden, parçalanmış yüreklerinden kıvılcımlar sıçrıyordu, sözün sese ihtiyacı varken. İnançlarına sahip çıkıyorlardı.

Zaman onlar için saat ya da dakika değil sadece ‘birazdan’dı ve bekliyorduk. Zamansız yerlerde aramışlar yaşamı ve mekansız zamanlarda susmuş yaşamları. Hiç dolduramadıkları bir boşluktu, telaşlarını gürültülü yapan. Ürkütücüydü belki ama onlarınki masum, hırslı, saf, alevli, kızıl sevgiyi ararken sarı hüznü bulmuş, çam yeşili öfkeli, maddiyat yoksunu, sıcak bir çocukluktu. Gözleri sandıkta, kulakları ayak seslerinde bir solgun mevsimdiler... Duvarlara yan çizip, hayatın kurmaca senaryolarına rest çekmeyi öğrendiklerinde seveceklerdi özgürlüğü. Gökyüzü saatlerini çalıyordu ve eksik bakıyordu. Yanmak ve donmak arası gidip geliyordum. Dolu dizgin bakışlara su serpsem tutuşacaktım, adını çağırıyorken sesim. Yasaklı çiçek isimleri gibi gizledim bakışlarımı bir an, kendiliğinden uzaklaştılar.

Sabaha kadar beni taşıdı düşüm, kendimle alay etti gülüşlerim, dalgınlığım uzuyordu sadece. Günün ilk ışıklarıyla sinen siren sesleri gibi buruktular, bu eylem için muazzam bir kuytuluk seçmişlerdi. Sanki o soğuk duvarın beyazlığı ardında, küçümsemelerini bir türlü saklayamayan gözlerle kesişiyorlardı. Kirlenmiş kutsallıkla, unutulmuş din duaları mırıldanır gibi titreşen dudakların hapsinde, kedi düşleri gibi hırçın koridorların kokusu, titrek dudaklı, küçük bakan insancıklar için tasarlanmıştı. Onları böyle güçlü, beni de böyle şüpheci kılanlar, gözleri üşümüşken sığınmışlardı, geri dönmeyen bakışlarının direniş kalıntısı serinliklerine. Ben de onlar gibi her şeye rağmen güvenip, gülmeyi öğrendiğimde geri dönmeyenlere alışacağım belki de, umarsızlıklara ve tutunamamışıklara... Acılar kaybolmuş hatta duvarlara sinmişti, ruhlarını kemirmiş ve grileşmişti beyazlar. Biraz acele biraz acıyla eş değerdi. Yaşadıkları gibi inanmak zorunda oluşları ve bunun mağlubiyetiydi onları titreten. Mavi denizde boş şişeler içindeydiler, farkındaydılar hala her birinin koskoca gökyüzü vardı, paylaşmak için yıldızları. Sırf geleceğe eklemek adına hak etmedikleri arzuları elde etmek istemiyorlardı. Yalnızca incitildikleri hissine kapıldıklarnda hırçınlaşıyorlardı, masumca ve aniliğin verdiği ansızlık parıltısıyla. Büyümek tehlikeliydi, biraz daha yüzleşmek adına gerçeğin boy aynasıyla.

Geri dönmeyen sözlerin acısı adına, konuşmamayı tercih etmeyi öğrendim. Kan giden yaraların hatırına, bulutlarım belirsizliğin ve çaresizliğin ranasına. Eskimiş acı bir çığlıktı şehrin dokunuşu sızıma. Gece yarısı anlamları, yolda lacivert bakışlar savuruyordu üstlerine umarsızca. Siyah ışıkları andırıyorlardı yaşanmış hırslarını çoktan boğmuşlar, hayatın üvey olduğuna saplanmışlar. Hafızası yitik boya sandıkları, içlerindeki çölde mekanik ufalanmadan fazla zedelenmiş ellerinin kuruluğu, cam kırıklarının üstünde büyümüş yürekleri. Nefessiz düşleriyle yüz yüze yaşadıkları; küçük sahnelerdeki büyük oyunlarıydı aslında.

Suları bulandıran direnişin serinliği hala gözlerimde, nerden geldiği dağlarda da bilinmiyor. Düşleri aynı anda bir sürü rayda ilerliyordu. İçlerinden binlerce kelebek uçurmak istiyorlardı, kendilerine her renkten bakan gözlerle. Birileri ısınıp “belki” diyorken, onların üşümeleri hiç dinmiyordu. Son adıma kadar kör.

Periyodik olarak, topluca kuytu köşelerde joplanmak; tırmalıyordu hepsinin, okul çıkışı alışılmış, iş paydoslarının akıbetini. Çıkarlarını zedelememek için dayak pratikti. Gözyaşlarıyla ıslanmış saçlarının kokusu, avcumda hala. Hep bu zamanlarda yaşamaktan ölürler diye korktum.

Düşlerimi tırmalayan sabahın tadı nefesimdeydi, sehere kan sıçratılmış gibiydi, kurşuni rengini almıştı. En suskun yerindeyken soluklarım kesildi birden. Hınzır uğultunun ardından , bakışlarımı lacivertin altında titrerken bıraktığım camda, bir serçe ölüsü vardı. Bedeni donmuştu sanki uzun zaman olmuştu öleli.

Bu şehrin sokakları bizim için dar yapılmıştı ama hiç birinin yüreğini hissetmiyordum ilk kez. Ne seslenişler, ne kokuları, ne de sandıkları... Rüzgara karşı bir ezgiydi dudağımdaki. Avcumdaki donmuş, yitik canı denizlere dek şehirlerin ufkuna bıraktım ıslatması ve ısıtması için. Gün doğmamıştı, kalanlar ve bekleyenler ardı sabahlamak içindi sokak lambaları:

Çalıntıların şahidi.
Ölümlerin, terkedilişlerin, kaçışların şahidi, uğurlayanı belki de serçelerin!

Banu Desise