|
Zor dönem devrimciliği
Düzen ve devrim en durgun dönemde dahi sürekli bir çatışma içerisindedir. Politik olarak devrim davası mutlak bir üstünlüğe sahip olsa da somutta ibre kimi zaman düzen cephesinden yana kimi zaman da devrim cephesinden yana döner.
Türkiyenin yakın tarihini incelediğimizde, devrim cephesinde üç önemli yükseliş dönemi ve bunun peşi sıra gelen karşı-devrimci dalgayla birlikte yenilme ve geri çekilme dönemini görürüz. Sosyal mücadelelerdeki yükselişin ilk iki ayağını 60lı ve 70li yılların sonu oluşturur. Salt Türkiyede değil tüm dünyada gelişen devrimci bir yükseliş dönemidir 60lı ve 70li yıllar. Bir yanda Latin Amerikada, Afrikada, Asyada emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı verilen ulusal kurtuluş mücadeleleri tüm dünyayı sarsarken, diğer yanda işçi hareketlerinin, öğrenci ve kadın eylemlerinin Avrupayı, ırkçılığa karşı siyahların yükselttiği özgürlük hareketinin Amerikayı kasıp kavurduğu dünya tablosu Türkiyede de etilerini gösterir. Türkiyede kapitalizmin gelişimi ile modern sınıfların netleşmeye başlaması, sertleşen sınıf mücadelesi ve bunun sonucu olarak solun gelişip kitleselleştiği, insanların sosyalizmden yana tavır aldıkları, bu uğurda mücadeleye atıldığı, devrimciliğin zorlu bir tercih değil, kendiliğinden gelişen kitlesel bir eğilim olduğu yıllardır.
Yükselişin üçüncü ayağı ise 87de başlayıp bir kaç yıl boyunca tempolu ve umut verici bir gelişme çizgisi izledikten sonra 91 başındaki kırılmaya uğrayan kitle hareketi dönemidir. Bu kırılmayı o günden bugüne sayısız hareketlenmeler izlemiş olsa bile hareketin kendini aşacak bir dinamizmi bir daha yakalayamaması bu son dönemin belirgin özelliğidir. Bu yeni dönemde 60lı, 70li yıllardaki gibi devrimci akımları besleyen devrimci bir yükseliş dönemi yaşanmasa da, sosyal hareketlilikler açısından yine de önemlidir. 87lerde başlayan bu yükseliş döneminin gelişip devrimci bir kanala akamamasında, 80li yıllarda Türkiye sol hareketinin önemli ölçüde ideolojik-politik savrulmalara yol açan iki ayrı olumsuz gelişme ile karşı karşıya kalmasının büyük etkisi vardır. Birinci etken 12 Eylü darbesi ile yaşanan, örgütsel, politik ve ideolojik alanlarda dağılma, yozlaşma ve bunun sonucu olarak oluşan tasfiyeci dalga, örgütten ve devrimden kaçış eğilimidir. 87de kendiliğinden başlayıp gelişen işçi eylemlilikleri, yeniden bir toparlanma süreci yaşatsa da, ilki kadar büyük sonuçlar doğuran bir etken olarak 89 Doğu Blokunun çöküşü gerçekleşir. 91 yılıda sınıf hareketinin durulması ile birlikte ikinci bir tasfiyeci dalga etkisini göstermeye başlar. Devrimci mücadele, devrimci örgüt fikrinin bulanıklaşmasıyla birlikte birçok devrimci, devrimciliğin gerektirdiği fedakarlıktan, bedel ödemekten uzaklaşmaya başlar. Dönem zorludur. Böyle dönemlerde devrimcilik sağlam bir bilinç, sarsılmaz bir inanç ve mücadeleye soluklu bir bakışı gerektirmektedir. Burada sosyal ücadelelerin yükseliş halinde olduğu dönemler ile zorlu dönemleri karşılaştırırken, ödenen bedel üzerinden bir karşılaştırmaya gitmek çok doğru değildir. 60lı, 70li yıllarda da devrimciler ağır bedeller ödüyordu, hatta idamlara, katliamlara göğüs geriliyordu. Günde 10-15 kişinin öldürüldüğü, çatışmaların yoğun olduğu günler vardı, ma bu kimsenin devrimcilik yapmasını engellemiyordu. Karşılaştırılması gereken nokta, sınıf hareketinin durgun olduğu, tasfiyeci bir dalganın var olduğu koşullarda devrimciliği seçmenin, dolayısıyla büyük fedakarlıklar gerektiren mücadeleye atılmanın zorluğu.
Bugün aynı zorluk hala devam etmekte. Dönem dönem sosyal hareketlilikte kıpırdanmalar yaşansa da, uzun soluklu bir hareketlilikten bahsedemiyoruz. 96 yılında Gazi Direnişinin ve ölüm oruçlarında alınan zaferin ciddi moral etkileri olduğu bir gerçek, fakat bu etkiler günümüze güçlendirilerek getirilemedi. Bugün ise sermaye devleti işçi sınıfı ve ezilenlere karşı iktisadi, politik, kültürel, ideolojik kapsamlı bir saldırı içerisindedir ve bunda sonuç alabilmek için onun temsilcisi devrimcileri imha etmek yada teslim almak zorundadır. Bu saldırının temelini F tipleri ile hayata geçirmeye çalışıyor. 12 Eylül ile birlikte gerek eğitim sistemiyle olsun, gerek medyasıyla olsun tüm kurumları ile apolitik bir kuşak yaratmaya çalışmaları, değişik yöntemlerle günümüze kadar devam ediyor. Bütün bunlar yetmiyor, F tiplerinde devimciler katlediliyor ve işkenceye maruz kalıyor. Ama hala bu topraklarda insanlar devrim yolunu seçiyor ve bu uğurda gözünü kırpmadan bedel ödüyor.
Yazının başında belirtildiği gibi kimi zaman zorlu dönemler, gericilik yılları yaşanabilir. Tarihte devrime giden yol hiçbir zaman dümdüz olmamıştır. Devrim inişli-çıkışlı bir mücadele sürecinin toplamıdır, bu sürecin zaferle taçlanmasıdır.
Komünistler, bu coğrafyada, tüm olumsuz gelişmelerin yaşandığı, örgütten, devrimden kaçıldığı bir dönemde sıfırdan, dişe diş bir mücadele ile sınıfın devrimci partisini yaratmasını bilmişlerdir. Bu ne bir şans ne de bir tesadüftür. Tam da, burjuvazinin "Tarihin sonu geldi" dediği bir dönemde, işçi sınıfı davasından alınan ideolojik-politik güçle başarılmıştır.
20 yüzyılın başında proleter devrimler çağını başlatan büyük sosyalist Ekim Devriminin yol göstericiliğinde, bu geleneğin bu coğrafyada ileri taşınması iddiası ve "Yeni Ekimler İçin!" şiarıyla yola çıkan komünistler devrim davasını zaferle taçlandıracaklardır.
Bu zorlu dönemde biz genç komünistlere düşen görevler de elbette zorlu olacaktır. Temsil ettiğimiz geleneğe, temsil ettiğimiz sınıfa, işçi sınıfına layık birer genç komünist olmak durumundayız. İdeolojik kimlik, örgütlü kimlik ve direnişçi kimlikle partili düzeyi yakalamak, eksikliklerimizi, zaaflarımızı kapatmak durumundayız. Tıpkı Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar gibi... Unutulmamalıdır ki, bir devrimcinin en temel sorumluluğu, parti ve devrimin çıkarlarını herşeyin üstünde tutmaktır.
|