Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
15 Şubat-15 Mart '03
Sayı: 58
 İçindekiler
   Ekim Gençliği'nden...
  Şubat'ın kavga soluğuyla Mart'ı kazanmaya!
  Emperyalist savaş, olanaklar ve görevler
  Sahte demokrasi tartışmasının gizledikleri
  15 Şubat'ta dünyanın d ört bir yanında milyonlar alanlardaydı...
  "Demokrasi" havarileri neyin peşinde?
  Emperyalist savaşın hizmetinde bir kurum: Medya
  Direnen kadın
  Geleceğimizin çalınmasına izin vermeyelim!
  '96 Beyazıt işgali günlüğünden...
  Sanayi siteleri ve gençlik çalışması
  Gençlik içinde kitle çalışması
  İÜ'den kitle çalışması deneyimleri...
  Gürüz'ün demokrasisi!..
  Liseli gençlik çalışması ve platformları
  Liselerden...
  Trakya Üniversitesi'nde bir dönemin ardından
  Platform çalışmalarının sorunları
  Canlı kalkan Kenneth N. O'Keefe...
  Zindandan mektup...
  Geleceksizler geleceğe saldırıyor!
  Bir filmin gösterdikleri
  Tiyatro ve savaş
  Bir yiğitlik destanı...
  Tarihte bu ay...
  Okur mektupları



 
 
Sahte demokrasi tartışmasının gizledikleri

AKP hükümetinin “Acil Eylem Planı”nın üniversitelere ilişkin değişiklikler de içermesi, AKP-YÖK arasında bir çatışma doğurdu ve YÖK kurumu üzerinden bir tartışma başladı.
Hükümet programında YÖK’ün esasına ilişkin bir değişiklik bulunmamasına rağmen YÖK tarafından konulan karşı koyuş düzenin AKP’yi ehlileştirme manevrasından başka bir şey değildi. Nitekim hükümet geri adım atmış, öğrenci affını paketten çıkarmıştır.
Tüm bu demokrasi tartışmalarının gizlediği politika ise üniversitelerin özelleştirilmesidir.

Mali özerklik kavramının arkasında yatanlar

Erkan Mumcu 4 Şubat tarihli açıklamasında şunları söylüyor: “Mali özerklik ve demokratik sorumluluk anlayışının bir gereği olarak kamu maliyesi ve üniversite ilişkisi kurumsal sübvansiyon yapısından çıkarılıp hizmet bedelinin ödenmesi anlayışıyla yeniden yapılandırılmalıdır.” Hemen ardından başka bir açıklaması geliyor; “Üniversitelerde idari ve mali özerklik sağlanmalı. Özerklik dediğiniz zaman da siyasal müdahalelerin minimize edildiği şeyden söz edersiniz. Mali özerklik içinde üniversitelerle işbirliğine hazırız”.

Hükümet ve YÖK “mali özerklik” kavramında ortaklaşıyor. Bunu anlayabilmek için YÖK’ün işlevine tekrar bakmak gerekiyor.

1980 sonrasında YÖK, üniversitelerde devrimci gençlik hareketini baskı altına almak ve düzenin üniversiteler üzerinde tam denetimini sağlamak için kuruldu. Ama işlevi bununla sınırlı değildi. Aynı zamanda neo-liberal eğitim politikalarını uygulamak ve eğitimin özelleştirilmesini sağlamak da bu kurumun temel göreviydi. YÖK dünden bugüne bu misyonunu yerine getirdi.

Mali özerklik bu çerçevede karşımıza çıkan tuzak bir kavramdır. Üniversitelerin ekonomik bağımsızlığı kendi kaynaklarını devletten bağımsız üretebilmesi demektir. Bu da maliyetlerin öğrencinin sırtına bindirileceği ve eğitimin özelleştirilmesinde son noktanın konacağı anlamına geliyor. Bakanın “kamu maliyesi ve üniversite ilişkisi kurumsal sübvansiyon yapısından çıkarılıp hizmet bedelinin ödenmesi anlayışıyla yeniden yapılandırılmalıdır” derken kastettiği şey tam da artık maliyeti öğrenci tarafından karşılanan tamamen paralılaştırılmış bir üniversitedir. Nitekim Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaattin Dinçer de bir açıklamasında, “Ne tuhaftır ki, üniversite iktidarı peşinde koşanlar, üniversitelerde sermayenin mutlak iktidarı konusunda hemfikirdir” diyor. Böylece temel bir noktaya dikkat çekmiş oluyor. Hangi rekt&oml;r ağzını açsa kaynak yetersizliğinden yakınıyor. Kaynak yetersizliğinin dönüp dolaşıp öğrencilerin cebinde noktalanması ise işin diğer bir boyutu. Maliyetler öğrencilerden karşılanacak. Yanısıra üniversiteler sermaye için projeler hazırlayarak tamamen burjuvazinin hizmetinde kurumlar haline gelecekler.

Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Erdoğan da; “Bununla beraber, herkes için bedava yükseköğrenim de adaletsizdir. Üniversite zorunlu bir tahsil değildir; bu nedenle mali durumu elverişli olanlardan hizmetin karşılığının alınması, buna karşılık üniversite tahsilini finanse edemeyecek olanlara geri dönüşlü kredi, ama gerçekten işe yarar miktarda bir kredi verilmesinden başka yol yoktur.” diyerek özelleştirmeci mantığın kısa bir özetini sunuyor.

“Hizmetin karşılığı”nın alınması, üniversitelere devlet kaynağının tamamen kesilmesi, özelleştirmede son noktanın konulmasıdır. YÖK tartışmasını yapanların tümü bu konuda ortaklaşmakta, tümü de üniversitelerin özelleştirilmesini savunmaktadır. YÖK Yasa Tasarısı, geçen seneki içeriğini aynen koruyarak, fakat demokrasi sosuyla süslenmiş bir şekilde tekrar karşımıza çıkartılmaktadır.

Üniversitelerin bölünmesi neyi amaçlıyor

AKP’nin üniversiteleri bölme tartışması ise özelleştirmeci mantığın bir başka yansıması. Büyük üniversitelerde mühendislik, tıp, vb. sermaye için kârlı yatırım alanı olabilecek bölümler üniversitenin bütününden koparılarak özelleştirilmek isteniyor. Fen-Edebiyat gibi sermaye açısından işe yaramayacak bölümler ise devlete bağlı olarak kalacak. Rektörlerin bu uygulamaya esasa ilişkin bir itirazları yok. Onlar sadece kendi içinde özerkleştirilen ve özelleştirilen fakültelerin başında olmak istiyorlar. AKP ise bu fakülteleri ayrı üniversiteler haline getirmek ve başına da kendi güdümünde atanmış bir rektör koymak istiyor. Tüm çatışma buradan çıkıyor. Şu anda bu süreç fiilen işletilmektedir, yasa zincirin son halkası olacaktır.

Özelleştirme teknik üniversitelerde biraz daha farklı olarak, vakıflar aracılığıyla gündeme geliyor. Vakıflar üniversiteler içinde her geçen gün konumlarını pekiştiriyorlar. Mali özerklik uygulamasını en çok destekleyenlerin teknik üniversite rektörleri olması bir tesadüf değil. Vakıflar aracılığıyla atılan adımlara son noktayı koyma isteğindeler. Mali özerkliğe kavuşturulmuş üniversitenin tüm gelir ve gider yönetimi vakfa aktarılacak, vakıf maliyetleri eskisi gibi devlet üzerinden değil öğrenciler ve şirketlere yapılan projeler üzerinden karşılanacak. İTÜ, Boğaziçi, ODTÜ gibi okulların Bilkent vb. özel okullarla aynı konuma gelmesi yakın bir gelecekte sağlanacak gibi görünüyor.

Ayrıca devlet üniversitelerine paralı öğrenci alınması uygulaması genişletilmek isteniyor. Şu anda çok kısıtlı olan bu kontenjan artırılarak eğitime kaynak yaratılacağı iddia ediliyor, böylece eğitimin paralılaştırılması provası yapılıyor.

Sonuç olarak topyekûn neo-liberal saldırının eğitim alanında uygulanması ile yüzyüzeyiz. Bu, üniversitelerin tamamen işçi-emekçi çocukları için ulaşılamaz hale getirilmesi anlamına geliyor. Sahte demokrasicilik tartışması aynı zamanda eğitimin özelleştirilmesi saldırısının gizlenmesine hizmet ediyor.

Bu saldırıyı boşa çıkarmak ancak mücadele ile mümkündür. Gençlik eğitim hakkının elinden alınmasına karşı durmak, bunun için örgütlü ve militan mücadeleyi yükseltmek zorundadır.