Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
15 Aralık '02-
15 Ocak '03
Sayı: 56
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yaklaşan savaş ve gençlik
  Gençlik ve emperyalist savaşa karşı mücadele
  Gençlik YÖK'ü ve savaşı soruşturdu!
  YÖK'ün ve ABD'nin askeri olmayacağız!
  AKP ile paralı eğitim saldırısına devam
  Hayaller ve AB'nin gerçek yüzü
  AB demokrasisi gerçeği
  ABD'nin hizmetinde bir kurum: Üniversite
  Savaş karşıtlığı mı, devrimci sınıf savaşı mı?
  YTÜ'de emperyalist savaş karşıtı çalışmalardan...
  Gençlik susmayacak!
  Liseliler ve mücadele
  Gençlik ve yeni dönem
  Gençlik hareketinin olanakları....
  Kitle çalışması üzerine
  19 Aralık şehitleri mücadelemizde yaşıyor...
  Zor dönem devrimciliği
  Dünya gençlik hareketinden...
  Liseli gençliği kazanmalıyız!
  Mahallelerde ve okullarda yozlaşan gençlik ve düzenin politikaları
  "Türk Solu" kimin solunda?
  Lenin'le kadın sorunu üzerine...
  Bolşevik bilinç, disiplin ve kararlılık...
  Yaşamak için direnmeyi öğrendim...
  "Bir gün tek başına"
  Okur mektupları



 
 
Savaş karşıtlığı mı, devrimci sınıf savaşı mı?

Savaş karşıtlığı, özellikle vicdani-ret tartışması son dönemde Mehmet Bal’ın tutumuyla gündeme geldi. Irak’a yönelik bir müdahalenin yaklaştığı bu günlerde bu tavra dair bir şeyler söylemek zorunludur.

Mehmet Bal, askerliğini sürdürdüğü sırada “Savaşa, savaş eğitimine ve aygıtlarına hayır!” diyerek askerliği reddetmiş; birliğine askerlik kimliğini, eşyalarını teslim etmiş ve cezaevine atılmıştır. Cezaevinde birçok baskılara maruz kalmış, işkence görmüştür. En son serbest bırakılan Bal, birliğine teslim olmayacağını söyledi.

Bal’ın tavrının her ne kadar savaşa karşıtlık üzerinden belli bir anlamı olsa da, komünistler tarafından nasıl bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır. Vicdani ret gerçekten militarizme ve savaşa karşı kararlı ve tutarlı bir mücadele yolu mudur?

Komünistler emperyalist savaşların ancak emperyalist-kapitalist sistemin yıkılmasıyla durdurulabileceğini bilirler. Bu asalak sınıf devrilip yerine işçi sınıfının iktidarı kurulmadan savaşlar yeryüzünden silinmeyecektir. Ancak o zaman mutlak bir barış yaşanabilir. Peki burjuvaziyi devirmek için ne gerekiyor? Elbette ki sınıf savaşımını yükseltmek ve keskinleştirmek gerekiyor. Sınıf savaşımının doğal sonucu ise bir devrimdir, bu bir iç savaşı gerektirir. Ancak en kaba reformistler bunun aksini savunabilirler.

Yalnızca “Savaş hayır!” demek, haklı savaşlar olabileceğini reddetmek anlamına gelir. İç savaş da bir savaştır ve emperyalist savaşları önlemenin tek yolu olan sosyalist işçi-emekçi iktidarını kurabilmek için bu yoldan geçmek zorunda kalınacaktır. Devrimciler böyle bir savaşa karşı olamazlar. Gerçekten tutarlı bir şekilde savaşa karşı olmak isteyenler de burjuvaziye karşı verilecek böyle bir savaşı desteklemek durumundadırlar. Ayrıca ulusal kurtuluş mücadeleleri de haklı savaşlardır. Yanıbaşımızda Kürt ulusu ulusal eşitlik ve özgürlük için yıllar süren bir savaş vermiştir. Ulusal baskı ve sömürüye karşı yükseltilen bu savaşı haksız olarak değerlendirebilir miyiz? Son olarak, yarın sosyalist bir işçi-emekçi cumhuriyeti kurulduğunda, kendisini emperyalist ülkelerden korumak durumunda kalacaktır. Emperyalizmin sosyalist bir ülkeye saldırması halide o ülkenin kendini koruması gerekecektir. Bu da bir savaştır; ama “yanlıştır” demek, “emperyalizme teslim ol” demektir. Bu yüzden “Savaş hayır!” sloganı tek başına ilerici değil gerici bir slogandır.

“Savaş eğitimine hayır!” ise sorunun diğer bir yönüdür. Bugün gençlerin birçoğu askere alınıyor ve savaş eğitiminden geçiyorlar. Ordunun gerici karakteri bir gerçekliktir, gençleri burjuvazinin piyonu olması için eğitiyor. Ama kitleleri silah kullanmayı öğrenmekten mahrum bırakmak da her türlü gericiliğe karşı çaresiz kalmaktır! Tutarlı bir devrimcinin şu an için temel görevi burjuvaziye karşı silahlanacağı ve savaşacağı günleri hazırlamaktır. Biz silah kullanmayı burjuvazinin kolluk gücü olmak için değil, onu tarihin çöplüğüne gömmek için öğrenmek durumundayız. Çünkü devrim kitlelerin silahlı zor gücünün eseri olacaktır.

Sonuç olarak, komünistlerin savaşa karşı tavrı boykotçuluk değildir. Savaşa karşı “ben gitmiyorum!” diyerek mücadele edilemez. Orada binlerce insan ölürken, tek başına konulan bireysel tavrın ufku son derece dardır. Bu tavır ile gerçekten savaşsız bir dünya kurulamaz. Tek çare sınıf savaşımını yükseltmek, işçi ve emekçilerin bulunduğu her yerde “Savaşa karşı sınıf savaşı!” ekseninde faaliyet örmektir. Açıktır ki bu düzende bireysel kurtuluş mümkün değildir. Biz insanlara “örgütlenin; burjuvaziye ve onun emperyalist savaşına karşı her yerde; fabrikada, okulda, mahallede, sokakta, siperde mücadele verin!”, demek durumundayız.

Lenin’den bir alıntı yapmak konuyu daha iyi açıklayacaktır:

“Proleter kadın buna nasıl karşı çıkacaktır? Yalnızca bütün savaşlara ve askeri olan her şeye söverek ve silahsızlanmayı isteyerek mi? Ezilen ve gerçekten devrimci bir sınıfın kadını, bu utanç verici rolü asla kabul etmeyecektir. Bunlar oğullarına şöyle diyeceklerdir: ‘Yakında delikanlı olacaksın. Eline silah verilecek. Silahı al ve askerlik sanatını iyice öğren. Proleterler, bunu, bugünkü savaşta olduğu gibi ve sosyalizmin düşmanlarının sana söyledikleri gibi kardeşlerini, öteki ülkelerin işçilerini vurmak için öğrenmezler. Bunu, kendi ülkelerinin burjuvazisine karşı savaşım vermek, sömürüye, sefalete ve savaşa bir son vermek için öğrenirler.’” (Sosyalizm ve Savaş, Lenin, s.66, Sol Yayınları, 4. Baskı )