Emperyalist savaşın hizmetinde bir kurum: Medya
Görsel hafızamız, beynimizin en iyi çalışan kısmı olmalı. Öyle ki gördüğümüz imgeleri bazı olaylarla özdeşleştirdiğimizde, o imgeler bize hep o olayları çağrıştırır. Her gün yüzbinlerce farklı görüntü televizyonlar aracılığıyla beynimize kazınır. Farkında olalım ya da olmayalım bunlar bizim düşüncelerimizi, bakış açılarımızı sinsice şekillendiriyor. Çünkü bizim algımız arka arkaya gördüğümüz görüntüleri anlam açısından birleştirir. Zaten sinema da varlığını insan algısının bu özelliğine borçludur. Ancak elbette bunun kullanıldığı tek alan sinema değil.
Burjuva basınında sözde en önemli etik kural tarafsızlık ilkesidir. Tarafsızlık sözcüğü içi boş bir yaygaradır kuşkusuz, çünkü herbiri büyük medya tekellerine ait televizyonlar -ve diğer iletişim araçları- zaten bir taraftır. Olaylara ortak refleks gösterip, hatta aynı haber metinleriyle sunarlar.
Medya burjuvazi için çok önemli bir ideolojik silahtır. Elbette bunun bilincinde olan sermaye sınıfı büyük ustalıkla onun üzerinden toplumu şekillendirmektedir. Farkına varmadan pek çok tuzağa düşürülmekteyiz. Buna birkaç örnek verebiliriz.
Körfez Savaşında CNN canlı yayına ara verdiğinde bir görüntü gelirdi ekranlara; Petrole bulanmış, çırpınarak ölmek üzere olan bir kuş. Uzun süre bu görüntü Körfez Savaşının simgesi haline gelmişti. Bu görüntü Saddamın ne kadar vahşi bir cani olduğunu anlatıyordu. Oysa bu görüntülerin Irakla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı, Fransa yakınlarında bir tanker kazasından sonra çekilmiş olduğu uzun bir süre sonra ortaya çıkarıldı.
Yine CNN üretimi bir başka yalan haber; 11 Eylül saldırılarının ardından Ortadoğuda sevinç gösterileri yapıldı başlığıyla verilen haberde, zafer işareti yapan Filistinliler geldi ekranda. Oysa bu görüntüler o tarihten çok önce bambaşka bir olay için çekilmişti.
Bir başka örnek de savaş haberciliği tarihini inceleyen Philip Knightletden. Toplanacak olan ABD Kongresinin İnsan Hakları Komisyonunda ABDnin en büyük halkla ilişkiler şirketlerinden Hill&Knowtlon Kuveyte ilişkin ortaya atılan bir hikayeyi kanıtlamaya girişti. Hikayeye göre, Kuveyte giren Iraklı askerler Kuveytli bebekleri havaya atıp süngülerle tutmaya çalışıyorlardı. Ancak olaya ilişkin ne bir kanıt ne de bir röportaj vardı. Philip Knightlet olayı şöyle anlatıyor: Hill&Knowlton, kongreye bebeklerin hikâyesini anlatacak 15 yaşında Kuveytli bir kız ayarladı. Genç kız çok başarılıydı, doğru zamanda gözyaşlarına boğulup sanki devam edemeyecekmiş gibi sesini titretirken gerçekten başarılıydı. Kongre komisyonuna sadece Neyyire diye tanıtılmış, yüzlerinde kızgınlık ve kararlılıkla onu dinleyen kongre üyeleri televizyon ekranlarına yansımıştı. Bşkan Bush bunu izleyen beş hafta boyunca Saddam rejiminin kötülüğünü anlatmak için tam altı kez bu hikâyeye göndermede bulunacaktı. Senatonun, Saddamı Kuveytten çıkarmaya yönelik bir askeri müdahaleyi tartıştığı oturumda, yedi senatör özellikle kuvözdeki bebekler hikâyesini hatırlattı. Ve savaş yanlıları oylamayı sadece beş oy farkla kazandı. John R. Macarthurun savaş sırasındaki propagandafaaliyetleri ile ilgili araştırması, bu bebeklere yönelik vahşet hikâyesinin, Amerikan halkının savaşın zorunluluğuna hazırlanmasına yönelik kampanyada bir dönüm noktası olduğunu ortaya koyuyor. Gerçek iki yıl sonra ortaya çıktı. Hikâye bir uydurma, bir masaldı. Hill&Knowltonın Kongre komisyonunda ifade vermesi için hazırladığı Neyyire, Kuveytin ABD büyükelçisinin kızından başkası değildi. Macarhur bunu gözler önüne serdiğinde savaş çoktan kazanılıp bitmişti, bunun da artık hiçbir önemi kalmamıştı.
Medya, bu örneklerden de görüleceği üzere, savaşın en önemli kitle imha silahı haline gelmiştir. ABD için Körfeze yapacağı müdahale çok büyük önem taşıyor. Bu saldırının ideolojik ayağını güçlendirmek için ABD hazırlıklarını aralıksız sürdürüyor. İngiltere Başbakanı Tony Blairin iletişim danışmanı Alastair Campbell ile ABD Başkanı George W. Bushun özel medya danışmanı Kren Hughes, 1 Eylül sonrasında kafa kafaya vermişler ve dünya çapında 24 saat medya denetimi yapan bir sistemi nasıl kurarız diye düşünmüşlerdi. Arsızca adına Medyayı Taliban yalanlarından temizleme veya kamuoyunu iyi savaş haberleriyle kendi yanına çekme sistemi dedikleri bu sistem; Londra, Washington ve İslamabadda yer alacak merkezi enformasyon üsleri aracılığıyla dünya üzerinde savaşa dair tüm yyınları tarayacak ve beklenmedik haberler karşısında dünya kamuoyuna en hızlı şekilde karşılık verebilecekti.
Bu çabanın bir nedeni yoğun bir propoganda ise, diğer nedeni de Afganistana müdahale ve öncesinde karşılaştığı El Cezire belasıydı. Tüm Ortadoğu halklarını terörist diye damgalayan bu batılı uygarlar El Cezireyi de teröristleri destekliyor diye damgalamakta gecikmediler. Ama bu El Cezirenin Ortadoğu halkları nezdinde kazandığı itibarı karalamaya yetmedi. Irak müdahalesinde bu tip pürüzlere tahammülü olmayan ABD, önlemler alarak kendisine kafa tutmaya cüret edenlere sopasını sallıyor. Yanısıra Ortadoğu medyasına milyonlarca dolar akıtarak ABD yanlısı yayın yapmalarını garantiye almak istiyor.
Geçmişten bugüne medya ile emperyalist savaşlar arasındaki ilişkiye şöyle bir gözatalım. Halkı kandırabilmek için her türlü yalan, dolan, aldatmaca mübahtır. Yaşadıklarımız bir sahnedir sanki. Yukarıda parmaklarının ucundaki iplerle aşağıdaki insanları yöneten bir kukla ustası duruyor. Hayır o Bush değil. O da aşağıdaki kuklalardan birisi. Yukardaki seni istiyorum! diyerek işaret parmağını gözümüze doğrultan Sam Amca, yani Amerikan emperyalizminin ta kendisi. Aşağıdakiler ise sadece Bush değil, T. Erdoğan, T. Blair ve diğerleri. Dikkatli baktığınızda televizyondan da görebilirsiniz o ipleri.
Peki bu sahnenin kuklaları yalnızca onlar mı? Ya televizyonlarının karşısında onları seyredenler, yani bizler? Yüzde 90ının bu savaşa karşı olduğu söylenen bu ülkede neden savaşı durduracak bir eylemlilik düzeyinden halen uzaktayız? Yoksa bizleri de yöneten bir kukla ustası mı var? Evimizde oturduğumuz, suskunlukla ya da korkuyla beklediğimiz her dakikada Iraklı çocukların ömürlerinden çaldığımızı ne zaman fark edeceğiz? Artık iplerden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?
|