Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
15 Aralık '02-
15 Ocak '03
Sayı: 56
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yaklaşan savaş ve gençlik
  Gençlik ve emperyalist savaşa karşı mücadele
  Gençlik YÖK'ü ve savaşı soruşturdu!
  YÖK'ün ve ABD'nin askeri olmayacağız!
  AKP ile paralı eğitim saldırısına devam
  Hayaller ve AB'nin gerçek yüzü
  AB demokrasisi gerçeği
  ABD'nin hizmetinde bir kurum: Üniversite
  Savaş karşıtlığı mı, devrimci sınıf savaşı mı?
  YTÜ'de emperyalist savaş karşıtı çalışmalardan...
  Gençlik susmayacak!
  Liseliler ve mücadele
  Gençlik ve yeni dönem
  Gençlik hareketinin olanakları....
  Kitle çalışması üzerine
  19 Aralık şehitleri mücadelemizde yaşıyor...
  Zor dönem devrimciliği
  Dünya gençlik hareketinden...
  Liseli gençliği kazanmalıyız!
  Mahallelerde ve okullarda yozlaşan gençlik ve düzenin politikaları
  "Türk Solu" kimin solunda?
  Lenin'le kadın sorunu üzerine...
  Bolşevik bilinç, disiplin ve kararlılık...
  Yaşamak için direnmeyi öğrendim...
  "Bir gün tek başına"
  Okur mektupları



 
 
Hayaller ve AB’nin gerçek yüzü

Uzun zamandır düzen partileri ve medya tarafından, işsizlikten yolsuzluğa, demokratik hakların gelişiminden ekonomik krizlere dek tüm sorunların çözümünün AB’de olduğu propagandası yapılıyor, işçi sınıfı, emekçiler ve gençlik sersemletilmeye çalışılıyor.

Burjuvazi açısından AB’ye giriş, gerek emperyalist sermayeyle bütünleştirerek yaşadığı bunalımı geçici de olsa hafifletme, gerekse de efendisi olan ABD emperyalizmi için AB içinde bir truva atına olan ihtiyaç nedeniyledir.

Peki işçi sınıfı açısından ne anlama geliyor AB? Gerçekten sosyal ve ekonomik haklar alanında bir ilerleme, yaşanan sosyal yıkımların son bulması demek mi olacak, yoksa işçi ve emekçilerin boynuna atılan yeni bir ilmik anlamına mı gelecek? Bunu anlamak için, burjuva medyanın tek yanlı bombardımanıyla yarattığı toz dumanın ardındaki gerçeklere bakmak yeterli.

2. Dünya Savaşı’ndan yenik veya yıkık çıkan Avrupalı emperyalistler kendilerini yeniden onarma çabasına yöneldiler. 50’li yıllarda başını Almanya ve Fransa’nın çektiği çelik ve kömür tekellerinin çıkarları uğruna giriştikleri birlik, zamanla değişik adlar ve biçimlerde genişleyerek bugünkü şeklini aldı. Amaç dünya pazarından daha fazla pay alabilmekti. Bu süreçte gerek SSCB gerekse kendi işçi sınıflarının baskısı altında ekonomik ve demokratik kazanımlar elde edilmesi, AB’nin asıl yüzünü gizleyen bir işlev gördü, işçi ve emekçilerde yanılsamalara yolaçtı.

Ama AB’nin diğer yüzüne baktığımızda tablonun hiç de gösterildiği kadar toz pembe olmadığını görüyoruz. SSCB ve Doğu Bloku’nun çökmesi ve Avrupa’daki sınıf hareketinin geri çekilmesiyle birlikte Avrupalı emperyalistler bir kez daha saldırıya geçtiler.

İngiltere’de iş başına gelen yönetimler yıllardır sıkı bir özelleştirme programı uygulamaktaydılar. Bunu, rekabeti kolaylaştıracağı ve kalitenin artmasını sağlayacağı propagandası altında yaptılar. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan haberleşmeye her alanda büyük özelleştirmeler yapıldı. Ancak özelleştirmelerin yıkıcı sonuçları kısa sürede açığa çıktı. Binlerce işçi kapı dışına konulurken çalışanlar da önemli hak gasplarına maruz kaldılar. Özelleştirilen eğitim ve sağlık sistemleri ise iflasın eşiğine dayandı. Sadece kârlarını düşünen tekellerin insan hayatını hiçe saymaları nedeniyle ulaşım sistemi çökerken, meydana gelen kazalarda çok sayıda insan hayatını kaybetti. Bunu demiryollarında çalışan çok sayıda işçinin kapı önüne konulması izledi. İletişim alanında yapılan özelleştirmeler detelefon ve posta yoluyla iletişimin önemli ölçüde sekteye uğramasına neden oldu.

Almanya’da da aynı politikalar farklı yollardan da olsa hayata geçirildi. Yıllardır Alman işçi sınıfının kan bedeli mücadelelerle kazandığı haklar gaspedildi. Bu süreç Schröder-Fischer hükümeti döneminde hız kazandı. Şimdi bu saldırılara bir de “Hartz Komisyonu” tarafından hazırlanan ve çalışma yaşamında bir reform paketi olarak sunulan bir dizi saldırı ekleniyor. Bu reformlara göre çalışanların işten çıkarılmalarını güçleştiren yasalar önemli ölçüde kırpılıyor. Ayrıca serbest girişimci olarak kabul edilecek işçiler aracılığıyla yapılacak sözleşmeler ve işçi bulma kurumlarıyla yapılacak anlaşmalarla taşeronlaştırmaya olanak sağlanacak. Bu ise işçi sınıfı arasında bölünmeler yaratacak ve burjuvaziye yeni saldırı olanakları sağlayacak. Özellikle toplusözleşme dönemlerinde bu bölünmeler tekeller tarafndan dayatmalarının kabul edilmesi için işçilere karşı bir koz olarak kullanılacaktır. Ayrıca taşeron işçilerin normal işçilerin aldığı ücretlerin %70’i oranında maaş almaları da öngörülüyor.

Avrupa yıllardır yoğun göç almakta. Dünya ölçeğinde yoksulluk, savaş, açlık vs. felaketlerden dolayı göç eden insan sayısı 70 milyon civarında. Bunun yaklaşık %1’i Avrupa’ya göçediyor. AB ise, tek dertleri yaşamlarını sürdürebilmek olan bu insanlara karşı adeta kendini dikenli tellerle çeviriyor. Başını İspanya’nın çektiği emperyalistler göçmenlerin geri gönderilmesi, önemli göç yollarından olan Akdeniz’de savaş gemileri bulundurulması ve gerektiğinde göçmenlere karşı güç kullanılabilmesi gibi önerilerin oldukça hararetli destekçileri oldular. Emperyalist yıkımın, savaşın, faşizmin asıl sorumluları olan emperyalistler şimdi de bu yıkımın faturasını bırakın ödemeyi buna karşı terör estirmekten geri durmuyorlar. Her yıl yüzlerce göçmen göç yollarında hayatını kaybediyr. Zengin ülkelere ulaşabilenler ise toplama kamplarına kapatılarak insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkum ediliyorlar.

AB’ye girişle birlikte demokratik hakların gökten zembille ineceği, bu sayede demokratikleşeceğimiz vaadediliyor. Bu propaganda ise en büyük desteği liberal solcularımızdan görüyor. Ancak demokrasinin gelişini Avrupa’ya ve Kopenhag Kriterleri’ne havale eden ve bu yolla işçi sınıfı içerisinde yanılsamalara yolaçan liberal solcular bu konuda en büyük tokadı gene Avrupa’dan yediler. İspanya’da BASK ülkesini temsil eden Batasuna partisi, ETA ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle kapatıldı. BASK halkına dönük açık bir saldırı olan kapatma kararı BASK’lılar tarafından yoğun bir tepkiyle karşılandı. Yer yer onbinlerce kişini katıldığı gösterilerde polis birlikleri tam bir terör estirdi. Polis ve özel timler parti bürolarını ancak özel operasyonlarla boşaltabildi. Çok sayıda partili yaralanırken onlarcası da tutuklandı. Demokrai şampiyonu olan diğer AB devletleri de bunun İspanya’nın iç işi olduğunu söyleyerek karara destek verdiler. Demokrasi onlar için kendi sömürü düzenlerini koruyup geliştirmek için gerekli herşeyi yapabilme hakkıdır. Onların bize verebileceği tek demokrasi tekellerin sömürüsünde sınırsızlığının demokrasisi olabilir.

Gençliğin geleceğini güvenceye alma işini de AB’ye havale edenler bu konuda Avrupa’da yaşanan gelişmelere gözlerini kapatmaktalar. Eğitim uzun yıllardır Avrupa’da bir hizmet olarak görülmekte ve meta olarak pazara sunulmasının alanı giderek genişletilmektedir. Çünkü, insan aldığı eğitim sonucu ileride belli bir statü ve gelir elde edecekse bunun bedelini ödemelidir! Bu düşünceye uygun olarak eğitim alanında özelleştirmeye hız verildi. Bir yandan kamu eğitimi giderek paralı hale getirilirken, diğer yandan da tekellerin eğitime müdahalesine olanaklar sağlandı. Yatırımcılar için 25 milyon sterlin değerinde olan İngiltere eğitim sisteminin tamamen özel sektöre devredilmesi için gerekli hazırlıklar yapılıyor. Fransa’da yapılması gündemde olan “eğitim reformu”yla birlikte eğitime olan devet desteğinin minimuma indirilmesi ve üniversitelerin özelleştirilmesi amaçlanıyor. İrlanda’da hükümet, harçları 3000-4000 Euro civarında belirledi. İspanya’da hükümet üniversiteleri denetleyebilecek ve pazar ekonomisine uygun hale getirecek bir yasa hazırladı ve bunu hızla hayata geçirmeye başladı. Avrupalı tekeller kendi ülkelerinin gençliğinin geleceğini elinden alıp onları en fazlasından eğitimli bi köle haline getirmeye çalışırken Türkiye’deki gençliğe AB’yi bir kurtuluş yolu olarak göstermek, gençlikle alay etmek demektir. Bununla amaçlanan, politikleşmeye açık olan gençliğin devrimci enerjisini dizginlemek ve onu düzen içi hayallerle oyalamaktır.

Sadece son birkaç yılın gelişmeleri bile emperyalist bir güç odağı olan AB’nin Türkiye’ye demokrasi ve refah getiremeyeceğinin açık göstergesidir. AB’nin bize verebileceği tek şey kendi sömürü olanaklarını genişletebilmek için daha fazla baskı ve sömürü olacaktır. Nitekim Gümrük Birliği anlaşmasıyla emperyalistlerin Türkiyeli işçi ve emekçiler üzerindeki sömürüsü artmış ve sosyal yıkım derinleşmiştir. AB’nin asıl yüzü işte bundan ibarettir. Bizler bunun karşısına “Bağımsız sosyalist Türkiye” şiarıyla çıkmalı ve kapitalizmin yarattığı yıkımdan kurtulmanın tek yolunun bu sistemden köklü bir kopuşla yaşanabileceği gerçeğini döne döne anlatmalıyız.