Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Ağustos 2003
Sayı: 63
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Amerikan jandarması olmayacağız!
  ÖSS sendromu bitmiyor!
  Eğitim hakkımıza bir saldırı aracı: Yaz okulları
  Yıldız Teknopark AŞ kuruldu!
  Okullarımızı satmak istiyorlar...
  Özel Okulları Destekleme Projesi ve Uluslararası Ortak Lisans Programları...
  Çuval ABD'nin "bağımsızlık ve demokrasisi"dir!
  Genç komünistlerin bölge faaliyetlerinden...
  İşgalci ABD'ye destek, Ortadoğu halklarına ihanettir!
  Genç işçilerle kölelik yasası ve Irak'a asker gönderme üzerine konuştuk...
  Sanayi sitelerinden...
  Genç bir komünistin bir günü...
  Üniversite sermaye işgali altında!
  Şovenizm ve saldırgan milliyetçilik!..
  "Pozitif milliyetçilik"...
  Kurtuluş yok tek başına!
  Reklamlarla dayatılan...
  Ya da bir kutu kızıl boyayala dünyayı tüm renklere boyayın!
  "Dünyayı değşitirin, çünkü değiştirmek gerekiyor"
  Geçmişten bugüne halk ozanlarımız
  Alternatif bir dünya için kendi alternatif devrimci sanatımızı yaratalım
  "Yağmurları temizlemeli çocuklar yine koşabilsin yağmurların içinde..."
  Ayak sesleri...
  Okur mektupları



 
 
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA!

Çalışmakta olduğumuz sanayi sitelerinde, irili ufaklı fabrikalarda, atölyelerde, sömürü çarkları en vahşi, en acımasız şekilde dönmektedir. Doğu Sanayi, Marmara Sanayi, Evren Sanayi, İMES ve diğerlerinde durum birbirinden farklı değildir. Buralar patronlar için ucuz emek cenneti, biz işçiler için ise sömürü cehennemidir. Buralar can pazarıdır. İşçinin sadece emeği değil, eti, kemiği, kanı, canı, tüm yaşamı üç kuruşa alınır, satılır.

Patronların ve onların sömürü düzeninin bizlere reva gördüğü yaşam, yaşam değildir. Hayır, bize reva görülen, canlı canlı mezara girmek ve ömür boyu ızdırap çekmektir. Bizlere reva görülen, daha çocuk yaştan başlayarak en ağır işlerde posamız çıkıncaya kadar vahşice sömürülmektir. Sonra da kullanılmış mendil gibi buruşturulup bir köşeye atılmaktır.

Buralarda sömürü çarkları en vahşi, en acımasız şekilde döner. Buralarda sendika yoktur. Sigorta yoktur. Çalışma saatlerinde bir sınır yoktur. İş güvenliği yoktur. İş güvencesi yoktur. Doktor yoktur. Hastane yoktur. Servis yoktur. Ücretli izin ve tatil yoktur. Dinlenme yoktur. Hak hukuk ise hiç yoktur.

Buralarda çocukluğun ve gençliğin güzel baharını, tatlı hülyalarını yaşamak yoktur. Okul ve kitaplar yoktur. Spor tesisleri yoktur. Bilgisayar makinaları ve rengarenk oyuncaklar yoktur. Ağaçlar, kuşlar ve uçurtmalar da yoktur.

Buralarda üç kuruş sefalet ücreti vardır. Nefeslere sinmiş açlık kokusu vardır. Sabahın köründen akşamın karanlığına kadar günde 10 – 12 saat, haftada 6 gün köleler gibi çalışmak vardır. Ekmek lapasıyla mide doldurmak vardır. Sağlıksız iş koşullarından dolayı zehirlenmek, hastalanmak, 20 yaşında ihtiyar olmak vardır. Adı kaza olan iş cinayetlerinden ölmek ve sakat kalmak vardır. Sigortamız yapılmadığı ya da pirimlerimiz yatırılmadığı için hastahane kapılarından sefilce geri çevirilmek vardır. Tazminatsız işten atılmak vardır. Hakkını arayınca patronun tekmesi, polisin copu, jandarmanın dipçiği vardır. Ustabaşının hakareti, küfürü ve dayağı vardır. Hemen kapının önünde ise beterin beteri işsizlik cehennemi vardır.

Bunlar hepimizin bildikleri, her gün yaşadıklarıdır. Peki tüm bunlara daha ne kadar tahammül edeceğiz? Bugünümüzün ve geleceğimizin karartılmasına daha ne kadar müsaade edeceğiz? İnsan gibi çalışmak, insan gibi yaşamak en başta bizim hakkımız değil mi? Öyleyse neyin cezasını çekiyoruz? Biz yoksullar sınıfı çok tembeliz de, asalak zenginler mi çok çalışkan? Biz aptalız da onların kuş beyinleri mi çok akıllı! Çektiğimiz çileye alın yazısı deyip geçecek miyiz. Böyle gelmiş böyle gider deyip boyun mu bükeceğiz?

Bugünümüzü ve geleceğimizi karartan sömürücü asalaklara karşı hiç mi öfkemiz yok? Sömürü ve kölelik üzerine kurulu bu kölelik düzenine hiç mi isyanımız yok? Etimizi yiyip semirenlere, kanımızı içip palazlananlara, zevk ve sefa sürenlere, har vurup harman savuranlara diyecek hiç mi sözümüz yok?

Hayır! Bizim yüreğimizde öfke de var, isyan da!

Ama düzen bu öfkeye ve isyana gem vurup bir bataklığa doğru dört nala sürüyor. Düzenin zehir saçan ahtapot kolları bizleri dört bir yandan kuşatmaya alıyor. Düzen, bizim içimizde cehaleti, serseriliği, arabeski, barı, diskoyu, kahveyi, küçük burjuva özlemleri, tek başına kurtuluş hayallerini, kumarı, içkiyi, fuhuşu, uyuşturucuyu, kaderciliği, korkuyu, boyun eğmeyi, gericiliği, bağnazlığı körüklüyor. Düzen bizim aramızda ulus, din, mezhep, memleket, futbol taraftarlığı gibi farklar üzerinden husumeti, çekişmeyi, rekabeti, düşmanlığı, kavgayı körüklüyor. Ne için? İşçiler, patronlara karşı güçlerini tek yumruk halinde birleştirmesinler diye. Ne için? Dini de, imanı da, mezhebi de, vatanı da para olan patronlar sınıfı egemenliğini sürdürebilsinler diye!

Bu böyle sürüp gitmeyecek. Çünkü sadece öfkemiz ve isyanımız yok bizim! Tüm dünyada yüzlerce, binlerce yıldır sürüp giden sınıflar savaşının altın dersleri var bize mücadele yolunu gösteren. İşte bizim en büyük hazinemiz budur. Bizim bu sömürü ve soygun düzeniyle başa çıkacak gücümüz de vardır, onu yıkınca yerine koyacak kendi düzenimiz de! Bize gereken bunun bilincine varmak, örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmektir. Eğer örgütsüz isek, tek başımıza birer hiçiz. Bilinçlenip örgütlendiğimizde ise bükülmez bir bilek, aşılmaz bir barikat, yenilmez bir kuvvet oluruz.

Evet, yürümemiz gereken yol ne düzdür ne de kısa. Uzun, engebeli, taşlı, dikenli ve engerekli. Ama söyleyin, biz zaten ne zaman geniş ve ferah bulvarların lüks mağazalı, pembe kaldırımlarında keyif çatıp yürüyebildik ki? Evet işimiz kolay değil! Karşımızda gücünü para ve zorbalıktan alan soysuz bir sermaye iktidarı var. Ama söyleyin, biz zaten ne zaman kolay işlerin insanı olduk, ne zaman el bebek, gül bebek, ekmek elden su gölden yaşayabildik ki?

Sözün kısası kardeşler: Mücadele edeceğiz ve kazanacağız! İnsanca yaşamak istiyorsak mücadele etmeye ve kazanmaya mahkumuz. Tüm ezilen ve sömürülenler bu kavgada kendi sınıfınının saflarında er ya da geç yerlerini alacaktır. Çünkü başka bir kurtuluş yolumuz yoktur.

Sanayi sitelerinin genç işçileri de bu yola girecektir.

Birleşip ayağa kalktı mı, yeri göğü sarsan bir sınıfın, işçi sınıfının mensubu olduğunun bilincine varacaktır. Onun sıra neferinden biri olmanın onurunu kuşanacaktır. Tarihin kilidini kırıp çarklarını ileriye doğru döndürmek için kendi sınıf gücünü ilmik ilmik örgütleyecektir. Diğer sınıf kardeşleriyle halka halka birleşecektir. Hak verilmez, söke söke alınır gerçeğini düşe kalka öğrenecektir.

Sömürünün, zulmün, adaletsizliğin karşısına bölük bölük dikilecektir.

Çürümüş bu eski dünyada kendi yeni dünyasını kurmak için sınıf kavgasında yiğitçe ileriye atılacaktır.

(Genç İşçi Bülteni’nin Temmuz sayısından alınmıştır...)