Bir filmin gösterdikleri
Sermaye düzeninin tarihi baskı, savaş ve katliamlarla örülüdür. Dünya üstünde bir ölüm makinası gibi dolaşan emperyalist barbarlık bugün Irak halkının başına çöreklenmiş durumda. ABDnin Iraka müdahalesi artık bir an meselesi. Bu savaş emperyalist-kapitalist dünya düzeninin yaşadığı çürümenin en somut kanıtı.
Emperyalizmin her zaman etkin bir biçimde kullandığı propoganda araçları bu dönemde de işlevlerini başarıyla yerine getiriyorlar. Aylardır medyada ABDnin birçok katliam icadını, kitle imha silahlarını seyrediyoruz. Yine medyadan ve politikacılardan Niye savaşa girmeleyiz?i öğreniyoruz. Savaş kötü bir şeydir ama... şeklindeki cümleleri neler izlemedi ki: Kürtler, paylaşım, bölgesel çıkarlar, ulusal çıkarlarımız... Haber verme adı altında yoğun bir propoganda ve savaş taraftarlığı yapılıyor. Amerikan filmleri de bu amaçla kullanılıyor.
ABD emperyalizminin kirli silahlarından biri: Savaş filmleri
Filmlerde kahraman kesilen, çocuklar ve siviller için canını feda etmekten çekinmeyen, dünyanın dört bir yanında kötüler (genelde komünistler ya da ezilen ve direnen dünya halkları) karşısında barışı ve demokrasiyi savunan Amerikan askerini yıllardır televizyonlardan izliyoruz. ABD emperyalizmi hep kullandığı bu aracı yine etkili bir biçimde devreye sokmuş bulunuyor.
Show TVde geçtiğimiz günlerde bir film gösterildi: Üç Kral. Oyuncular ve kurgu değişmemiş, ancak mekan değişmiş. Amerikan film sektörü hemen efendisinin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde Irak çöllerine kurmuş yalan ve ölüm kusan teçhizatlarını.
Aslında film yapımcıları lehine son derece başarılı. Amerikan askerini ve bayrağını vurgulayan etkileyici kareler, her yerde asılı Saddam resimleri, iki de bir Saddam seni öldürür diyen Iraklılar, Saddamın geldiğini duyunca kaçan Irak askerleri, Saddamdan kaçanlara yardım eden ABD askerleri, çocuk öldüren Irak askerleri, çocuklar için hayatını tehlikeye atan ABD askerler ve George Bush seni istiyor, George Bush bizi istiyor diye bağıran kolkola girmiş ABD askeri ve Saddamdan kaçan Iraklılar...
Peki ya gerçekler?
Emperyalistlerin gerçekleştirdiği ve desteklediği savaş, katliam, yıkım ve insanlık dışı uygulamaları elbette burada tek tek sayamayız. Vietnam, Afganistan, Somali, Balkanlar, Latin Amerika, Kürdistan, Filistin bir yana bırakılıp, yalnızca Irak üzerinden yaşananlara bakıldığında, gerçeklerin hiç de filmlerde yansıtıldığı gibi olmadığı görülür. Yine Irak deyince Halepçe katliamını da saymayabiliriz. Bu yine de emperyalistlerin ellerindeki kanı bir nebze olsun azaltmaz. Filmlerde çocukları ve kadınları kurtarmaya çok meraklı ABD askerinin Irak sınırlarında kitlesel olarak açlıktan, hastalıktan kırılan çocuklar hiçbir zaman umurunda değildir. Veya 11 yıldır ambargo altında açlıktan ve ilaçsızlıktan kırılan çoğu çocuk masum insanlar... Peki ya sığınaklara düşen, kadınları ve çocukları katleden bombalar? Elbette Afganistanda d¨ğünleri Yugoslavyada savaştan kaçan sivilleri vuran bombaları da bu hesaba dahil etmiyoruz. Ve soruyoruz; ilk 48 saatte daha önce atılanın 10 katı bomba Irakta kimi vuracak? Elbette yalnız filmlerde dost olabildiğiniz Iraklı çocuklar ve Irak halkını!
Emperyalist savaşa karşı savaş!
Savaşın yakınlaştığı bir dönemde Amerikancı medyanın böyle bir filmi gösterme ihtiyacı duyması son derece dikkate değer. Bu filmin gösterilmesi medyanın yürüttüğü savaş çığırtkanlığında geldiği düzeyin, burjuva çürümüşlüğünün ve kültürsüzleşmenin bir göstergesi.
Şu son derece açıktır ki, artık seyredilecek hiçbir şey ve seyredecek hiç vaktimiz kalmadı. Artık seyretmek süren barbarlığın bir parçası olmaktan daha küçük bir suç değil. Vakit kaybetmeden emperyalist savaşa karşı savaşa katılmalı, çevremizdeki insanları bu mücadeleye katmalıyız.
Guantanamo kafeslerinde artan intiharlar ve
ABDnin büyüyen suç dosyası
Bugün tüm dünyada sözümona demokrasi adına hareket edenlerin akıl almaz barbarlığına tanık oluyoruz. Afganistandan Iraka, oradan da İrana ve Kuzey Koreye doğru genişleyeceği söylenen emperyalist saldırganlık, tüm dünyada insanlık adına ne varsa silip süpürmeye hazırlanıyor.
Afganistana demokrasi götürme adına harekete geçen ABD Afganistan operasyonu sonrası Taliban militanlarını Guantanamo Üssüne götürüp tecrit koşullarında tutuyordu. Burada tecrit koşullarında tutulan, kafeslerde her türlü şiddet uygulamasıyla karşı karşıya kalan, işkencelerden geçirilen tutsakların bir çoğunda psikolojik bozuklukların başgösterdiği basına yansıyan gelişmeler arasında. İslam dininde intiharın cehennemlik bir eylem olarak ifade edilmesine rağmen son dönemde artan intiharlar, bu tutsaklara uygulanan baskının büyüklüğünün ve çekilmezliğinin göstergesi sayılabilir. Guantanamoda intihar edenlerin sayılarının 30a ulaştığı yine basından takip ettiğimiz bir gerçeklik.
Amerikan yönetimi, Guantanamodaki tutukluları savaş tutsağı olarak kabul etmiyor. Cenevre Sözleşmesi, savaş sırasında ele geçirilen tutsaklara birtakım haklar tanıyor. Bunların başında tutukluların kültürel ve inanışlarına uygun beslenmesi, içecek su, temizlik ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması geliyor. Fakat adada tutsaklara dönük tam bir imha politikası uygulanıyor. Tutsakların banyo yapması bile engelleniyor.
Ayrıca ABD adada tuttuğu Taliban militanlarını hala yargılamamaktadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü yöneticilerinden Kenneth Roth, bir süre önce ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfelde gönderdiği mektubunda, ABD, resmi suçlama yöneltilmeyen insanları sonsuza kadar gözaltında tutamaz diyordu. Mektupta, uluslararası kurallara uygun olarak savaş esirlerinin haklarını garanti altına alan Cenevre Sözleşmesinin ihlal edildiği de vurgulanıyordu.
Ayrıca tutsak yakınlarının ABD aleyhine evlatlarının yargılanma hakkının uygulanmasına dönük girişimleri çözümsüzlükle sonuçlanıyor.
İşte emperyalistlerin demokrasi yalanının gerçeklerin duvarında tuz buz oluşu! İşte emperyalizmin kirli ve kuralsız imha politikalarının ispatı!
|