Anadolu yüzyıllar boyunca zulmedenlere ve zulme direnenlere sahne olmuştur. Nice Hızır Paşalar, nice Şeyh Bedreddinler yaşamıştır bu topraklarda. Yaşananlara tanıklık eden, onların çağlar boyunca anlatılmasını sağlayanlar ise halk ozanları olmuştur. Halk ozanları hakim sistemi ve onun uyguladığı zulmü eleştiren, teşhir eden; ezilen halkın acılarını, özlemlerini, sevinçlerini dile getiren bir işleve sahiptir. Bu nedenle de daima egemenler tarafından baskı ve işkencelere maruz kalmış, hatta halk üzerindeki etkilerinden korkulduğu için katledilmişlerdir.
Pir Sultan Abdal halk ozanlarımız içinde önemli bir yere sahiptir. Bunun nedeni ise onun kimliğinde gizlidir. O salt bir halk ozanı değil aynı zamanda bir önderdir.
16. yüzyılda yaşamış olan Pir Sultan, Osmanlının ağır vergileri altında ezilen halkın sözcüsü oldu. Halkı, en ufak bir başkaldırıyı bile korkunç katliamlarla bastıran Osmanlıya karşı direnmeye çağırdı. Kendisi bir Aleviydi ancak o diğer mezheplerden yoksul köylülerin de önderi oldu. Pir Sultan Abdalın yaşamına dair yazılı bir belge yoktur. Yaşamına dair bilgiler şiirlerine ve rivayetlere dayanır. En yaygın rivayete göre eskiden kendi müridi olan Sivas valisi Hızır Paşa tarafından düzen için tehlike yaratması nedeniyle mahkum edilmiştir. Düşüncelerinden ödün verilmesine karşılık serbest kalacaktır. Pir Sultan tereddütsüzce yanıtını vermiştir:
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.
Pir Sultan yolundan dönmemiş, bu nedenle de idam edilmiştir. Ancak cellatları onu öldürmeyi başaramamıştır. Pir Sultanı Anadolu halkının dilinden sökememişlerdir. Gelin canlar bir olalım diyen dizeleri dilden dile söylenmiştir.
Pir Sultan Abdaldan yaklaşık iki yüzyıl sonra yaşamış olan Dadaloğlu bir Türkmen ozanıdır. Dadaloğlunun şiirlerindeki en önemli özellik halka mücadele ruhu ve umut aşılamasıdır. Düzenin zincirlerini reddeden, fermanına karşılık dağları sahiplenen, asla boyun eğmeyen bir şiirdir onunki. Dadaloğlu da tıpkı Pir Sultan gibi dizelerinde ölümsüzleşmiştir.
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Dadaloğlunun çağdaşı diyebileceğimiz bir diğer halk ozanı Serdari, Sivasın Şarkışla ilçesindendir. Onun şiirlerinde de yoksulluk ve bunun yarattığı acılar ve tüm bunlara rağmen umut anlatılır. Kısa çöp uzundan hakkın alacak der. Serdari, o yoksulluk acısını kendisi de yaşamış ve şiirlerine yansıtmıştır.
Sefil rençberin yüzü soğuktur
Yıl perhizi tutmuş içi koğuktur
İneği davarı iki tavuktur
Bundan gayrı yoktur malımız bizim
Benim bu gidişe aklı ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Halk ozanlarımız içinde en önemlilerinden biri de Karacaoğlandır. 17. yüzyılda yaşamış Karacaoğlanda doğa ve aşk temaları önplandadır. O da Osmanlı Devletinin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır. Ancak onun şiirlerinde Anadolu halkının çektiği acılar işlenmez. Onun şiiri kaynağını doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğadan alır. Düşündüklerini açık, anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin ouml;zünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür.
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Karacoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Geçtiğimiz yüzyıl da pek çok halk ozanı yetiştirdi. Pir Sultanlar geleneğini sürdüren 20. yüzyıl halk ozanları, ezilenden yana olan ve halkı mücadeleye çağıran pek çok eser ürettiler. Bunlardan en önemlileri arasında Muhlis Akarsu ve Aşık Mahzuni Şerif geliyor.
Aşık Mahzuni Şerif son derece önemli bir ozanımızdır. O türküleriyle daima halkın acılarını ifade etme çabasındaydı. Bir röportajında Pir Sultan Abdalın halk ozanlığı işlevinde öz misyonunu teşkil ettiğini söyleyen Mahzuni Onun halktan yana kavgası, ezilmişler için duyduğu ilgi, aynı kıvançta beni de sarmıştır diyor ve kendi konumunu da böylelikle ifade etmiş oluyor. Mahzuni halk ozanlığını solculukla özdeşleştirmiş ve sağcı ozanlara atfen, özünde bir bulgur tanesi kadar bile insan aşkı ve insan sevgisi olan bir insan ozan da olsa, imam da olsa, sağcı olamaz. Çünkü sağ düşünce içinde başı çeken tekelci anlayış ve paylaşımcılığı reddeden sermaye acımasızlığı yatar. Bu çizgiyi onaylayan ozan ya da başka kişiler halkı sevmiyor demektir der.
Yoksulun sırtından doyan doyana/ bunu gören yürek nasıl dayana dizeleri ve daha pek çokları bunun ifadesidir:
Yürü bire Osmanlının ovası
Dağlarıma çadır kurulur bir gün
Kolay mı dağıtmak yiğit yuvası
Bunların hesabı sorulur bir gün
Kapısı uşaklı beyler nicoldu
Yeyip de içtiğin köyler nicoldu
Omuzunda oklu yaylar nicoldu
Korkarım ki yaylar gerilir bir gün
Ağlama Mahzuni yiğit ol nolur
Her akşamın sonu sabahla gelir
Sanma ettiklerin yanına kalır
Sana da çorap örülür bir gün
Muhlis Akarsu da Pir Sultan ve Karacaoğlan etkisini taşıyan bir ozanımızdır. Eserleri ağırlıkla aşk ve sevda temalıdır, ancak toplumsal konulara da duyarsız kalmamıştır. Muhlis Akarsu acıdır ki Pir Sultanlar geleneğinin bir taşıyıcısı olması nedeniyle katledilmiştir. 2 Temmuz 1993te Sivastaki Madımak otelinde yakılan 35 aydınımızdan birisidir.
Eski günler hayalimden gitmiyor
Dün dediğin bugünkünü tutmuyor
Yiğidim ya sana gücüm yetmiyor
Ne sevdiğin belli ne sevmediğin
Hainsin oy zalimsin oy nedeyim oy
Akarsuyum böyle miydi ahtımız
Onun için viran oldu tahtımız
Umudum yok gülmez artık bahtımız
Halk ozanlarımız geçmişten bu yana halkın acılarının, sevinçlerinin, dertlerinin anlatıcısı haline gelmişlerdir. Onları çağlarca canlı tutan da budur aslında. Pir Sultan Abdalın ölümünün ardından geçen yüzyıllar boyunca Anadolu coğrafyasında pek çok şey değişmiştir, ancak özünde yaşananlar benzeşmekte. İşte bu nedenle biz Ferman devletinse üniversiteler bizimdir diyerek Dadaloğluna gönderme yapıyoruz. Bu nedenle Pir Sultanın türkülerini dilimizden düşürmüyoruz. Onların bizlere taşıdığı umudu büyüterek çoğaltıyoruz ve kuru dalların meyveye dönüşeceği günün özlemini ve inancını onlarla beraber taşıyor ve çoğaltıyoruz.
Bırak gam, kederi yaralı gönlüm,
Yüce dağdan duman çekilir bir gün,
Çapa vurulmadık bu topraklara,
İlkbaharda tohum ekilir bir gün,
Gün olur dikleşir eğilen başın,
Yaşam boyu akmaz kan ile yaşın,
Matem müjdeleyen kanlı baykuşun,
Ocağına incir dikilir bir gün,
Unuttu dediğin dost seni anar,
Alnının terini sofraya sunar,
Sana kutsal gelen bin yıllık çınar,
Fiske vuruşuyla yıkılır bir gün,
Meyveye dönüşür kuruyan dallar,
Kaplani giyinir yeşiller allar,
Gelir bayram günü çalar davullar
Ak ellere kına yakılır bir gün.